İster buna tabiat deyin ister Yaratıcı'nın lütfu deyin, değişmeyen bir gerçek şu ki, mükemmel bir muvazene ve insicam üzerinde dünyamızın yaşanır kılınmış olmasıdır. Görsel şölenle birlikte ormanlarımız ve bitki örtüsü dünyamızın oksijen kaynağıdır. Tarım arazilerimiz besin kaynağımızdır. Ancak ne yazık ki, bu zenginliğimiz uzun yıllardan beri hoyratça tüketilmektedir. Bu dengesiz tüketim ve kullanım, mevsimleri ve insan sağlığını etkilemektedir. Sağlıklı yaşamamız için GDO'suz gıda maddelerine gereksinim duyduğumuz gibi bol oksijen alacağımız ormanlara da ihtiyacımız var. Ziraat, tarım ve hayvancılık bir ülke için nasıl ki hayatiyet arz ediyorsa ekolojik dengenin muhafazası da aynı oranda bir ihtiyaçtır. İnsanlarda oluşturulması gereken çevreye karşı farkındalık daha ufak yaştan itibaren başlatılmalıdır. Özellikle dünyamızın bugünkü durumunu göz önünde bulundurarak ifade edecek olursak, büyüğü/küçüğü ile her insan çevre bilincine sahip olmalıdır. Bugün ve nice zamandır dünyamız ve soluduğumuz hava çok yönlü olarak kirletilmektedir. Sadece plastik atıklarla ve fabrika bacaklarıyla değil, çok farklı alanlarda kirlilik söz konusu..
Ormanların hoyratça tüketilmesi ve bunun beraberinde gelen erozyon başlı başına doğal afettir; fakat tahribat bununla bitmiyor. Endüstriyel gelişim hava ve deniz kirliliğini de beraberinde getirmiş bulunmaktadır. Ozon tabakasının delinmiş olması bu kirliliğin bir sonucudur. Özellikle üçüncü dünya ülkelerinde bacalı sanayi filtresiz ve arıtmasız üretim yapmaktadır. Bu ise tamamen soluduğumuz havayı etkilemektedir. Denetim ve kontrol yetersizliği aç gözlü üreticilerin insafsızlığı ile örtüşünce ortaya kirletilen bir dünya manzarası çıkmaktadır. İş bununla da bitmiyor, nakliyenin hâlâ demir yolları vasıtası ile değil de kamyon ve TIR'lar ile yapılıyor olması ayrı bir handikap. Üçüncü dünya ülkelerindeki ulaşım bakanlıkları bu işe neden el atmıyor? Havayı en çok kirleten etkenlerden biri de eksoz gazıdır...
Her bir bireyin çevre konusunda hassasiyet sahibi olması gerekir elbette, ancak siyasî yetkililere de büyük ödevler düşmektedir. Gerek ufak çaplı sanayi kuruluşları olsun gerek büyük fabrikalar olsun üretim esnasında çevre hassasiyeti ile ilgili kriterleri olanlar vardır elbette, ancak mevzuatlarla da mutlaka önleyici tedbirler alınmalıdır. Bütün dünyada kabul görmüş olan standart İSO 9001 - İSO 9002 sertifikaları üçüncü dünya ülkelerinde de zorunlu olmalı. Bu sertifikalar tarım ve ziraî alanlarında da gerekli görülmelidir.. Özellikle tarım ve ziraatte kullanılan gübre ve ilaçlar insan sağlığını tehdit etmemeli. Fazla ürün alınacak diye hormon amaçlı kimyasal ilaçların kullanılması asla insanî bir davranış değildir.
Biz insanlık âlemi ve diğer canlılar olarak bu ekosistemin bir parçasıyız. İnsan ontolojik yapısı ile kutsiyeti olan bir varlıktır. İlâhî bir hakikat olarak biz buna inandığımız gibi toprak, hava ve suyun da kutsiyetine inanmalıyız. Ve şu gerçeği de bilmiş olalım ki biz bu doğa/tabiat ve içerisindeki zenginlikleri yani faydalanılabilir olan her olgu ve her fenomeni bizden öncekilerden değil gelecek kuşaklardan emanet aldık. Emanete halel getirmeden yüzümüzün akıyla sahiplerine teslim etmeliyiz. Biz insanoğlu aslında bunca bahşedilen nimetle çok varsılız. Zira var olan her şey sürdürülebilir bir yaşam için nimettir. Ki yerküremiz üzerinde bu mimetlerden her insana, her canlıya yetecek kadar bolca bulunmaktadır.
"Allah'ın nimetlerini saymakla bitiremezsiniz." (Nahl:18, İbrahim:34)
Şu hâlde saymakla bitiremeyeceğimiz bu nimetlerin kadrini kıymetini bilmek zorundayız. Tarım ve ziraat ürünlerimiz nimettir fakat bu nimetleri devşirdiğimiz toprak da bizim için nimettir. Hava, güneş ve su da nimettir. Toprak mahsülleri bu değerlerle kaimdir. Elbette burada toprağı verimli hâle getirmek için her türlü işlemden geçirme işi ile iştigal eden üreticilerimizin hak ve hukukuna riayet etmek ve her emekçimizin emeğinin karşılığını alması bizim insanlık borcumuzdur. Hava, toprak, su ve güneş nasıl kutsal ise emek de kutsaldır. Tüketici hakları hukukî zeminde nasıl teminat altına alınması gerekiyorsa üretici hakları da gerek mevzuatlarla ve gerekse genelgelerle mutlaka teminat altına alınmalıdır.
Yaşadığımız bu coğrafyada bir başka handikapımız ise ekim ve üretime elverişli binlerce, on binlerce hektar arazilerimizin atıl vaziyette olmasıdır. Bunun başlıca nedeni köylü insanlarımız emeklerinin karşılığını alamadıklarından dolayı şehirlere göç etmeleridir. Tarım ve ziraat cazip hâle getirilmeli ki insanlarımız göç etmesinler; ekim ve üretimle iştiyakla iştigal etsinler. Şu bir hakikât ki, "Tarım ve hayvancılığı olmayan yurt, vatan değildir."
Bir bilge demiş ki: "Ben sizin yerinizde olsam altın, petrol arayacağıma dağı taşı ekime uygun bu ülkenin atıl arazilerini ziraat ve hayvancılık için değerlendirirdim, çünkü yakın bir zamanda en önemli şey petrol, altın, elmas değil gıda ve su olacak."
Rabbimiz'in lütfu ile dört mevsime sahip bir coğrafyada yaşıyoruz. Bunun kadrini/kıymetini bilmek zorundayız. Güneş görmeyen Hollanda ve İsviçre hayvancılık, tarım ve ziraatte bizden çok ilerilerde bulunmaktadır. Bir İsviçre vatandaşı olarak ayni ile vaki tanıklığımla oradan örnek vermiş olayım. Gelişmiş sanayisi ve endüstriyel iç dinamikleriyle Avrupa Birliği'ne girmeye tenezzül etmeyen İsviçre tarım ve ziraatte de oldukça başarılı. İsviçre'de köylüler hayatlarından gayet memnun. Zira ister hayvancılık yapıyor olsunlar, ister tarım (ekip/biçme işi) ile iştigal ediyor olsunlar emeklerinin karşılığını alıyorlar. Ayrıca bu ülkedeki tarım bakanlığı devlet bütçesi ile köylüyü sübvanse ediyor. Faizsiz kredi veriyor ve bu kredilerin iadesinde zorluk çıkarılmıyor. Tabiri caiz ise köylünün ümüğü sıkılmıyor. Asıl İsviçre'de köylü milletin efendisidir. Ve halk nezdinde saygınlıkları var. Hatta trafikte bile sığır sürülerinin önceliği söz konusu. Trafik durur köylü sürüsünü vakarla güder. Ayrıca İsviçre köylüsünün elinde her türlü modern tarım araç/gereçleri var. Evet, belki bizde de artık, "kara saban - bir tek öküz" muhabbeti mazide kaldı ancak tarım araç/gereçlerinin tedarik edilmesi için bizim köylümüz faizli kredilere bulaşma durumu ile karşı karşıya. Köylü üreticimiz zaten gereği gibi emeğinin karşılığını alamazken bir de faizli kredi borcuyla boğuşturulmaktadır...
Tarıma ve hayvanlığa elverişli bir coğrafyada yaşıyor olmamıza rağmen eti Sırbistan'dan, otu Bulgaristan'dan alıyor olmamız bizim için bir züldür...
Sonuç olarak ifade edecek olursak, başta Tarım ve Orman Bakanlığı olmak üzere bu konuda faaliyet gösteren Türkiye Tarım Ve Hayvancılık Platformu gibi STK'lar bu işe ivedilikle kafa yorup "ziraat ve hayvancılığın gelişmesine her türlü katkıyı sağlayacak" yeni yeni projelerle köklü çözümler üretilmelidir.