Evliliğe giden yolu tamamlayan unsur nikâh sözleşmesidir. Komün - ilkel toplumlar hariç bütün dinlerde ve medeniyetlerde nikâh akdi vardır. Seküler yönetimlerde bu zorunlu değildir. Dinler ise etik değer olarak nikâh akdini zorunlu kılar. Zira bütün dinlerde aile kutsal bir müessesedir. Kurulan yuvanın kutsiyeti ve bağlayıcılığındaki duygusal etkin güç hikâh ile kaimdir. Aidiyet duygusunun pekişmesi elbette ki sevgi iledir fakat nikâh güçlü bir bağdır.
Nikâh olgusuna elbette mekanik bakamayız fakat nikâh iki taraf arasında, şahitlerin huzurunda ve Allah Teâlâ nezdinde bir yönüyle ticarî ortaklıktaki gibi tarafların birbiriyle müşterek bir yola koyulmalarıdır. Bu ortaklıktaki yürünecek yolun niyet ve emeli pazara kadar değil mezara kadardır. Ticarî ortaklıkta nasıl ki sözleşme kurallarına riayet asıl ise evlilikte de tarafların birbirlerine taahhütleri vardır ve bunlara riayet etmek ahlâken ve hukuken zorunludur. Bunlar tam detayları ile şeffaf bir şekilde baştan konuşulmalıdır. Eş olacak kişiler arasında kalmak koşuluyla herkes neyi var neyi yok geçmişiyle, günceli ve geleceği ile mahrem sayılabilecek eksi ve artılar masaya yatırılmalı. Bazısı maziyi önemser, bazısı önemsemez. Fakat mazi günceli geleceğe taşıyan köprü mesabesindedir. İyi ve sağlam bir yuva kurmak isteyen her aday, her namzet güncelde olduğu gibi mazidede temiz bir geçmiş arar. Taraflar birbirlerine açık ve şeffaf olmalı. İleride üçüncü şahıslardan duyulacak gizlenmiş vakıalar ve olgular taraflarda güven sarsıcı niteliğe bürünür. Bu da hiç hoş sonuçlar doğurmaz. Hatta fiziksel ve sağlığa tekabül eden hususlar ibraz edilmeli ki karşı taraf kabullenecekse bu hâl ile kabullenmeli. (Fıkhî olarak bu konular literatürümüzde mevcuttur.)
Her şeyden önce gizlemek harama ve kul hakkına girer. Bu gibi durumlar aynı zamanda sirkat gibidir, yani maddî - manevî evlilik vesilesiyle elde edilen zahiri haklar aslında sirkat ile elde edilmiş olmaktadır. Zira kişinin evlilik ile hak sahibi olduğu her türlü imkânlar yalanla elde edilmişse bunlar zehir-zıkkım olarak onun günah defterine işlemektedir. Kişi “hatamla, eksiğimle, kusurumla sev beni” diyorsa bu bir erdemdir ve olması gereken de budur. Kabul eden de öyle kabul etmelidir ve kabullenilmiş olgular gelecekte asla yergi ve tahkir malzemesi yapılmamalıdır. Hatta o gibi konuların üzerine sünger çekilmeli ve asla gündeme getirilmemelidir. Kabullenilmiş olumsuzlukları malzeme yapmak kişilik bozukluğundan ve pespayelikten başka bir şey değildir...
Bugün var mıdır bilmiyoruz ama geçmişte Anadolu’nun bazı beldelerinde kız aday hamama götürülüp fiziki yapısı teftiş edilirmiş. (Pes doğrusu!) Demek ki gelin adayı hakkında en ince teferruata kadar bilgi edinilmeye çalışılırmış. Erkek ise, haylazlıktan tutun her türlü zıpırlığa varasıya dek negatif meziyetleri pek görülmez. İyi bir gelin adayı bulup, “Ya bizim oğlan biraz haylaz ve ufak tefek kötü huyları da var ama şu iyi hanım - hanımcık kızımız ile onu everirsek, o kız onu adam eder” diye beklenti içerisine girebilmektedirler. Genellikle bu tür evliliklerde damat adayının maddî imkânları göz önünde bulundurularak nice kızcağızların hayatları karartılmaktadır. Kız istememesine rağmen ikna odaları oluşturularak bir şekilde kabule zorlanmaktadır. Bu tür anne-babalar büyük bir veballe çocuklarının dünyalarını karartıp, adeta onları ateşe atmaktadırlar.
Evlilikliğin temeli karşılıklı rızaiyet, karşılıklı sevgi ve ülfete dayanır. Zorla güzellik olmaz. Bu tür evlilikler hayatı zindan eder. Gün gelir tahammül sınırları aşılır ve bu zindandan kurtulmak için gönül kapıları aralanır, dışa açılır. Bu ise çok daha büyük musibetleri beraberinde getirir. Şiddet olaylarının veya kadın cinayetlerinin temelinde yanlış evlilikler yatmaktadır.
Elbette iyi bir yuva kurmanın ve birlikteliğin devamını sağlayacak en önemli unsur sevgi ve güvendir. Aile yuvası aidiyet duygularının sağlamlığı ile yürür. Evlilik iş ortaklığının ötesinde 7/24 hayatın paylaşılması demektir.
Bakınız Lübnanlı ünlü düşünür Halil Cibran evliliği nasıl tanımlıyor: “Evlilik, sonsuz iki ruhun birleşmesidir. Ayrılığı ortadan kaldırırcasına, büyük bir aşkla birleşmektir evlilik. Sonsuz doğanın topraklarını beslemek için gökyüzünden inen yağmur gibidir evlilik.” (Çıkılamayan Yolculukların Dönüşü: S.78)
Evlilik birbirinin mütemimi olan iki eksik parçanın bir araya gelmesi ve hayatın içinde insicamla senkronize olmasıdır.
Meseleyi bir başka boyutu ile ele aldığımızda bugünkü evliliklerin çoğu adeta mekanik iş ortaklığına indirgenmiş. En ufak bir anlaşmazlıkta yolları ayırmaya teşebbüs edilmektedir. Böylesi durumlar sevgi yitiminden kaynaklanan tahammülsüzlüklerdir. “Onlar ki, Allah’a kesin söz verdikten sonra ahitlerini bozarlar ve Allah’ın emrettiği İlişkileri keserler ve yeryüzünde fesat çıkarırlar. İşte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.” (Bakara:27)
Yıkılan yuvalar toplumsal yozlaşmayı ve sosyal fesadı beraberide getirir. Boşanma hadiselerinden sonra ortalıkta kalan ve sıcak bir yuvaya hasret çocukların akibetini bir düşünün?
Ayrıca boşanma olayında sadece çocuklar değil, bizzat boşananların kendilerini de toplum nezdinde itibardan düşürmektedir. Elbette İslâm’da Hıristiyanlık’taki gibi “Katolik nikâhı” yoktur. Boşanmak son çaredir. Fakat boşanmak mubah olsa da İslâm toplumunda hoş görülmemektedir. Kadın olsun erkek olsun boşanan insana iyi gözle bakılmaz. Boşananlar marazlı görülür. Asıl olan zorlu sınavlara rağmen evliliğin sürdürülebilir olmasıdır. (Gerçi günümüzde o kadar çok boşanma hadisesi var ki, bu durumu da toplum yavaş yavaş kanıksamaktadır.)
Eşlerin birbirlerine karşı dikkat etmeleri gereken en önemli hususlardan biri de töhmet ve suizana sebebiyet verecek davranışlardan büyük bir hassasiyetle uzak durmalarıdır.
Bir özlü sözde şöyle geçmektedir: “Kendisini töhmet altında bırakacak işlere girişen kimse, kendisi hakkında kötü düşünenleri kınamasın.”
Bazen eşlerin tutum ve davranışlarında suizan nitelikli öyle hâller olur ki, eşi buna anlam vermekte zorlanır. İç çeker, yutkunur ve suizannını belli etmemeye çalışır. Hüsnüzan için bahaneler üretir. Kendi kendini teselli etme çabasına girer. Kırgınlığını belli etmemeye çalışır, fakat bunu unutamaz; içinde, ruh dünyasında ukde oluşur. Bu ukde sahibine sıklıkla anlık izdüşümlerle negatif hatırlatmalarda bulunur. Şu hâlde siz siz olun güven zedeleyici, suizana sevk edici tutum ve davranışlara asla mahâl vermeyin. Zira bazı davranışlar vardır ki, hayat ortağınızın sadece yaşamını etkilemekle kalmaz, hayatını allak bullak eder, ruhen örselenir fakat siz ise bunun farkında bile olmazsınız. Örneğin, eşiniz size makul, mümkün ve meşru bir teklifte bulunuyor. Ve bu teklif sizi zorlayacak, sizin tahammülünüzü, sizin gücünüzü aşacak nitelikte değil. Buna rağmen siz nobranca veya dominantça bir tutum sergileyerek “hayır” diyerek reddiyede bulunuyorsunuz! Böylesi durumlarda “hayır” demek marifet değildir. Bu tür tavırlar çok anlamsız, çok üzücü ve hayal kırıklığı yaşatıcı niteliktedir. Bazen siz eşinizi suizana ittiğinizin gayet farkındasınızdır. Çünkü verdiğiniz cevaplar eşinizin suizanda bulunma ihtimalini düşünerek o kapsamdaki olasılıkları absorbe etme içerikte yanıtlar vermektesiniz. Kısaca ifade edecek olursak, İslâm’da temel bir prensip olarak suizanda bulunmak haramdır fakat aynı zamanda insanları suizana sevk etmek de günahtır.
Suizanlara sebebiyet verecek davranışlara sadece eşler arası değil, aile, akraba, komşuluk ve sosyal ilişkilerinde de dikkat edilmesi gereken bir husustur. Özellikle konumuz olması hasebiyle evlilik hayatında en çok dikkat edilmesi gereken konuların başında suizana sevk edici tutum ve davranışlardan hassasiyetle uzak durmaktır. Bir ailenin hayat yolculuğunda istikrarlı bir şekilde yoluna devam edebilmesi güven sarsıcı, töhmet altına düşürücü tutum ve davranışlardan uzak durmaktan geçer.
Ayrıca buna ek olarak diyebiliriz ki, sevgi ve güvenin sarsılmasında en büyük etken edep ve mahremiyet sınırlarını aşan rüküş ilişki biçimleridir. Günümüz postmodern toplumlarında dikkate alınmayan ilişki biçimlerinin başında mahremiyet alanını aşan lakayt ve ölçüsüz samimi davranış kalıplarıdır. Ne yazık ki, dindar diye bilinen sınıfta da bu tür rüküş hâller görülebilmektedir. Özellikle kadınların iş hayatında etkin bir şekilde rol almaları bir takım olumsuzlukları da beraberinde getirmektedir. Elbette kadın başta sağlık ve eğitim olmak üzere sosyal hayatta kendilerine taalluk eden vazifeleri vardır. Fakat bugün kadınların iş hayatında öyle bir merhaleye gelinmiş ki, asistan ve sekreterlik adı altında tek kişilik ofislerde namahrem erkekle aynı ortam rahat bir şekilde paylaşılmaktadır. Yine dış İlişkiler gereği namahrem mesai arkadaşı ile seyahat edilebilmekte ve iş görüşmelerine gidilmektedir. Bütün bunlar Müslüman aile yapısına uymayan durumlardır. Sonuç olarak ifade edecek olursak, nikâh demek aile demektir, aile demek mahremiyet demektir. Mahremiyet sınırları aşılacak olursa ne nikâh kalır ne aile. O halde ailenin muhafazası ve kutsiyeti asıldır. Bu olmazsa hiçbir şey olmaz ve her şey allak bullak olur. Bugün toplumumuzda vuku bulan aile içi şiddet, boşanma hadiseleri ve kadın cinayetlerinin yoğunluğu nasıl bir erozyona uğradığımızı ortaya koymaktadır. Aile Ve Çalışma Bakanlığı, STK’lar, aydınlarımız, akademisyenlerimiz, irşad ve eğitim müesseseleri bu işe ciddiyet ve ivedilikle eğilmelidirler. Aileler çözülüyor, yuvalar yıkılıyor. Kadın sığınma evleri (mor çatılar), yetimhaneler palyatif - pansuman çözümden başka bir şey değil. “İstanbul Sözleşmesi” ise hiç çözüm değil, tam aksine aile kurumumuza yönelik bir tehdittir..
Merhum Erbakan Hocamız’ın 40 küsur yıllık siyasî hayatı boyunca kullandığı üç slogandan ilki “Önce ahlâk ve maneviyat” idi, bunu anlayalım lütfen.