Başlığımız Zâriyât Sûresi’nin 50’nci ayetinden mülhem.. Ayette geçen “fe firru” ifadesi Türkçe’de kullandığımız “firar” kelimesi ile aynı anlama gelmektedir. Bu nedenle bazı meallerde bu söz “Allah’a firar ediniz" diye geçmektedir. Bir başka ifade biçimi ise “Allah’a sığınınız” olarak da tercüme edilmektedir. Sonuç itibariyle Allah’a doğru koşmak, Allah’a doğru firar etmek ve Allah’a sığınmak aynı anlamlara gelmektedir. İnsanoğlu bir yönüyle dünya gurbetinde mülteci hayatı yaşamaktadır. Şu hâlde insanın menşei Allah'a dayandığına göre, sığınacağı ve iltica edeceği yer de Allah olmalı değil mi? "İnna lillahi ve inna ileyhi raciûn." (Biz Allah'tan geldik ve yine Allah'a döneceğiz.) (Bakara: 156) Bizim bu dönüşümüz sadece mevta olduktan sonra değil, dünya hayatındayken de olmalıdır.
Bakınız, terminolojik olarak Müslüman kelimesi “Allah’a teslim olan” demektedir. Müslüman kişi Allah Teâlâ’nın hüküm ve yasalarına kayıtsız şartsız teslim olan kimsedir. Bu teslimiyet dünya hayatındayken olmalı. Bizim yeryüzündeki varlık sebebimiz budur. Yüce Rabbimiz buyuruyor ki: "Ben insanları da cinleri de bana kulluk etsinler diye yarattım." (Zariyat: 56) Oysa günümüzde kendilerini İslâm’a isnat eden nice insanların tam aksi istikamette bir tutum sergileyerek Allah’tan, Allah’ın hüküm ve yasalarından kaçtıklarını, nefislerine veya beşerî ideolojilere kulluk ettiklerini görüyoruz. Bakınız bugün Müslüman ülkelerin çoğu beşerî ideolojilerin tasallutu altında. Bu ideolojiler insanlara Allah Teâlâ'nın hükümleri muvacehesinde bir yaşam biçimi sunmuyor, tam aksine nefsanî arzulara uygun bir hayat ve tüketim anlayışı dayatıyor. Özellikle bugün dünyada revaçta olan vahşi kapitalizmin sunduğu yaşam biçimine bakın, tam da insanın nefsine hitap etmektedir. Modası ile, müstehcenlik ve tüketim anlayışı ile pespaye ve hazza dayalı bir yaşam en sinsi yöntemlerle sunulmaktadır.
Bugün sokaklarımızda gördüğümüz manzara İslâm toplumunda olmadığımızın kanıtıdır. Sadece müstehcen teşhiratın yapıldığı kılık kıyafetle değil, ticaretten sosyal hayatın her alanına kadar Allah Teâlâ'dan fersah fersah uzaklaşıldığı görülmektedir. Ve ne yazık ki bu durum kanıksanmış vaziyette..
Kısacası bu kaçışın/bu inhirafın sonucu olarak İslâm medeniyetinden mahrum bir hayata dûçâr olmuş vaziyetteyiz. İslâm müesses bir nizama dönüşmediği takdirde bu yozlaşma ve bu kokulmuşluk devam edecektir. Eğitim sistemimiz, ders müfredatımız ve anayasal düzenimiz Allah'tan uzaklaşmış. Mer'i olan agnostik ders müfredatından dolayıdır ki bugün varılan nokta itibariyle genç nesil nihilizme temayül eder olmuş. Toplumun huzur ve insicamını teminat altına alan Allah Teâlâ'nın evrensel hukuk nizamından yüz çevrildiğinden dolayı her gün cinayetlere varan şiddet olaylarına tanık olmaktayız. İlahî hukuk ve erdem eğitimi boşluğundan dolayı ahlakî erozyon yaşanmaktadır. İlâhî hukuk sistemi ve yüce erdemleri baz alan eğitim formasyonu birbirinin mütemmimidir. Yasal boşluklar hukuksuzluğu, hukuksuzluk ahlâksızlığı tetikleyen unsurlardır. İlâhî müesses nizam, İslâm'ın "bütüncül paket program" olarak yaşanmasını zorunlu kılmaktadır. Zira, Üstad Atasoy Müftüoğlu'nun veciz bir şekilde dile getirdiği gibi, "Bir alana ağırlık verip diğer alanları ihmâl etmek bütünlüğü ihlâl etmektir." Hemen hemen bütün Müslüman coğrafyalarda durum bundan farklı değil. Yani benzeri savrulmalar ümmet geneline yayılmış vaziyette. Kısacası ümmet olarak İslâm medeniyetinden, dolayısıyla Allah Teâlâ'dan uzaklaşmış durumdayız. Bakınız Sevgili Peygamberimiz'in Medine'de 52 maddelik bir anayasa metni ile hukukun üstünlüğünü esas alarak pratize ettiği adalet temeline dayalı mükemmel medeniyet projesi biz İslâm ümmetine "usvet'un hasene" (Ahzâb: 21) (uyulması gereken güzel örnek) olarak sunulmuş bulunmaktadır. Bugün bunu hayata geçirmesi gerekenler de Müslümanlardır, İslâm ümmetidir.
İslâm yalın gerçekliği ile, özlem ve hasretle müntesiplerinden kucaklaşmayı, sahiplenmeyi beklemektedir. "O gün Peygamber der ki: 'Rabbim bu ümmetim Kûr'ân'ı mahcûr (terk edilmiş olarak) bıraktı." (Furkan:30)
Bu duruma düşmememiz için hem ailevî, hem toplumsal ve hem siyasî olarak içerisinde bulunduğumuz olumsuz koşullardan ve ataletten kurtulmamız için öz değerlerimize yönelmeliyiz, İslâm’a rücû etmeliyiz. İşte bunun vahiydeki karşılığı Allah’a firar etmektir, Allah’a sığınmaktır. Zira şu bir hakikat ki, “Allah’tan başka gerçek bir sığınak asla bulamazsınız.” (Kehf:27)Şu hâlde, "Fe firru ilallah."
Ne üzücüdür ki, bugün İslâm ümmetinin ezici çoğunluğu bu çağrıya kulak tıkamış vaziyette.
Oysa Rabbimiz Müslümanlardan yeryüzünde adaleti tesis etmeleri için (Hadid: 25) müesses bir düzen kurmalarını ve bu minvâl üzere erdemli ve faziletli davranışlar sergilemelerini (Al-i İmrân: 110) bekliyordu ve bu nedenle, “Fe firru ilallah” diyordu. Bir başka ifadeyle bu ilâhî çağrı, Allah Teâlâ'nın ipine sarılmayı ve bu şekilde güç birliğine gidip bir tek "İslâm Devleti" çatısı altında 57 ulus devlete bölünmüş olan İslam ümmetini birleştirmeyi ve oluşturulacak bu birliktelik sayesinde (Müslümanların gayri müslimlere de örnek olacak şekilde) insicamlı ve istikrarlı bir hayata kavuşturmayı hedeflemektedir.Selâm olsun hidayete tabi olanlara, selâm olsun Allah’a firar edenlere...