Gün geçmiyor ki cinayet haberlerine tanık olmayalım. Özellikle "İstanbul Sözleşmesi'nden sonra kadın cinayetlerinde artış olduğu gözlemlenmektedir. Anlaşıldığı üzere çözüm Avrupa kriterlerinde değil, ilâhî değerlerimizdedir.
Yüce Rabbimiz buyuruyor ki: "Yeryüzünde adaleti kaim kılmanız için Kûr'ân'ı ve mizanı indirdik." (Hadid:25) Şu hâlde Müslümanlar adaletten sorumludur. Müslüman bir baba aile bireylerine karşı adil olması gerektiği gibi, İslâm toplumundaki mahkemeler/ savcı ve hakimler de adil olmak zorundadır...
Peki adalet ve adil olmak nedir diye soracak olursak, "Bir şeyin yerli yerinde olması, hakkın yerini bulması" demektir. Bir başka deyişle, kozmik âlemde olduğu gibi sınırlarını Yüce Yaratıcımız'ın belirlediği "olması gereken şey" diye tarif edebiliriz. İnsanların anlayışında ise adalet kriteri ve adil olma vasfı farklılık gösterebilmektedir. Beşerî sistemlerde uygulanan hukuk anlayışının farklılığı gibi..
Örneğin adaleti ihlâl eden birine verilecek ceza işlenmiş olan suçun telafisi ile orantılı olmalıdır. Ki bazı suçlar vardır ki telafisi bile mümkün değildir, ancak en azından zulme uğrayanı teskin edecek nitelikte olmalıdır. Örneğin bir katile verilecek ceza ne olursa olsun maktulün ailesini mutmain etmeyecektir; fakat misli ile (kısas ile) verilecek ceza kısmen de olsa mağdur olan maktül yakınlarını teskin edecektir. Kısas uygulanmayan ceza adil olmamakla birlikte maktulün ailesini demoralize edip hüzne boğacaktır. Düşünün, bir cani masum bir kız çocuğuna tecavüz ediyor ve akabinde onu öldürüyor. Devlet ise bunu güvenli bir yere (hapishaneye) yerleştirip bir ömür boyu günde üç öğün yemek ikram ediyor, yani bakıp besliyor. Devlet böyle bir tutumla o katil kişiye adeta şunu söylüyor: "Bak ey katil kişi! Sen bu cürmü işlediğinden dolayı maktulün ailesi intikam hırsı ile peşine düşebilir. Hatta seni gördüğü yerde öldürebilir. Öyleyse gel seni bulamıyacakları güvenli bir yerde saklayalım. Sana günde üç öğün yemek ikramımız olacak, canın sıkılmasın diye sırtüstü yattığın yerden televizyon izleyip keyfine bakacaksın. Hatta ileride bir af bahanesiyle seni dışarı da çıkarabiliriz. Sen burada güvenlik içerisinde keyfine bak." Evet kısas uygulanmayan devlet, katil kişiye adeta bunları söylüyor. Peki adalet bu mudur? Ne yazık ki Avrupa kriterlerini baz alan birçok devletin adalet anlayışı budur. Bu nedenle olsa gerek (affına sığınarak) Üstad Ramazan Deveci adalet hakkında şu ifadeyi kullanıyor: "Hiçbir şey adaletsizlik kadar korkunç olamaz." Bugün bu topraklarda yaşayan binlerce maktül yakınları bu duyguları taşıyor. Adaletin tahakkuk etmediği yerde zulüm vardır, hem de korkunç bir zulüm. Adalet ve adil davranışlar aynı zamanda toplum güvenliği ve huzuru için bir teminattır.
Her ne kadar başkalarına atfetseler de, "Adalet mülkün temelidir." diyen İmâm Ali'dir. Adalet mülkü ayakta tutar. Adaletin olmadığı yerde mülk sarsılır ve anlamını yitirir. Böylesi bir ortamda insicam ve huzur yoktur, sadece zulüm vardır... Zulmü ve adaletsizliği başlığımızla ilintili olarak açıklayacak olursak: Ontolojik anlamda insan başlı başına saygınlığı olan bir varlıktır. Allah Teâlâ insanı "eşref-i mahlûk" (yaratılmışların en şereflisi) olarak hâlk etmiştir. Şu hâlde insana "muazzez" bir varlık olarak bakmak ve saygınlığına halel getirmeyecek bir şekilde ihtiram ve ihtimam göstermek gerekmektedir. Yüce dinimiz insanın kutsiyetine halel getirilmemesine ilişkin mükemmel ölçüler koymuş. İster aile içerisinde, ister sosyal münasebette "surat ekşitmek ve kızgın bakmak" haram, (Abese:1), ses tonunu yükseltmek haram, (Lokman:19). Basit gibi görülen bu iki kriter aslında hem aile içerisinde, hem sosyal hayatta huzur ve insicamın teminatıdır. Zira bu iki ilkeye insanlar riayet etmiş olsa ne aile içi şiddete ne sosyal yaşamda cinayetlere varan gerginliklere tanık olurduk. Elbette yüce dinimiz nezaket kurallarına ilişkin bir takım tavsiyelerde bulunurken diğer taraftan da toplumsal huzur ve güvenliğin teminatı için bir takım hukuk normları vaz etmiş. Biz İslâm ümmeti için "usvetun hasene - güzel örnek" (rol-model) olan Sevgili Peygamberimiz Medine'ye hicret ettiğinde ilk iş olarak oradaki toplumun önde gelenleriyle, aşiret ve dinî cemaat liderleriyle, kısacası kanaat önderleriyle bir araya gelip görüşmelerde bulunuyor. Günlerce süren münazaralardan sonra mutabakata varılıyor ve oluşturulan konsensüs ile 52 maddelik bir anayasa metni hazırlanıyor. Oluşturulan bu anayasal düzende ilk iş olarak insanların birbirine olan saygınlığını sağlamak ve can güvenliğini teminat altına almak için uzun süredir var olan kan davaları kaldırılıyor. Can güvenliğinin teminat altına alınması için ise Allah Teâlâ'nın vaz etmiş olduğu "kısas"a ilişkin cezaî müeyyideyi yürürlüğe koyuyor. "Kısasta sizin için hayat vardır, ey akıl sahipleri, umulur ki sakınırsınız." (Bakara:179)
"Kısasta hayat vardır"dan kasıt "kısasta hayatın teminat altına alınması" vardır. Çünkü öldürme cürmününü işlemeye teşne biri kendisinin kısas edileceğini bildiğinde mutlaka otokontrol muhasebesi yapacaktır. Kısas en büyük caydırıcı etkendir. Cana can olarak infaz edileceğini bilen insan bu işi hangi cüretle yapar? Bu mümkün mü? Mesele aslında bu kadar basit. Avrupa Birliği'ne girme hevesiyle Kopenhag kriterleri baz alınarak "uyum yasaları" adı altında idam cezasını kaldırdılar. Elbette mesele sadece bu ceza yasasının yürürlükte olup olmadığı değil. Zira bu müesses rejim içerisinde idam cezası birileri için zulüm aracına dönebilir. Asıl mesele yasama, yürütme ve yargı organlarının tümden hayat rehberimiz Kûr'ân ile uyum ve insicamı sağlayacak bir şekilde senkronize olmasıdır. Bu bir yadsınamaz gerekliliktir. Zira bu bir imânî vecibedir. "Siz insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz. İyi olanı tesis eder, kötü olanı bertaraf edersiniz." (Âl-i İmrân:110)
Bu vecibe ancak ve ancak Kûr'ân kükümlerine hayatiyet kazandırılırsa tahakkuk eder. Beyler şunu iyi bilin ki, bugün yaşanan İslâm, İslâm değil.
İslâm kültürel bir renk ve aksesuar değildir. İslâm Allah Teâlâ'nın rengidir. (Sibgatullah) Bu renk hayatın her alanını boyamalıdır. Beşerî ideolojiler bizim boyamız değildir. En iyi boya Allah'ın boyasıdır. "Allah'tan daha güzel boyası olan var mıdır?" (Bakara:138)
İlâhî boya ahlâkî kriterler manzumesi olmakla birlikte aynı zamanda bir yönetim şeklidir. Bu yönetim şeklinde hayatın teminat altına alınması vardır. Yani kısasta hayat vardır.