İnsani ilişkileri zedeleyen en hassas davranış kalıplarından biri de suizan olsa gerek. Genel olarak bu günah olgusu iki kişi arasında geçmektedir. Biri önyargıda bulanan kişi, diğeri ise suizana muhatap olan birey.
Yüce dinimiz ise her iki muhataba bir takım kriterler sunmaktadır ki, itibar yitimi ve marazın önüne geçilmiş olsun. Zira bu tür marazlar ve itibar yitimi insani ilişkilerde de fitnelere sebebiyet vermektedir. “Suizanda bulunma.” (Hucurat:12) “Suizana vesile olacak davranışlardan uzak dur.” (Hadis) Görüldüğü gibi bu olayın iki netameli varyantı vardır. Eğer insanlar bu kriterlerden bi haber ise olumsuzlukların ve küskünlüklerin vuku bulması kaçınılmaz olmaktadır.
Menfaat ve çıkar ilişkilerinin ön plânda olduğu bir zaman diliminde yaşadığımız izahtan varestedir, kimse inkâr edemez. Böylesi bir ortamda “mütedeyyin” olarak bilinen insanlar daha hassas ve daha temkinli olmalılar. Zira bir şekilde nefsine uyup karşısındaki insana önyargı ile bakan ve ithamda bulunan şahıs, muhatabına aidiyet değerleri ve dindarlığı üzerinden saldırabilmektedir. Kısacası bu vesile ile toplumda dindar insanların olumsuz özelliklere sahip olduğu algısı oluşturulmaktadır. Bazıları bu art niyetlerini isim vermeden sosyal medyada paylaştıklarında dindar insanımıza ve dine düşman olanlar “mal bulmuş mağribi” gibi hemen bodoslama yorumlar yapmakta “beğeni” tıklamaktadır. Elbette ki İslâm fıkhına göre suizan haram olmakla birlikte, suizana vesile olmak da haramdır. Bu vecihle Müslüman birey her iki duruma karşı dikkatli olmalıdır. Fakat bir şekilde insanların suizannına sebebiyet verecek bir davranışta bulunulmuş ise mutlaka telafi yoluna gidip (daha önce yaşanmış benzeri örnekler verilerek) “yanlış anlaşılma” vuzuha kavuşturulmaya çalışılmalıdır. Eğer karşı taraf karine ve iddiaları reddedip art niyette ısrarcı ise, suizana sebebiyet verenin işi zorlaşmaktadır. Çünkü karşı taraftakinin böylesi durumlarda hüsnüzanda bulunması dinen farz olmasına rağmen bu bilgiden bi haber ise tartışma ve gerginlik kaçınılmaz olmaktadır.
Bu durumda ithama muhatap olan kişi karşısındakinin töhmet içerikli ısrarcı iddialarına rağmen iknada başarılı olamayınca “iyi ki ahiret var” deyip işi Allah’a havale etmesi kaçınılmaz olmaktadır. Töhmet ve ithamlara maruz kalan kişi şöyle bir serzenişte bulunmalıdır: “Sevgili kardeşim ben seni de kendimi de Allah’a havale ediyorum. En adil ve en iyi hüküm verecek olan Allah’tır.” Sonuç olarak ithama muhatap olan kişi kendisinden emin ise karşısındakine ikna konusunda şöyle bir fırsat vermelidir: “Ben sizi yanlış anladım ve beni de yanlış anlamanıza sebebiyet verdim. Bu konuda beni mazur görün.” Ancak hâlâ ikna olunmuyor ve ithama devam ediliyorsa, karşınızdaki muhatabınıza beddua da bulunma şansı verin ve size şöyle desin: “Kendi menfaatin ve karşındaki kişinin zarar görmesi için ithamda bulunduğum şekliyle bize yalan söylüyorsan Allah senin belanı versin. Yok eğer senin iddiadanın hilafına ben sana iftira atmış oluyorsam Allah benim belamı versin.” Bu tür beddua elbetteki hoş ve etik değil ancak karşı tarafın kalbi mutmain olsun diye bu fırsat ona verilmeli. İthama maruz olan kişi ise akrabalık veya komşuluk bağını gözeterek özveride bulunabilir ve şöyle der: “Beddua hakkım ben de mahfuz olmakla birlikte ben bu hakkımı kullanmıyorum; siz ise kullanıp kullanmamakta serbestsiniz. Allah’ın selameti ve rahmeti üzerinize olsun.” Şu hakikati bilmiş olalım ki; Dünya sınavımızın gereği olarak şeytan bu gibi durum ve olayları fırsata dönüştürüp kardeşlik ve insani ilişkileri zedelemek, küskünlük ve düşmanlıklara sebebiyet vermek için çabalamaktadır. Rabbimiz ise şöyle bir çarpıcı uyarıda bulunmaktadır:
“Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.” (Hucurat:12)
Allah Teâlâ bir başka ayet-i kerimede şöyle uyarıda bulunmaktadır: “Mümin erkeklere ve mümin kadınlara irtikab etmedikleri (bir suç) sebebiyle eziyet edenler, gerçekten bir iftira ve açık bir günah yüklenmişlerdir.” (Ahzab:58)
Rabbimiz iftira, itham ve tezviratlara maruz kalanları şöyle teselli etmektedir: “İnsanlardan incitici sözler işiteceksiniz, sabredenleri müjdele.” (Al-i İmrân:186)
İncitici söz sarfetmek erdem sahibi bir Müslümana asla yakışmayan davranıştır. Müslüman her şeyden önce nezaket sahibi olmalıdır. Kırıcı sözler kul hakkına girer. Ahirette olduğu gibi dünyada da bunun mücazatı vardır. Allah bu gibi kimseleri dünyada da itibarsız kılar. Müslümana yakışan emin, güvenilir ve doğru sözlü olmasıdır. Nezaket en büyük erdemdir.
Doğru sözlü olmamızla ilgili Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler, Allah’tan sakının ve sözü doğru söyleyin.” (Ahzab:70) “Doğru” olan ile ancak doğru söz söylenebilir. Şu hâlde doğru söz söyleyebilmemiz için doğru bilgiye sahip olmamız gerekmektedir. Doğru bilinen nice söz ve olgular vardır ki, yalan ve iftira kapsamındadır. Bu bedenle Rabbimiz şöyle bir uyarıda bulunmaktadır: “Ey iman edenler, eğer bir fasık, size bir haber getirirse, onu 'etraflıca araştırın'. Yoksa cehalet sonucu, bir kavme kötülükte bulunursunuz da, sonra işlediklerinize pişman olursunuz.” (Hucurat:6) Ayette görüldüğü gibi güvenilir karineler ve iyi tetkikler sonucu ulaşılmayan bir haberin doğruluğu tartışmaya açıktır ve asla malzeme konusu olarak kullanılmamalıdır. “Filanca şöyle dedi” veye “kulaklarımla duydum” demek yeterli değildir. Kulak ile duyulan sözün birçok farklı anlamı ve kast ediliş şekli vardır. Söylenen söz farklı amaçla söylenmiş olabilir. Ondan farklı anlamlar çıkarmak yerine karşınızdakinden izahat istemelisiniz. Zira sözü söyleyen kişi her şeyden önce töhmet altında kalmaması ve karşısındakini suizana sevk etmemesi için bu izahatı sarih bir şekilde yapmalıdır. “Eğer doğruyu söylüyorsanız delillerinizi getirin.” (Neml:64) Delil sunması için de ona fırsat verilmelidir. Daha önce duyduğunuz veya duyup çıkarsamada bulunduğunuz hususta asla ısrar etmemelisiniz. Ki buna da hakkınız yoktur zaten. Böylesi bir tutum her şeyden önce suizan ve önyargıda ısrar etmektir. Bu ise tamamen karşınızdaki kişiye beslediğiniz art niyet ve husumetten kaynaklanmaktadır.
Baştan beri izah etmek istediğimiz husus art niyet, suizan ve önyargı sahibini korkunç bir vebale sürükleyen kebâhir günahtır. Bugün toplumumuzda yaşanan arkadaşlık ve dostluk zedelenmelerinin ve akrabalık ilişkilerindedi kırgınlıkların-küslüklerin temelinde art niyet, suizan ve önyargılar yatmaktadır. Lütfen hassas ve itidalli olalım. Lütfen dikkatli olalım arkadaşlık ve akrabalık ilişkilerinin insicamı ve dirliği bunu gerektirmektedir. Son bir hususa daha temas ederek konumuzu noktalamış olalım: İnsan suizan ve önyargı sonucu tezvirat ve ithamlara maruz kalsa da hoşgörü ve af yolunu seçmelidir.
Zira bu tutum Allah Teâlâ’nın öğütlediği bir yöntemdir: “Sen af yolunu seç.” (A’râf:199) Hoşgörülü olmak, yumuşak davranmak Allah Teâlâ’nın rahmetini celbeder. Aksi tutum ise ziyandan ve kaybetmekten başka bir şey değildir. Önemli olan dostluk ve kardeşliği pekiştirmek ve kalıcı kılmaktır. Biz günlük hayatımızda Allah adına, İslâm adına olan mükellefiyetlerimizle ilgili neler yapıyoruz ona bakalım. Basit meseleleri kendimize dert edip husumet ve niza konusu yapmamalıyız. Müslümanın derdi bu değildir. Timurtaş hoca bir gün vaazında anlatıyor: “Hacı edendi ile yolda karşılaştım. Hışımlı ve hiddetli bir hâli vardı. ‘Hayırdır hacı ne bu telaş?’ diye sordum. Burnundan soluyarak, ‘Komşum olacak alçak benim tarlamın hududunu değiştirmiş, yerime tecavüz etmiş, gidiyorum onu mahkemeye vermeye’ dedi. Ben de ona, ‘ya hacı efendi senin başka derdin yok mu? Bak senin dinine, senin kutsallarına her gün tecavüz ediliyor, İslâm toprakları kan gölüne dönmüş, din kardeşlerin Filistin’de, Arakan’da ve daha nice yerlerde katliamdan geçiriliyor; hiddet ve gayretini buraya yönlendir’ dedim.” Ne yazık ki, günümüz Müslümanlarının çoğu basit konuları kendine dert ederek asıl sorumluluklarından inhiraf etmiş durumdalar.
Rabbim cümlemize basiretler versin.