Filistin toprakları 1917 yılında Osmanlının Birinci Dünya savaşında yenilmesi ile İngilizlerin eline geçti. Osmanlı döneminde başlayan Filistin’e yahudi göçü İngiliz manda yönetiminde daha da arttı.
1917 yılına gelindiğinde Filistin’de Yahudiler toplam nüfusun yüzde sekizini oluşturuyordu. Bu oranda Osmanlı döneminde göç ile gelen Yahudilerde vardı. Bu dönemde Yahudiler Filistin topraklarının sadece yüzde üçüne sahipti.
1947’e kadar sürekli dışarıdan göçlerle Yahudi nüfusu arttırılırken, zulüm ve katliam ve sürgünlerle Müslüman nüfusu azaltılıyordu. Siyonistlerin bu mücadelesi sonucunda 1931’de Müslüman-Hıristiyan Arap nüfusu, yüzde 81,6’ya gerilerken Yahudiler: Yüzde 16,9’a yükseldi.
1947 yılında BM kararı ile Filistin ikiye bölündüğünde, Filistinli Müslümanlar nüfusun üçte ikisinden fazlasını oluşturuyordu. Buna rağmen Müslümanlara Filistin’in yüzde 43’ü verildi. Nüfusun yalnızca üçte birini oluşturmalarına rağmen Yahudilere ise yüzde 52’si verildi.
İngilizler Filistin’de bulundukları süre içerisinde gayri meşru İsrail devletinin oluşması için her şeyi yaptılar. 15 Mayıs 1948’de İsrail devleti BM’de devlet olarak resmen ilan edildi.
Siyonist işgalci rejim 1967 savaşında Mısır'dan Sina Yarımadası'nı, Suriye'den Golan Tepelerini Ürdün’den Doğu Kudüs’ü aldı. Bu savaş sonrasında İsrail toplam 400 bin Filistinliyi topraklarından çıkardı ve binlercesini katletti. Filistinliler mülteci kamplarına mahkûm edildi vatanlarından sürgün edildi.
1967 savaşlarını kaybeden Araplar 6 Ekim 1973 tarihinde -Mısır ve Suriye- İsrail ile yeni bir savaşa giriştiler ama maalesef bu savaşı da kaybettiler.
1967 ve 1973 savaşlarını Araplar niye kaybetti.. Ben burada bunun nedenlerine girmek istemiyorum merak edenler Alptekin Dursunoğlu’nun Kayıp Direniş isimli kitabına bakabilirler.
İsrail’e 1967 ve 1973 savaşında yenilen Mısır 17 Eylül 1978’de İsrail ile Camp David Antlaşması’nı imzaladı.
8 Aralık 1987’de Filistin’de birinci intifada başladı.
Birinci intifadanın başladığı günlerde 1987 yılında Şeyh Ahmet Yasin, Abdülaziz El Rantisi ile birlikte İslami direniş hareketi Hamas’ı kurdu.
30 Ekim 1991 tarihinde ABD öncülüğünde Madrid’de Ortadoğu Barış Konferansı düzenlendi.
13 Eylül 1993’te Oslo Antlaşması imzalandı. Oslo anlaşması ile FKÖ ve İsrail karşılıklı olarak birbirlerini tanıma konusunda anlaştılar.
26 Ekim 1994’te İsrail ve Ürdün 45 yıllık düşmanlığa son veren barış antlaşmasını imzaladı. İslam ülkeleri İşgalci İsrail bir bir tanıyor gizli açık ilişki içerisine giriyorlardı.
2000 yılının Mayıs ayında Lübnan’da Hizbullah’ın direnişi karşısında tutunamayan işgalci İsrail tarihinde ilk defa askeri bir yenilginin sonucunda Güney Lübnan’dan çekiliyordu.
Kurulduğundan beri savaş kaybetmeyen İsrail ordusunun yenilmezlik efsanesi böylece çökmüş oluyordu.
28 Eylül 2000’de Sabra ve Şatilla Katliamını nedeni ile Beyrut kasabı olarak anılan Ariel Şaron’un, Kudüs’te Mescidi Aksa’ya saygısızca girmesi üzerine İkinci İntifada başladı.
İntifada boyunca İsrail hep orantısız güç kullandı. Göstericilerin üzerine hakiki mermi kullandı binlerce Filistinli şehit oldu.
27-28 Mart 2002’de önde gelen Arap devletlerinin bir araya geldiği Beyrut Zirvesi’nde İsrail - Filistin meselesi tartışıldı.
Arap barış planı adı ile zirvede İsrail’e, 1967 yılından bu yana işgal altında tuttuğu topraklardan çekilmesi, başkenti Kudüs olan Filistin devletini tanıması ve 3 milyon 800 bin mülteciye geri dönüş hakkı vermesi karşılığında normal ilişkiler kurulması teklif edildi.
2005 yılında artan direniş karşısında aciz düşen işgalci İsrail Gazze’yi kontrol etmekte zorlanmaya başlamıştı.
Ağustos 2005’e İsrail tek taraflı olarak Gazze ve Batı Şeria’nın bir bölümünden çekildi. Bu, igalci İsrail’in direniş karşısındaki ikinci yenilgisiydi.
Buraya kadar anlattıklarımızdan görüleceği gibi 2000 yılına kadar sürekli genişleyen ve girdiği her savaşı kazanan bir İsrail var. Bu süreç içerisinde Filistinliler ve bölge ülkeleri, İsrail ile bir şekilde mücadele içerisinde oldular yada mücadele ediyormuş gibi gözüktüler…
Filistin sorunu/ mücadelesi 1917 yılından buyana İslam dünyasında bir şekilde tartışılmaya devam ediyor.
Bugün Filistin sorunun çözümü için İslam dünyasında iki yaklaşım var.
Biri Direniş cephesi ki, İsrail’i devlet olarak tanımadığını ve denizden nehire bütün Filistin’in kurtuluşu için İsrail’e karşı direnişi esas alan bir mücadeleyi dillendiriyor. Hamas, İslami Cihad ve Hizbullah direniş cephesinin ilk akla gelen temsilcileri. Direniş cephesinin devlet olarak en büyük destekçisi ise İran İslam Cumhuriyeti.
Diğeri ise İsrail’i devlet olarak tanıyan Filistin toraklarında iki devletli bir çözümü söyleyen işgalci rejimle müzakere ve anlaşmalarla Filistin sorununa çözüm arayan FKÖ, Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye gibi ülkelerin ileri sürdüğü çözüm arayışı.
1947 yılında BM kararı ile Filistin ikiye bölündüğünde, bu kararı Yahudiler kabul etmiş ancak Filistinliler ve bölgedeki Arap ülkeleri kabul etmemişti.
1948 Yılında İsrail kurulduğunda İsrail’i tanımayan ve tanımayacaklarını ilan eden Arap ülkeleri süreç içerisinde birer birer İsrail’i tanımaya başladılar. Ve işgalci rejimle anlaşmalar yaparak Filistin topraklarında iki devletli çözümü savunur hale geldiler.
Bu uzlaşmacı anlayış şimdiye kadar direndik ancak çözüm üretemedik onun için çözümü müzakerelerde arayalım iddiasında.
Esasen sanılanın aksine bölge ülkeleri ve FKÖ liderliği, emperyalist güçlere ve İsrail’e karşı direnip savaşı kaybettikleri için Filistin’i kaybetmediler tam aksine hiç direnmedikleri için kaybettiler.
Bunun en büyük göstergesi 2000 yılının Mayıs ayında Lübnan’da Hizbullah’ın direnişi karşısında tutunamayan işgalci İsrail’in tarihinde ilk defa askeri bir yenilginin sonucunda Güney Lübnan’dan 2005 yılında Hamas’ın diğer direniş örgütlerinin mücadelesi sonucunda Gazze’den çekilmesidir.
Görüldüğü gibi direniş kazandırmış ancak, 1993 yılında başlayan Oslo süreci sonrasında işgalci İsrail Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te sürekli yeni yerleşim yerleri açarak işgale devam etmiştir. Oslo ile başlayan müzakere süreci Filistin mücadelesine bir şey kazandırmadığı gibi işgalin devamına da engel olamamıştır.
7 Ekim’de başlayan Aksa Tufanı operasyonu direnişin tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Çünkü direniş ilk defa bu kadar büyük ve kapsamlı bir şekilde İşgalciye saldırmış bulunuyor. Şimdiye kadar genellikle savunmada kalan direniş işgal edilmiş Filistin topraklarına yönelik olarak saldıran taraf olmuştur.
Aksa Tufanı karşısında işgalci Siyonist rejim uzun süre kendine gelememiş daha sonra ise tüm savaş hukukunu hiçe sayarak ölçüsüzce Gazze’ye saldırarak kadın çocuk katletmektedir.
İsrail’in böylesi bir hezimetten sonra böylesine çılgınca saldıracağını bildiği halde direniş bu saldırıyı niye yaptı?
Bu soruyu sorup sonra direnişi suçlayanların unuttukları şey Filistin’de Müslümanları normal bir hayat yaşıyor olarak düşünmeleridir.
İşgal edilmiş Filistin topraklarında Müslümanlar her gün ama her gün işgalci Siyonist İsrail’in eşsiz zulümleri ile karşılaşıyorlar. Filistin için her yıl hatta her ay şu kadar çocuk öldü şu kadar Filistinli şehit oldu yada tutuklandı diye raporlar hazırlanıyor. Ne yazık ki bu durum batı ülkeleri tarafından sadece bir istatistik değerleri olarak görülüyor.
İslami Direniş Aksa Tufanın yapılış gerekçesini sayarken 3 önemli noktaya öne çıkardı.
Birincisi Mescid-i Aksa… Siyonist İsrail son dönemde Mescid-i Aksa yönelik saldırıları arttırmış bulunuyor.
İkincisi Filistinli mahkumların durumu… Filistinli mahkumlar İsrail zindanlarında o kadar ağır işkencelere maruz kalmaktadırlar ki sanki her gün defalarca ölüm değirmeninden geçiyorlar. Düşünün ki bazıları 13 yıldır 1,5 metrelik hücrede tutuluyor, bazıları da dışkı dolu hücreye konuluyor. İşte bu mahkumlar direnişin kendileri için hiçbir yapmadığını düşünmeye başlamış olabilirlerdi. Direnişin bu mahkumları kurtarmak için bir şeyler yapması gerekiyordu.
Üçüncüsü beklide en önemlisi Siyonist İsrail’in Gazze’ye yönelik bir saldırı planı içerisinde olması ve Direniş çevrelerin bu düzlemde bilgiye ulaşmış olmaları. Hatırlarsak önemli bir neden olmadan İşgalci İsrail 2008 yılında da Gazze’ye korkunç kapsamlı bir saldırı gerçekleştirmişti.
Bugün Aksa Tufan’ından sonra İşgalci İsrail’in saldırıların 23. Günü işgalci dengesizce saldırıyor ancak İsrail’in bu savaşın galibi olduğunu söylemek mümkün mü?
Bu konuda Alptekin Dursunoğlu’nun değerlendirmeleri şöyle:
"Savaş sivil öldürmek için değil öngörülen siyasi hedefleri gerçekleştirmek ve düşmana caydırıcılık dayatmak için yapılır. 21. gün biterken direnişin hala ilk günkü kadar füze atabilmesi ve İsrail'in kara saldırısına cüret edememesi karadan girme çabalarında başarısız olması savaşın kimin lehinde seyrettiğini gösteriyor.
İsrail rejimi 1948'den beri işgal ve tehcire dayalı bir yayılma stratejisi izledi ve varlığını bunun üzerine kurdu. Ancak şu an tehcire karşı tehcir denklemiyle karşı karşıya. Gazze'yi küçültme hedefi açıkladı ama hem kuzeyde hem güneyde yerleşimlerini boşaltarak kendi küçülüyor. İşgalci İsrail Gazze ve Lübnan sınırına yakın yerleşim yerlerini boşaltarak 130 bin kişilik bir çadır kent kurmuş bulunuyor.
İsrail rejimi kara harekatı ile direnişi tamamen yok edip yeni bir caydırıcılık denklemi yaratamazsa mevcut küçülme sürecinin durmasını engellemesi imkansız. Bu ise Siyonistlerin İsrail'in varlığına dair temel tezinin çöküşü anlamına geliyor.
Siyonistler, İsrail'in var olma zorunluluğunu 'dünyada güvenlik içinde olmayan Yahudilerin güvenliğini sağlayan sığınak' olma misyonuyla izah ediyor. Aksa Tufanı sonrasında İsrail, Yahudiler açısından dünyanın en güvenliksiz yeri haline geldi.
İsrail'i dünyanın herhangi bir yerindeki Yahudi için cazip kılan Batı Şeria ve Gazze cehenneminin yanı başında inşa edilmiş ayrıcalıklı yerleşimlerde cennet hayatı yaşama hevesiydi. Ancak tehcire karşı tehcir denklemi artık cennetlerinin bekasını tehdit ediyor.
Tehcire karşı tehcir denklemi dışarıdan Yahudi göçünü durduracağı gibi, tersine göçe de sebep olacağı için İsrail rejiminin varlığını tehdit ediyor. Bu yüzden Aksa Tufanı savaşının galibi kimin daha fazla adam öldürdüğüyle değil, kimin denkleminin geçerli olacağıyla anlaşılır." Diyor Alptekin Dursunoğlu…
Bence de önemli tespitler bunlar.
Cuma günü akşam Gürkan Zengin Haber Türk’te, Hamas Aksa Tufanı ile Gündemden düşen Filistin meselesini yeniden dünyanın birinci gündemi haline getirdi. Amerika ve İsrail’in büyük emek verdiği İbrahim anlaşmalarının en azından şimdilik rafa kaldırılmasını sağladı. Dedi.
Savaş henüz bitmedi birçok masum insan, Filistinli kardeşimiz şehit oldu. Ancak tüm bunlara rağmen bugün için direnişin hedefleri açısından Aksa Tufanın bir zafer olduğunu söyleye biliriz. Evet Aksa tufanı direniş açısından bir zaferdir. İşgalci İsrail'in alçak saldırıları sonlandığında da direnişin tarihinde önemli bir zafer olarak yerini alacaktır...
Aksa Tufanı’nın mücahitlerini ve tüm Filistin ve direniş şehitlerini selamlıyorum…