İnsan rabbimizin yaratılmışların halifesi olarak yarattığı en mükemmel varlık. Özünde çok yüce özellikleri taşımakla birlikte, çok adi ve aşağılık özellikleri de sahip. Yüce yaratıcının ifadesi ile “insanı en mükemmel şekilde yarattık. Sonrada onu en aşağılık hale getirdik.”
Ali Şeraiti insanı tanımanın önemini belirtirken şöyle der; “ Her türlü medeniyeti vücuda getirmeden önce, her kültürü ve her öğretiyi insan için ortaya koymadan önce insanı tanımalıyız. Ama ne yazık ki insandan başka her şeyi tanıyoruz”
Dr. Alexis Carrel İnsan denen meçhul; isimli eserinde insanın tanımanın zorluğunu anlatır, ve bugün bilim adamlarının insanı tanıyamadığını ifade eder.
Muhiddini Arabi “Nefsini bilen rabbini bilir” derken bir anlamda insanı tanımanın Allah’ı tanımayı getireceğini ifade etmiş olur.
Bediüzzaman insanı küçük bir kainat olarak nitelendirir.
Tüm bu ifadeler insanı genel olarak tanımanın zorluğunu anlatır. İnsanı genelde tanımak ne kadar zor ise, özelde de tanımak o kadar zordur. Çok yakın tanıdığımızı zannettiğimiz kimi dostlarımızın, bazı davranışlarını gördüğümüzde hayal kırıklığına uğruyor ve onu hiç tanımamışım meğer o benim zannettiğim gibi biri değilmiş diye biliyoruz. Genel olarak insan gerçeğini ne kadar iyi tanırsak, özeldeki hayal kırıklığımız o kadar az olur.
Atasoy Müftüoğlu’nun anlatımında “Tanışmak, birlikte başlamaktır, birlikte bitirmektir. Birlikte solumak, birlikte duymak, birlikte yürümek, birlikte dayanmak, birlikte katlanmaktır tanış olmak. Tanış olmak, birlikte bütünleşmektir. Yürekleri birbiri içinde eritmeksizin tanışmak olmaz. Gövdelerin birbirini tanımasına, tanışma demek olmaz. Tanışmak, katılmaktır, katmaktır, yüklemektir ve yüklenmektir. Katılmıyorsanız, katmıyorsanız, yüklemiyor ve yüklenmiyorsanız, tanışmıyorsunuz demektir.” Üstadın bu sözleri insanı genel olarak tanımaktan çok özel tanışmaları birlikteliklere götürmeyi anlatır.
Kuran bize iyi ve kötü vasıfları ile insanı tanıtır. Bunlara girerek yazıyı fazla uzatmayı düşünmüyorum. Benim asıl vurgulamak istediğim nokta aynı insanın, çok yüce davranışlar, çok büyük fedakarlıklar gösterdiği gibi, çok adi, çok basit davranışlarda göstere bildiği. Bunun örneklerini çevremizde belki de kendimizde görebiliyoruz. Bu durum insanın fıtratında var. Bir anlamda böyle bir tavır belki de çok anormal görülmemelidir.
İnsanın içinde bulunduğu şartlar ve ruh dünyası onun çok farklı davranışlar ortaya koymasına sebebiyet vermektedir.
Hz. Ömer’in Peygamberimizin vefatında ortaya koyduğu iki tavrı ben anlamakta hep zorlanmışımdır. Birincisi; Peygamberimiz hasta yatarken vasiyetini yazmak istemiş, Hz. Ömer bize Kuran yeter diyerek Peygamberimizin vasiyet yazmasını istememiştir. Aynı Ömer Peygamberimiz vefat ettiğinde eline kılıcını alarak “Peygamberimiz ölmedi, kim peygamberimiz öldü derse başını gövdesinden ayırırım” demiştir. Hz. Ömer gibi bir insandan birbirine zıt, birbiri ile çelişen iki tavır.
Hz. Ömer’in bu iki tavrından birinin yanlışlığını İmam Ali, diğerinin yanlışlığını Hz. Ebubekir ifade etmişlerdir. Bize de düşen tavırlardaki yanlışlığı görmek ama niyet sorgulamasına girmemektir. Çünkü niyetleri sorgulamak zanna girer. Zannın ise bir kısmı günahtır.
“Ey iman edenler Birbiriniz hakkında gerçekliği kesin olmayan yargılarda bulunmaktan (zan yapmaktan) kaçının çünkü gerçekliği kesin olmayan yargıların bir kısmı (suizan yani kötü zan) günahtır. Birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın; birbirinizi arkadan çekiştirmeyin…..” (Hucurat. 12)
Kuran Müslümanlar hakkında kötü zanda bulunmayı suizan yapmayı yasaklamaktadır. Müslüman hakkında esas olan hüsnü zan yapmaktır. Yani Müslüman’ın niyetinin güzelliğini kabul etmektir. Müslüman’a suizanla yaklaşmak Müslüman kardeşinin niyetini sorgulamak demektir. Bizler kalpleri okuyamadığımıza göre niyetleri değil tavırları sorgulamak durumundayız. Bir davranışta veya tavırda veya düşüncede bir yanlışlık olduğuna inanıyorsak elbette o konuda birbirimizi uyarmalıyız. Ama niyet sorgulamasını kendi nefsimiz üzerinde yapmalıyız.
Bir gün İmam Ali bir savaşta Yahudi’nin biriyle çarpışır ve onu yere yıkar. Tam onu öldürmek üzereyken Yahudi İmam Ali’nin yüzüne tükürür ve bunun üzerine İmam Ali onu öldürmekten vazgeçer. Yahudi bu duruma çok şaşırır ve sebebini sorar. Verdiği cevap ise çok ilginçtir İmam Ali’nin; “Ben seninle Allah için savaşıyordum, tam seni öldürüyordum ki bana tükürdün ve araya nefsim girdi. Seni öldürseydim nefsim için öldürecektim.” der ve bunu üzerine Yahudi orada hemen Müslüman olur.
İşte yapılması gereken budur. Başkalarının niyetlerini değil, İmam Ali gibi kendi niyetlerimizi sorgulamamız gerekir. Ve Allah için yaptığımız bir amele nefsani arzularımızın girmemesi için azami bir gayret göstermemiz gerekir.
İmam Humeyni’nin şiirsel ifadesi ile nefsimize haddini bilmesi gerektiğini sürekli hatırlatmak gerekiyor.
Dudu kuşu olmuşsun da irfandan mı söz edersin?
A karınca seni! Tahtı Süleyman’dan mı söz edersin?
Ferhat’ı göremeden Şirin kesildin başımıza!
Yasir olamamışken, Selman’dan mı söz edersin?
Sözün özü insanı tanımanın ve anlamanın zorluğu biliniyor. Öyle ise öncelikle kendimizi tanımaya çalışarak, nefsimizi sürekli sorgulamalı ve Müslüman kardeşlerimize karşı hüsnü zan sahibi olmalıyız.