Müslümanların Suriye İmtihanı
Arap baharı olarak nitelendirilen süreçte Mısır ve Tunus’ta Müslüman halkların diktatörlüklere karşı tepkileri, eylemleri bu ülkelerdeki diktatörlerin yıkılışı ile sonuçlandı. Söz konusu ülkelerde süreç devam ediyor. Libya’da iç savaş ve dış müdahale ile gerçekleşen Kaddafi’nin yıkılışı Libya devriminden çok Libya’nın işgali anlamına geliyor. Diktatör Kaddafi’nin yıkılışından sonra emperyalist ülkelerin daha çok sömürdükleri ülke haline gelen Libya’da iç savaş halen devam ediyor.
Bahreyn halkının, ülkelerindeki zulme karşı silahsız, sivil, haklı mücadelesi, kanla bastırılken, Türkiye Müslümanlarından çok fazla ilgi görmüyor.
Suriye halkın yönetimde söz sahibi olamadığı, Baas diktatörlüğü ile yönetilen bir ülke. Yıllardır kendi halkına zulmeden, bölgemiz ülkelerinden biri. Arap aleminde Siyonist İsrail devletine karşı dik duruşu olan, Hamas ve Hizbullah gibi direniş hareketlerini destekleyen bir ülke.
Arap baharı Suriye’yi de etkiledi. Bir yıl önce başlayan olaylar zalim Baas diktatörlüğünün, olayları iyi idare edememesi, reformları vaktinde hayata geçirememesi ve dış güçlerin, Katar ve Türkiye’nin tahrik edici politikaları ile ne yazık ki Suriye iç savaş aşamasına geldi.
Suriye’deki yönetimi Libya modeli ile yıkmayı hedefleyen batılı ülkeler, Suriye muhalefetini ayaklanmaya teşvik ettiler ve silahlandırdılar. Üstad Bediüzzaman “Dahili düşmana silah kullanmak caiz değildir.” der. Suriye halkı silaha sarılarak zalim Esad’a daha fazla katliam fırsatı verdi. Suriye halkı sabırla haklı taleplerini dile getirmeye devam etmeliler. Esad’ı reform yapmaya zorlamalılardı. Ama ne yazık ki bu yapılmadı. Suriye’de bir kısım çevreler yabancı güçlerin etkisi ve yönlendirmesi ile silaha sarılarak Suriye’yi iç savaşın eşiğine getirdiler.
Bir yıl önce komşularla sıfır problem politikası ile Suriye ile çok iyi ilişkiler geliştiren, vizeleri kaldıran, ortak bakanlar kurulu toplantısı yapan, Türkiye hükümeti. Nedense Suriye’deki olaylara çok sert tepki göstererek, Suriye’ye müdahaleyi konuşur hale gelmiştir. Silahlı muhalefete ev sahipliği yaparak, iç savaşı bir anlamda teşvik eden Ankara hükümetinin neden böyle bir politika ürettiğini izah etmek zor.
Halbuki Türkiye ve İran iyi bir işbirliği ile bölgemizdeki bu sorunun iç savaşa dönüşmeden çözülmesini sağlaya bilirlerdi. İran hükümetine düşen, Esad’a reformlar konusunda baskı yapmak, Ak parti hükümetine düşende Suriye muhalefetinin silaha sarılmasını desteklememek ve Suriye muhalefetini Esad’ı reformlara zorlayacak müzakere sürecine sokmak olmalı idi.
Ama bu yapılamadı. İşin kötüsü Suriye üzerinden mezhepçilik fitnesi yaygınlaştırılarak, Müslümanlar arasına düşmanlık tohumları ekilmeye başlandı. Suriye devlet başkanı Esad’ın Nusayri olması, İran ve Hizbullah’ın siyasi gerekçelerle Esad’ı destekliyor olmaları, Suriye olaylarının mezhep düzleminde değerlendirilmesine yol açtı.
Halbuki İran ve Hizbullah’ın Esad’a desteği, Esad’ın Nusayri olmasından değil siyasi konumundan kaynaklanıyordu. Gerek İran, gerekse Hizbullah, Suriye halkının haklı taleplerini destekliyorlardı. Suriye’deki kimi muhalif grupların, silahlı muhalefete karşı çıkması gibi, silahlı muhalefete karşı çıkıyor, Suriye’de sorunların reformlarla aşılmasını istiyorlardı.
İran ve Hizbullah’ın bu tavrını yanlış bulabilirsiniz, karşıda çıkabilirsiniz, ama bu karşı çıkmayı mezhepçilik düzleminden yaparsanız, İslam aleminde öne alınmayacak bir fitneye yol açmış olursunuz. İran ve Hizbullah yıllardır Filistin’i, Hamas’ı desteklerken nasıl mezhepçilik yapmadılarsa, Suriye olaylarına farklı bir tavır ortaya koyarken mezhep düzleminde de koymuyorlar.
Bugün bu fitne, mezhepçilik fitnesi ülkemizde Suriye olayları düzleminde artarak devam ediyor. Nedense hiçbir konuyu sağlıklı bir şekilde tartışamıyoruz. Suriye olaylarının Türkiye Müslümanları için kötü bir imtihan olduğunu düşünüyorum. Türkiye Müslümanları, Suriye olayları üzerinden şii düşmanlığını artırarak, mezhepçilik fitnesini körüklüyorlar. Birbirimizi itham etmeden, insanların farklı düşünmelerinin normal olduğunu kabul ederek sağlıklı bir tartışma ortamı niye oluşturamıyoruz anlamıyorum.
Rahmetli İmam kim Şii Sünni ihtilafından bahsederek mezhepçilik yapıyorsa o büyük şeytan Amerika’ya hizmet eder demişti. CIA`nın eski Ortadoğu bölge şefi Robert Baer`in söyledikleri İmam’ın haklılığını göstermiyor mu? "Sünni-Şii savaşını tetikleyelim. Biz Amerikalılar niye ölelim ki! Bırakalım (Sünni-Şii) Müslümanlar birbirlerini öldürsünler" (Nilgün Cerrahoğlu, Cumhuriyet, 14 Nisan 2012.)
Suriye mülteci kamplarında yaptığımız görüşmelerde, Suriye halkının kendilerine dayatılan yalan haberlerin etkisinde kaldıklarını gördük. Türkiye sınırındaki İdlib’in köylerinden gelmiş Suriyeliler kendilerini İran ve Hizbullah askerlerinin öldürdüklerini, kızlarına tecavüz ettiklerini söylüyorlardı. Siz gördünüz mü dediğimizde, hayır görmedik ama duyduk diyorlardı. İran askerleri sekiz yıl Irak’la savaştı bir kez böyle bir ithamla karşılaşmadı. Hizbullah yılardır İsrail ile savaşıyor bir kez böyle bir ithamla karşılaşmadı. Böyle bir yalan, böyle büyük bir iftira olabilir mi? Ne yazık ki bu iftiraların bizim ülkemizde kabul gördüğünü ve mezhepçilik fitnesine malzeme yapıldığını hayretle görüyoruz.
Gelen mültecilerin çoğunu 1993 doğumlu erkek evlatları olan ve askere göndermek istemeyen aileler oluşturuyor. Birebir zulüm yaşayan aile çok az. En azından bizim görüştüklerimiz arasında böyle idi. Baas rejiminin herkesin bildiği genel tutumundan kaynaklanan siyasi baskılar hariç.
İstanbul’da kurulan Suriye ulusal konseyinin mülteciler arasında bir ağırlığının olmadığını, pekte sevilmediklerini gördük. Cisr Eş Şuğur’lu bir genç ulusal konsey üyelerinden birinin kampı ziyaret ettiğini, kamp sakinlerine size silah verelim çatışmaya gidin teklifi getirdiğini, ama bunun kabul görmediğini söyledi. Aynı genç biz savaşalım siz gidin İstanbul’da lüks otellerde yaşayın diyordu.
Suriye içerisinde özgür Suriye ordusunun hiçbir etkinliği yoktu bu gence göre. Suriye ordusundan kaçanların çoğu rütbeli, Türkiye’deki kamplarda bulunuyordu. Çatışmalarda az sayıda rütbeli vardı.
Aynı genç Müslüman kardeşler teşkilatının Suriye halkı tarafından sevilmediğini ve hiçbir etkinliğinin olmadığını ve hiçbir inandırıcılığının da olmadığını söyledi.
Kendisini selefi olarak nitelendiren bir mülteci bize, Kendi beldelerinde herhangi bir olay olmadığını, çevre beldelerde olayların olması sonucunda Türkiye’ye geldiğini söyledi.
Suriye yönetiminin Nusayri olduğunu, Şii İran’nın desteği ile halkına zulmettiğini anlattı. Zulümden örnekler anlattı, tecavüz ve işkence gibi olayları ise kendisinin görmediğini duyduğunu söyledi. Suriye içerisinde özgür Suriye ordusunun ve Müslüman kardeşler teşkilatının hiçbir etkinliğinin olmadığını söyledi. Yine Türkiye’deki Ulusal konseyin hiçbir etkinliğinin olmadığını ve Suriye halkı tarafından sevilmediğini söyledi.
Burada kendilerinin daha rahat bir ortam beklediklerini ama beklentilerini bulamadıklarını kamp ortamının yetersizliğini ifade etti. El cezirede kamp yeri olarak konteynırların gösterildiğini insanlarında bu yüzden geldiklerini, gelenlerin çoğunun bu konteynırları görmeyince hayal kırıklığına uğradıklarını anlattı.
Müslüman kardeşlerden olduğunu söyleyen Halepli mülteci ise; Müslüman kardeşlerin güçlü olduğunu, kendilerinin babalarının yaptıklarını yapmayarak zulme tepki göstereceklerini söyledi. Halep kentinde hayatın normal olduğunu pek olay olmadığını belirtti.
Suriye içerisinde Özgür Suriye ordusunun ve Suriye ulusal konseyini hiçbir etkinliğinin bulunmadığını söyledi.
Mülteciler canlarını kurtarmak için gelmiş kişiler görünümünde değillerdi. Yapılan hizmetlerden memnun olmuyorlardı. Ülkemizdeki kamplarda tüm zaruri ihtiyaçları, çocuk bezlerine kadar karşılandığı halde genel bir memnuniyetsizlik vardı. Gelenlerin bir kısmı geri dönüyordu. Tabi ki yapılan hizmetleri takdir edenlerde çoktu.
Suriye’de ciddi bir sorun var. Hepimizin dileği bu sorunların Suriyeli Müslümanların ve İslam aleminin hayrına sonuçlanması. Ama burada önemli olan bir sorunla uğraşırken başka bir soruna yol açmamak. Sözün özü Mezhepçilik fitnesine karşı Müslümanları uyarmak istiyorum ve lütfen tartışmayı mezhep düzleminde yapmayın diyorum.