ANNEM
Bundan yıllar önce Konya’da sena kitap evinde bir arkadaş ile karşılaşmıştım, arkadaşım nasıl olduğumu sorduğunda Allah razı olsun demiştim. Buna karşılık o arkadaş dedi ki elbette Allah’ın razı olması önemli ama biz Allah’tan razı mıyız bu daha çok önemli demişti. Ben ise ben elbette rabbimden razıyım, yeter ki rabbim benden razı olsun demiştim. Oda sen rabbinden razı isen gerçekten, rabbinde senden razıdır ne mutlu sana, ben bu sözü rahatlıkla söyleyemiyorum demişti.
O zaman hayret etmiştim. Kul nasıl olurda rabbinden razı olmaz diye. O sözün gerçek anlamını seneler sonra idrak etmiştim. Önemli olan dil ile razı olduğunu söylemek değildi. Allah’tan gelen her şeye rıza göstermek, içinde hiçbir sıkıntı duymadan ondan gelene şükürle, hamdla mukabele etmekti. İşte ben bu olayı annemin hayatında somut bir şekilde görerek anladım. Annemin ömrü hastalıkla geçmesine rağmen ağrılarından, sızılarından günlerce uykusuz kalmasına rağmen, bir gün rabbinden şikayet ettiğini, yaşadıklarına tahammülsüzlük gösterdiğini görmedim.
O hep şükreden rabbine kul olarak dua eden zikir eden bir kul oldu. Ve hep şöyle dedi; Allah’a gereği gibi ibadet edemiyoruz, acaba ibadetlerimizi kabul eder mi? Yeteri kadar ilmi yok belki ama öğrendiği her şeyi yaşamaya çalışan bir yüreği, bir gayreti vardı.
Tasvvufta nefsi terbiye ederek öldürmek diye bir tabir vardır. Nefsi öldürmek ne kadar mümkündür bilmiyorum ama annem kadar nefsini egosunu öldürmüş ikinci bir insan bilmiyorum.
Bir insan sevdiklerini nasıl nefsine tercih eder ve kendi ihtiyacı varken onu başkaları ile nasıl paylaşır. Onu da annemin yaşamında gördüm. Onun anneliği Fatıma annemizin fedakarlığından izler taşıyor bizlere fedakarlığı yaşayarak öğretiyordu. Her zaman mazlumların savunucusudur benim annem. Yanında birileri için aleyhte bir şeyler söylense hemen savunmaya geçer. Koruyucu bir melek gibi, bu yönü ile de Hz Fatıma’ya benzer. Annemin kucağına sığınmak bana müthiş bir rahatlık verir. Sanıyorum kaç yaşında olursak olalım hepimiz sığınacak bir anne kucağını her zaman ararız.
Annem infak etmeyi çok sever. Önceliği yakınlarına vermekle birlikte her mazlumu gözetmek her fakire bir lokma ekmek götürmek ister. Biriktirdiği parasından nefsi için bir şeyler aldığı görülmemiştir. Onu ya hayrına verir yada evlatlarına, torunlarına yada yakınlarına harcar. Sahip olmadıklarına tamah etmez, sahip olduklarına her daim şükreder.
Akrabalarına da çok düşkündür. Öyle ki bazen bu düşkünlüğü milliyetçilik noktasına kadar gidebilir. Bu yönü ile Hz. Aişe’ye benzetirim. Ama ismi benzese de Aişe’nin kıskançlığının zerresi yoktur annemde. Dedim ama şayet rahmetli babam ikinci evliliği yapmış olsaydı tavrı ne olurdu bilemem. Çünkü Hz. Aişe’nin bize ulaşan kıskançlıkları Hz. Hatice annemize olan kıskançlıklarıdır.
Annemi gördükçe Peygamberimizin “Cennet annelerin ayakları altındadır” hadisini daha iyi anlıyorum. Gerçekten annelerimizin ayaklarının altına paspas olsak yine onların haklarını fedakarlıklarını ödeyemeyiz. Onarlın haklarını ödeyemeyecek olsak da rahatızdır niye; Çünkü anneler evlatları ne kadar vefasız da olsa hep haklarını helal edici, hep evlatları için koruyucudurlar. Fedakarlığın ufuk noktasıdır annelik. Onun için Peygamberimiz “Annenin hakkı üç babanın hakkı birdir” demiştir. Bu bir anlamda babalara becere bilirseniz anne yüreği ile babalık yapın tavsiyesidir.
Peygamberimizin kızı Hz. Fatıma ile ilişkisine bakıldığında görülecektir ki Peygamberimizin Fatıma’ya ilgi ve sevgisi bir anneninkinden farksızdır. Bu ilgide Fatıma’nın genç yaşta annesiz kalmasının etkisi var mıdır? bilemiyorum ama Peygamberimizin babalığı da bir anne kadar fedakarlık yüklüdür. Anneliği Hz.Fatıma’dan, babalığı Peygamberimizden öğrenmek gerekiyor.
Annemde Hz. Fatıma’dan izler görürüm hep. Anneme hizmet ettikçe Hz.Fatıma’ya hizmet etmiş gibi mutlu olurum…..