Medine, ve medeniyet aynı kökten türeyen kelimelerdir. Medine, şehir Medineli, şehirli anlamlarına gelir. Arap toplumunda bedevilerin varlığı dikkate alınırsa şehir, şehirlilik ve medeniyet arasındaki ilişki daha iyi anlaşılır. Medeniyet ve uygarlık genellikle eş anlamlı olarak kullanılır. Medeniyet, bir ülke veya bir toplumun maddi ve manevi varlıklarının, düşünce, sanat ürünlerinin, bilim ve teknoloji gelişmesinin tamamını ifade eder.
İslam’ın medeniyet anlayışında düşünce, sanat ürünlerinden, bilim ve teknoloji gelişmesinden önce, adalet, ahlak, erdemlilik, yardımlaşma, can, mal, akıl, nesil, din emniyeti ve toplumsal sorumluluk gelir.
İslam ve insanlık tarihinde en mükemmel medeniyet örneği Asr-ı Saadet’te hayata dönüşmüştür. Peygamberimiz ve ilk Müslümanlar eliyle Medine’de yaşanan bu medeniyet örneği tevhid ve adaletin hayata hakim olması ile gerçekleşmiştir. İşte bu medeniyet örneği Yesrib’i Medine yapmıştır. İnsanlık Medine’de başlayan bu medeniyet projesinde kardeşliğin, adaletin, sevginin yardımlaşmanın, erdemin canlı örneklerine şahit olmuştur.
İslam insanlık ile buluştuğunda dünyada dört medeniyet veya kültür insanoğlunun hayatında yer edinmişti.
1. Bizans (Yunan)
2. İran
3. Hind ve
4. Çin Medeniyetleri.
Bizans ve Yunan medeniyeti bugünkü batı medeniyetinin temelini oluşturur. Elbette batı medeniyeti dünyadaki diğer medeniyetlerden özelliklede İslam medeniyetinden çok etkilenmiştir. Ama Batı medeniyetinin vahiyden uzak ve aklı ve bilimi kutsayan anlayışı medeniyetti, modernizm ile özdeşleştirmiştir.
Aynı medeniyet ikliminde yetişen insanların birbirlerine yakın olduğunu ortak değerlere sahip olduğunu görürüz. Bugün aynı medeniyet havzasından beslenen Avrupa ülkelerinin birbirlerinden bir farkı kalmamış, Avrupa ülkeleri aynı ülkenin farklı şehirleri gibi olmuştur. Bugün bütün Avrupa ülkelerinde genelde ahlak namus aile nerde ise aynı oranda yozlaşmıştır.
İslam medeniyetinin ikliminde yetişen Müslümanlarda ortak değerlere sahiptir. Bir Müslüman İstanbul'dan Kahire'ye, Mekke'ye, Şam'a, Bakü'ye, Tahran'a, Semerkand'a Beyrut’a gitse bu beldelerin hiç birisinde kendini tümüyle yabancı hissetmeyecektir. En azından bir Avrupa ülkesinde hissettiği kadar hissetmeyecektir. Camileri, ezanları, giyim tarzları duaları tanıdık gelecek kendini daha güvende hissedecektir.
Ali Şeriati; Kültür ve yabanilik nedir ve kim medenidir veya moderndir sorularının hatırdan çıkarılmaması gereken önemli sorular olduğunu söyler. Kimin medeni olduğunu söyleye bilmek için medeniyetin esaslarını doğru koymak gerekir.
Medeniyeti değerlendirirken maddi refahı, tüketimi, bilimsel kalkınmayı esas alırsanız medeni kabulünüz ona göre, adaleti, ahlakı, erdemi esas alırsanız medeni kabulünüz ona göre olacaktır.
Günümüzde medeniyet ve modernizm kavramları birbirine karıştırılmakta ve ne yazık ki modernizm, batılılar eliyle, Avrupalı olmayan uluslara medeniyet adı altında empoze edilmektedir.
Modernizm, bilimci, akılcı, ilerlemeci ve insan merkezcidir. Daha çok üretip daha çok tüketmeyi amaçlayan kapitalist düşüncenin yaygınlaşma aracıdır. Dünyadan haz almak için yaşar, sömürgeler sonrası aydınlanmayla birlikte batıda oluşan entelektüel dönüşümün ortaya çıkardığı dünya görüşünü, hümanizm, dünyevileşme ve demokrasi temeli üzerine yükselen ideolojiyi ifade eder. Sömürge sistemi ile kurduğu maddi refahı kendi üstünlüğünün göstergesi gibi yansıtır.
Modernizm bir anlamda dünyevileşmektir, dünyada haz alarak zevk içinde yaşamaktır. Erdemli davranışlardan yoksun olmaktır. Bilimi kutsayarak makineleşmektir. Batı medeniyeti modernizme evirildiği, modernizmi amaç haline getirdiği için bugün birçok erdemden yoksundur. Bizim Entelektüel ve aydınlarımızın halka modernleşme yoluyla medenileşemeyeceğini anlatması gerekiyor. Gerçek medeniliğinin erdemli olmak olduğunu anlatması gerekiyor.
Avrupa’da Modernleşme süreçleri 19. yüzyılda bilim, 20. yüzyılda demokrasi ile yeni boyutlar kazanmıştır. İslam dünyası bütün bu süreçlerden etkilenmiştir. Bugün Müslümanlar olarak bizler modernleşmenin kavramları ile konuşuyoruz. Seküler bir bakış açısı ile, bilimi ve demokrasiyi kutsayan bir söylem geliştiriyoruz.
Atasoy Müftüoğlu’nun ifadesi ile Modernleşme süreçleri içerisinde insanlık ruhunu, kalbini yitiriyor. Aklın din karşısında özerkliğini kazanmış olması nedeniyle ruhsal bir boşluk yaşanıyor. Modernleşme yoluyla insan varlığının yalnızca maddi boyutu iyileştirilmiştir. Modernleşme yoluyla insanlık bir yanda büyük maddi imkanlara sahip olurken bir diğer yanda da bu imkanlardan daha ağır sorunlarla karşı karşıya gelmiştir. Modernleşme maddi anlamda yapıcı bir süreç olarak kendini gösterirken, bir diğer yanda da yıkıcı bir süreç olarak somutlaşmaktadır. Modernleşme tarihi insanlık acılarının sınırsız bir biçimde yükseldiği bir tarihtir.
Modernleşmenin dünyada etkin olması ile dünyada savaşlar artmış, iki dünya savaşında milyonlarca insan ölmüştür. Sömürgecilik ve emperyalizm dünyada yine milyonlarca insanın açlıktan ölmesine sebeb olmuştur. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), dünya nüfusunun en zengin yüzde birlik kesiminin toplam gelirin yüzde 40'ını aldığını, gelir tablosunun en altında yer alan yüzde 50'lik kesimin ise toplam gelirin ancak yüzde birini aldığı açıklamıştır. İşte bu görüntü modernleşmenin getirdiği zulüm ve haksızlıkları anlamak için yeterlidir.
Bugün dünyanın geliri dünya nüfusunun on belki de elli katına yetecek seviyede iken dünyada bazı insanlar açlıktan ölüyorsa var olan bozukluğu görmek için çok zeki olmak gerekmiyor.
Bu zulüm düzenine alternatif oluşturacak tek düşünce Tevhidi ve adaleti esas alan İslam düşüncesidir. Bu zulüm düzenine alternatif oluşturacak tek medeniyette, adaleti, ahlaki, erdemliliği, yardımlaşmayı, can, mal, akıl, nesil ve din emniyetini esas alan İslam medeniyetidir.
Bu yazı Heybem dergisinin 3. sayısında yayınlandı...