Ontolojik olarak insan “eşref-i mahlûk” ve “kerem sahibi” sıfatlarla yaratılmıştır. Ancak bu sıfatları koruyarak hayat yolculuğuna devam etmek her babayiğidin harcı değildir. Bu bir donanım ve bilinç işidir; küçük yaşta ve ailede başlar okul ve çevre ile devam eder..
Peygamberler insanları Allah’a kulluğa davet ederken fıtratlarında var olan bu yüce insanî hasletleri kuşanmalarını salık vermekteydiler. Zira bu hasletler kuşanılmadan nefsanî ve şeytanî kirlerden arınmak mümkün olmamaktadır. “Allah arınanları sever” (Tevbe:108) ayeti bir yönüyle “Allah arınanları huzuruna kabul eder” anlamına gelmektedir. Namaza durmadan abdest almak da bunu sembolize etmektedir.
Arınmak hayat bulmak demektir. Arınan insan hayat doludur. Ruhen ve bedenen temiz insan her daim enerjik ve dinamiktir. Arınmış insan olumsuzluklara karşı savaşım verirken direncini ve sabrını asla yitirmez.
Rabbimiz buyuruyor ki: “Doğrusu, temizlenip arınan felah bulmuştur. Ve Rabbinin ismini zikredip namaz kılan.” A’la:14-15) Çünkü namaz, sahibini kötülüklerden alıkoyar ve erdemli kılar. (Ankebut:45)
Asıl ahlâk olgusu Allah Teâlâ’ya imânla başlar. Zira Allah’a imân emirlerine itaat etmeyi zorunlu kılar. Akabinde erkânına ve usulüne uygun ibadetler devreye girer. Bir Müslümanın kendisini İslâm’a refere etmesi doğruluk, dürüstlük, emeğe saygı, kul hakkına riayet, ihtiyaç sahibleri ile yardımlaşma, yoksul ve yetimleri gözetme, infak, tevazu cömertlik, cesaret, zorluk ve meşakkatlere karşı sabır ve sebat gibi sıfatları kuşanmış demektir.
“Eşref-i mahlûk” ve “kerem sahibi” sıfatlarını muhafaza etmek yüce ahlâkî değerleri kuşanmış olmaktan geçmektedir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (s.a.a) risalet (elçilik) misyonunu şöyle özetliyor: “Ben yüce ahlâkı tamamlamak üzere görevlendirildim.”
Allah Teâlâ’nın kendisine elçi olarak seçtiği kişide bu haslet olmalı ki, öncelikli olarak insanlara “rol model” (üsvetun hasene) olsun. Rabbimiz bu gerçeği iki ayet ile teyid etmektedir: “Ve şüphesiz ki sen, pek büyük bir ahlâk üzeresin.” (Kalem: 4)
“Andolsun ki Allah'ın Resulü sizin için en güzel örnektir.” (Ahzab:21) Örnek şahsiyet ancak insanlar için rol model olabilir. Alemlere rahmet Sevgili Peygamberimiz (s.a.a) Yüce Rabbe olan münacaatını (bizlere örnek olacak şekilde) şöyle dile getiriyor: “Allahım! Nefsime takvayı nasip et, onu her türlü günahtan temizle; onu en iyi temizleyecek olan Sensin. Ona yardım edecek sadece Senin. Allahım! Faydasız ilimden, ürpermeyen kalpten, doymayan nefisten ve kabul olmayacak duadan Sana sığınırım.” (Müslim, Zikr, 73; Nesai, İstiaze, 13)
Demek ki; takva ehli insan olabilmemiz için Allah Teâlâ’dan yardım dileyerek nefsanî dürtülere karşı teyakkuz hâlinde olmalıyız. Eğer nefsimizi fücur ve kötü temayüllerden, Allah’ın yasak kıldığı her türlü fahşa ve günahtan muhafaza edebilirsek kurtuluşa erenlerden oluruz. Rabbimiz buyuruyor ki: “Onu arındırıp temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu günahla örtüp saran da elbette yıkıma uğramıştır.” (Şems:9-10)
İnsanın ahlâki olgunluğa ulaşabilmesi takva konusundaki başarısına bağlıdır. İnsanın kendi nefsinde pusuya yatmış olan gayri meşru istek ve tutkular, heva ve heves galip gelecek olursa kişi için sonuç hüsrandır, müflis olmadır.
Özellikle ve öncelikli olarak ahlâkî donanım işi ailede başlamaktadır. Nasıl ki Allah Resulü Müslümanlar için “üsvetün hasene” (güzel örnek) ise, Müslüman ebeveynler de çocukları için iyi birer “rol model” olmalılar. Çocuklar işlenmemiş hamur gibidirler, öncelikli olarak anne-babalarını gözlemleyip taklit ederek kişilikleri oluşur. Özellikle anne-babaların yapmış olduğu en büyük hatalardan bir, birbirlerine karşı “beyaz yalan” mazeretine sığınmalarıdır. Oysa çocuk yalanın rengini ayrıt edecek temyiz gücüne sahip değildir. Böylesi durumda yalanı kanıksar ve kullanır...
Çocuklar evlerinde dürüstlüğe ve erdemli kişiliğe ilişkin iyi bir donanıma sahip olamazlarsa bu boşluğu negatif anlamda okul ve çevre hayatlarında giyinirler. Eğer okul ve çevre İslâm’ın ahlâk standartlarına uygun bir dokuya sahip değilse çocuktaki kişilik de farklı şekillenmeye başlar. Bu durum toplum için de büyük bir tehlikedir. Kişiliklerinde arıza olan gençlerden veya yetişkinlerden müteşekkil bir toplum düşünün! Orada her türlü şiddet ve polisiye vakaların vuku bulması kaçınılmazdır. Nitekim yaşadığımız bu coğrafyada her Allah’ın günü medyada veya çevremizde tanık olduğumuz şiddet olayları buna en bariz delildir. Hakkaniyet ve adalet anlayışı soyut birer kavram değildir; bireysel ahlâk toplumsal hak ve hukuka riayeti de gerektirmektedir. Ahlâk olgusu birey, toplum ve devlet aygıtını bir bütün olarak ele alır ve şekillendirir. Adaletin ahlâk anlayışı çerçevesinde herkese lazım olduğu gibi kurumsal katmanlarımıza hukukun üstünlüğünü esas alarak sirayet etmelidir. Seküler mantık ise böyle bir anlayışı reddeder. Seküler algıda maneviyat diye bir anlayış yoktur.
İmâm Ali (a.s) diyor ki: “Devletin dini adalettir, adaletin dini ahlâktır.”
Kontrolsüz güç, güç olmadığı gibi ahlâktan soyutlanmış adalet de adalet değildir.
Ahlâk bir yönüyle hak ve hukukun vicdan zaviyesinden tecelli etmesi ve bunun sonucunda adaletin teminat altına alınmasıdır. Öylesine ahlâk dışı davranışlar vardır ki, zamanla toplum tarafından kanıksanmış ve içselleştirilip normal davranış kalıbı hâline sokulmuştur. Eşcinsellik ve zina gibi bazı gayri ahlâkî davranışlar var ki devletler tarafından hukukî prosedürle teminat altına alınmıştır. Bu davranışlar Batı toplumlarında etik değer olarak görülebilmektedir. Zira Batı mantalitesine göre dinin ahlâk dışı olarak gördüğü davranışları onlar “insan tercihine saygı” adı altında “hoşgörü” metaforuyla karşılayabilmektedirler.
Yine moda, lüks, israf gibi hadsiz tüketimi teşvik eden vahşi kapitalizm anlayışı estetize edilerek sosyal himaye görmektedir. Oysa bu tutum sadece ahlâkî hayatı ve sosyal dokuyu bozmakla yetinmiyor, hoyratça tabiat zenginliklerimizin talanını, canlı hayatı ve ekolojik dengenin bozulmasını beraberinde getiriyor. Doyumsuz istek ve arzuların bir yaşam biçimine dönüşmesi, gelecek kuşaklardan emanet aldığımız zenginliklerimizin hoyratça talan edilmesini kaçınılmaz kılar. Enerji kaynaklarının fütursuzca çarçur edilmesi, ihtiyaç fazlası üretim ve gereksiz tüketimin teşvik edilmesi, yeni hammadde gereksinimleri, üçüncü dünya ülkelerinin uluslararası pazara açılması sömürü düzenini geniş coğrafyalara taşımaktadır. Rabbimiz buyuruyor ki: “İsraf edenler şeytanın kardeşleridirler.” (İsra:27) Kanaat sahibi mutedil bir insan olmak en yüce ahlâktır. Savurganlık ise bozgunculuktur. Bir darb-ı meselde, “İnsan bozulursa kâinat bozulur” diye geçmektedir. İsraf etmemek doğaya ve doğayı yaratıp tanzim edene saygıdır. Merhum Erbakan Hıcamız, “Önce ahlâk ve maneviyat” derken bu anlayışı sadece bireysel yaşama değil, siyasî hayata da egemen kılmayı hedefliyordu.