Sevgili okurumuz, Müslüman halkımıza dayatılan İstanbul Sözleşmesi'nden bahsetmek istiyorum. Bu sözleşmeyi bir ilaca benzetecek olursak, bu ilaç karakteristik olarak mutasyona uğramış bazı topluluklara şifa niteliğinde algılanabilir. Bu topluluklar ontolojik anlamda fıtratlarından o kadar çok uzaklaşmışlar ki adeta mutasyona uğramışlar. Onun için Batılı toplumlar bu sözleşmedeki sapkınlıkları teminat altına alma girişimini "cinsel yönelim" veya "cinsel tercih" olarak değerlendirip hoşgörü ile karşılıyor. Öte yandan bu ilacın içerisinde insan bünyesini tahrip edebilecek, insanı mutasyona uğratabilecek kimyasalların olduğu şüphesi ile bu ilaca mütereddit yaklaşanlar, bu ilacın bir kısmına şerh düşen ülkeler var. Haklılar, zira ilaç niyetine yutturulmaya çalışılan zakkum zehirinden başka bir şey değil...
Açık bir şekilde ifade etmiş olalım ki, Hıristiyan aile değerlerine uymadığı gerekçesi ile Rusya, Polonya ve Bulgaristan gibi ülkeler İstanbul Sözleşmesi'ini tanımıyorlar. Sözleşmeyi tanıyan Batılı ülkelerin çoğu birçok maddeye şerh düşüyor. Peki Müslüman bir halkı temsil ettiğini iddia eden TBMM bir oturumda ve herkesin oyuyla bu sözleşmeye nasıl "evet" diyor? (Bir millet vekili yanlışlıkla çekimser oy kullanıyor ve ertesi gün düzeltme yapıp o da "evet" diyor. Sözleşme maddeleri tetkik edilmeden, bizim aile yapımıza uygun olup olmadığına bakılmadan nasıl oluyor da Lût kavmine özgü sapkınlıkları da içinde barındıran bu sözleşmeye bodoslama onay verilip meclisten geçiriliyor?
İstanbul Sözleşmesi'ni "toplumsal cinsiyet eşitliği" ve "kadının beyanı esastır" jargonuyla özetlemeye kalkmak son derece yanıltıcı olmaktadır. Ayrıca maddeler içerisinde "cinsel eğilim" ifadesi her türlü cinsel sapkınlığı da kapsamaktadır. Özellikle LGBTQ gibi baş harflerden müteşekkil sapkınlık çeşitleri teminat altına alınmaktadır. Oysa baş harflerle dile getirilen söz konusu sapkınlıklar bizim toplumumuzda çok çirkin ve kerih/müstekreh (tiksindirici) görüldüğü için isimleriyle telaffuz etmekten hicap duyulmaktadır. Bu nedenle sözleşme Türkçe tercüme edilirken o tiksindirici isimler İngilizce orjinal hâliyle bırakılmış...
Evet, her bünye her ilacı kaldırmaz. (Ki sunulan ilaç da değil.) Kıyafetler de böyledir. Her kıyafet her bedene uymaz. İstanbul Sözleşmesi ile bizim bedenimize giydirilmek istenen deli gömleğinden başka bir şey değildir. Bildiğiniz üzere deli gömleği akli yetisini yitirmiş olana ters giydirilir. Ona ancak bu şekilde mukayyet olunur. Bakınız, bizim toplumumuzda Lût kavmine özgü sapkınlık bir yönüyle delilik, yani normal olmayan davranış olarak görülüyor. Oysa Batı toplumlarında (her ne kadar dindar Hıristiyanlar tasvip etmese de) halkın ezici çoğunluğu tarafından hoşgörü ile karşılanmaktadır. Ne yazık ki, bizi kendilerine benzetmeye çalışan ve koşullu olarak bizi aralarına almayı kabul eden Batılılar aynı hoşgörüyü bizden beklemektedir. "Siz onlardan olmadıkça, onlar sizden hoşlanmazlar." (Bakara:120) Bizim akidemize, bizim aidiyet değerlerimize ters düşen bir önersemeye yaklaşımımız reddiyeci tutum olmak zorundadır. İmânımız bunu zorunlu kılmaktadır...
Eğer bu sözleşmeden maksat kadına şiddetin önü alınmaksa 2012 yılından beri yürürlükte olan bu sözleşmeden dolayı kadına şiddet ve kadın cinayetlerinde düşüş mü olmuş, artış mı olmuş? Buna baksak mesele anlaşılacaktır. Ne yazık ki, o sözleşme yürürlüğe girdiğinden beri boşanmalar, kadına şiddet ve kadın cinayetleri katlanarak artış göstermiştir. Demek ki bu ilaç bu bünyeye, bu gömlek bu bedene uymuyor, aksine zarar veriyor. Zaten tercih baştan yanlış yapılmış oldu...
Biz öylesine mükemmel şefkat ve nezaket kuralları olan bir dine mensubuz ki, bunun farkında değiliz. İslâm, aile sorunlarından uluslararası siyasete kadar insanoğlunun bütün açmazlarına mükemmel çözüm önerileri sunan bir dindir. Tek çare, tek çözüm İslâm'dadır. Medeniyet ve uygarlık bazında İslâm insanoğluna öyle bir yol haritası, öyle bir algoritma sunuyor ki bunun dışında hiçbir arayışa kapı aralamıyor. İslâm her şeyden önce "efradını cami, ağyarını mani" bir dindir. Yani İslâm kendi yetkin unsurlarıyla hayatın her alanını kuşatır, kendi kuralları dışında hiç bir öneriye gereksinim duymaz. Sadede gelecek olursak, İslâm'da aile ve ailenin temel direği kadının çok özel ve kutsî bir yeri vardır. Cahiliye döneminde kadın bir meta gibi köle pazarında alınıp satılırken, insan yerine konulmazken, hatta kişinin babası ölünce üvey annesinin elinden tutup satmak üzere pazara götürülürken İslâm'ın egemenliği ile kadın baştacı edilmiş ve cennet anaların ayakları altına serilmişti. Sevgili Peygamberimiz buyuruyor ki: "Hanımı kendisinden razı olan kişi cennette benim şefaatime nail olacaktır." Daha bundan ötesi var mı?
Şunu da ifade etmiş olalım ki, bugün yaşanan kadına şiddet ve töre cinayetleri, namus cinayetleri, hatta metres cinayetleri asla İslâm'a mal edilemez. Şu sosyolojik bir gerçek ki, bugün cahiliye dönemine ait zebunküş (güçsüzleri ezen) bir mantığın/mentalitenin, bir hayat tasavvurunun kuşatması içerisindeyiz. İtiraf etmiş olalım ki, toplumumuz İslâm medeniyetinden fersah fersah uzak bir hayat yaşamaktadır. Nezaketten, sevgiden, şefkat ve merhametten uzak, şiddete teşne bir toplumda yaşıyoruz. Üzülerek ifade etmiş olalım ki, sokakta ve sosyal hayatta olduğu gibi aile içerisinde de en ufak bir ihtilaf ve tartışmayı nobranca bir tutum içerisinde, yani şiddete baş vurarak çözümlemeye kalkan bir toplum var karşımızda. Eşine ve çocuklarına nazik, kibar ve sevecen bir tutumla yaklaşan insanlarımız azınlıkta olduğu için onları istisna tutuyoruz.
Trafikte yaşanan gergin tutumların yüzdelik oranlarıyla bu gerçeği de görebiliriz.
Sonuç olarak ifade edecek olursak, bizim İstanbul Sözleşmesi yerine öz değerlerimize rücû etmeye ihtiyacımız var. Hem dünyamızın huzur ve insicamı için, hem ahiret mutluluğumuz için bizim sadece ve sadece İslâm'a ihtiyacımız var. İslâm her derde devadır. İslâm her türlü hastalığa karşı şifadır. Batı'nın kokuşmuş ve sapkın değerlerinde derman aramayalım. İslâm'ın dışında bize sunulan reçeteler asla bize şifa getirmez. Farkında değil misiniz, bizi kendilerine benzetmek istiyorlar. Bizi Lût kavmine özgü bir yaşamın içine çekmek istiyorlar. Rabbimiz Lût kavmini neden helâk etti? Dindar Hıristiyanlar kendi kutsal metinlerinde Sodom ve Gomora'nın ne anlama geldiğini çok iyi bildikleri için söz konusu sözleşmeye soğuk bakıyor ve reddediyorlar.
Allah Subhanehu ve Teâlâ'nın gazabını celbedecek sapkınlıktan uzak durmak ve kadına şiddetin önünü almak İstanbul Sözleşmesi ile değil İslâm'ı yaşamaktan geçer.
Mü'minler, mü'minleri bırakıp inkarcıları veli edinmesin. Kim böyle yaparsa Allah ile bir ilişiği kalmaz. Ancak onlardan korunmanız başkadır. Allah, asıl sizi kendisine karşı dikkatli olmanız hakkında uyarmaktadır. Çünkü dönüş Allah'adır." (Âl-i İmrân:28)
Sayın okurumuz, bizim sözleşmemiz, bizim misakımız Allah iledir. Bu sözleşmeyi biz Rabbimiz'le "Kalu Bela"da yaptık... Bir kudsî hadiste buyruluyor ki: "Sizin için seçip beğendiğim bu dinden başka bir din arayan kendisine başka tanrı aramaktadır."