Son zamanlar "farkındalık" terimi oldukça revaçta... Aslında bu kavram bir yönüyle insanın yeryüzündeki varoluş nedenini keşfetmeye matuftur. Hayata, olaylara ve nesnelere farklı zaviyelerden bakılsa da asıl amaç özü keşfetmektir. Elbette ki, "farkındalık" çok yönlü bir kavramdır. Bu nedenle insan bu olguya bütün yönleriyle bakmak durumundadır. Öncelikle insan yeryüzündeki varoluş misyonuna odaklanmalıdır. İnsan bedensel gereksinimi ile işe başlar. Öyle ki, insanın en temel gereksinimi gıda, barınma ve güvenliktir. İnsan bir şekilde bu temel gereksinimleri için büyük bir farkındalık içerisindededir ve bu gereksinimleri için çaba harcar. Ancak haytın gayesi bunun ötesindedir.
Bu yüzden bizim bu satırlarda vurgulamak istediğimiz insanın varoluş misyonuna ilişkin farkındalığı keşfetmesine matuftur. Özellikle insanların pek çoğu, aidiyet değerlerinin varlığına rağmen fizikî gereksinimlerinin tedariki amacı dışında farkındalıklarını yitirmiş vaziyetteler. Bir çokları için fizikî donanım ve cinsellik hayatın gayesi hâline gelmiş. Hayatı bunlardan ibaret sanıyorlar. Vahşi kapitalizmin dayattığı israf ve lükse dayalı tüketim anlayışı, moda, müstehcenlik gibi gayri ahlâki anlayış toplumumuzun bütün katmanlarına adeta sirayet etmiş. Kısaca ifade edecek olursak hayatın gayesi bu olmamalı.
Elbette insan güzel ve makûl bir hayata talip olmalı ancak olması gereken farkındalığı elden bırakmadan... İnsan her şeyden önce anın farkında olmalı. İnsan kendisine, "Kendim, müntesibi olduğum ailem, toplumum ve dünya insanlığı ne durumda?" diye sormalı. Bu soruya insan ilk önce kendisinden başlamalıdır. Zira insan kendi kendinin farkında değilse, kendi dışındaki insanların, nesnelerin ve varlık aleminin farkında olması onu varoluş misyonuna ve eşyanın hakikatine asla ulaştırmaz. İnsan önce kendi kendinin farkında olmalı, kendini tanımalı. Zira kendini tanıyan Rabbini tanır, Rabbini tanıyan varoluş hakikatine ulaşır.
Bakınız büyük üstad Alleme Tabatabaî bu konuyu nasıl veciz ve sade bir üslûbla izah ediyor: "Bizim kendimizi düzeltmekten daha önemli işimiz yoktur." Nitekim Rabbimiz, "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol." (Hûd:112) diye buyurmaktadır. Düzeltim ve doğru yol üzere olabilmemiz farkındalığımızın keşfinden sonra başlar. Farkındalık, "Düşünüyorum o hâlde varım." felsefî görüşün çok daha aşkın ve ötesinde bir durumdur. Elbette ki, farkındalık bir yönüyle relatif (görece) bir olgudur, kişiye ve kişinin hayata bakışına göre değişir. Asıl olması gereken farkındalık, Rabbimizin sınırlarını belirlediği farkındalıktır. Zira farkındalık tıpkı adalet olgusu gibidir. Bir şeyin yerli yerinde olması gibi, Rabbimiz nezdinde görülmesi gerektiği gibi görmektir farkında olmak. Karanlıkta filin tarifini yapmak değildir farkında olmak. Bakmakta böyledir. Zira gören göz buğulu ise her şey buğulu görülür. Farkındalık ise ancak hikmet ve basiret olgularıyla izah edilebilir. Farkındalıktan da kasıt budur zaten. Hayata ve olaylara Rabbimizin rızasına ugun bir şekilde hikmet ve basiretle bakabilmektir.
Bu bağlamda diyeceğimiz o ki, aidiyet değerleri de aslında görecedir ve kişiye göre değişebilmektedir. Biz farkındalığımızı kendimizi tanımamız üzerine bina edersek bu yol bizi Rabbimize ulaştırır. Biz Rabbimizi tanıyıp onun sevgisine mazhar olursak elçileri de ve elçilerin vasilerini de tanımış oluruz. Bunun aksi ise adres şaşırmasından ve eksen kaymasından başka bir şey değildir. Bakınız Rabbimiz elçisi vasıtası ile bize ne buyuruyor: "Ey resulüm de ki: 'Eğer Allah'ı seviyorsanız bana itaat edin ki Allah da sizi sevsin." (Al-i İmrân:31) "Ey resûlüm de ki: 'Bu tebliğime karşılık sizden bir ücret istemiyorum ancak Ehl-i Beyt'ime sevgi ve meveddet göstermenizi istiyorum." (Şura:23) Gördüğünüz gibi bu ilâhî buyruklar bizi nasıl da "sevgi ve itaat" temeline dayalı bir farkındalığa sevk etmektedir. Gerçek farkındalık budur. Biz bu farkındalığı elçinin sözünden yola çıkarak bir adım daha ileri ve olması gereken yerlere taşıyabiliriz: "İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız."
Bakınız farkındalık adına Allah Teâlâ'nın rızasına ve cennete giden yol nereden geçmektedir? Sevgi, sevgi ve yine sevgi. Müslüman birey farkındalık adına bu sevgiyi keşfettiğinde çevresine karşı sorumluluğu da devreye girecektir. Ancak bu noktada bir husus daha dikkatimizi çekmektedir. Sevginin kapsamından söz ettiğimize göre bunu karakterize etmek ve huy edinmek durumundayız. Bireysel anlamda sevgi kuşanılırken onu ahlâk ve maneviyatla donatmak zorundayız ki sevgi adına itidali yitirmeyelim, histerik ve hamasi duygulara kapılmayalım. Farkındalığımızı sevgi üzerine temellendirirken olmazsa olmazlarımızdan olan ahlâk ve maneviyatı kuşanmak zorundayız.
Bakınız merhum Erbakan hocamızın 40 küsur yıllık siyasî hayatında değişmeyen üç sloganı vardı. Biricisi: "Önce ahlâk ve maneviyat." İkincisi: "Ağır sanayi ve yüksek teknoloji." Üçüncüsü: "Adil düzen." Gördüğünüz gibi merhum Erbakan hocamız olması gereken farkındalığı üç temel unsur ile böyle özetliyordu. Bir toplumda bu üçlü sacayağı olmazsa o toplum iflah olmaz ve ateşe düşer. İstikrarsızlık ve toplumsal sorunlar alır başını gider. Zaten bugün Müslüman toplulukların içerisinde bulunduğu durum bundan ibaret değil mi? İfade ettiğimiz gibi merhum Ebakan hocamızın farkında olduğu husus buydu.
Hocamız farkındalık adına, olması gereken adına bu üç temel şiarı dile getirirken hedef kitlesi sadece bu coğrafyada yaşayan insanlar değildi. O bunları ifade ederken tüm İslâm ümmetinin ve hatta tüm insanlık aleminin saadet ve huzurunu hedefliyordu. Bu nedenledir ki D - 8'i kurmuştu. Ancak ne yazık ki emperyalist ülkelerin içimizdeki omuzu demirli uzantıları 28 Şubat'ı devreye sokarak buna geçici olarak engel oldular. "Geçici" diyoruz, zira nihai olarak buna engel olamyacaklar. Kâfirler, müşrikler ve münafıklar her ne kadar ağızlarıyla Allah'ın nûrunu söndürmek isteseler de buna muvaffak olamayacaklar. Rabbimiz zamanı geldiğinde nûrunu tamamlayacaktır. Yeterki ümmet olarak biz farkındalığı kuşanmış olalım. Yeterki biz ümmet olarak sorumluluklarımızın farkında olalım. Bunu öncelikli olarak siyasîlerimizden de bekleme hakkımız vardır. Adil bir düzen kurmak için bu bir zorunluluktur.