Sevgi sözcüğü; ilgi, alaka, temayül, paylaşım ve ülfet anlamlarına gelmektedir. Bunlar birlikteliği tesis etmeye yarayan etkin unsurlardır. Bu nedenle, "Sevgi, birliğin kopmaz bağıdır" denilmektedir. Aşk ise, ifade ettiğimizin ötesinde ve üstünde bir bağlılığı ifade etmektedir. Aşkta sınırsız duygu yoğunluğu vardır. Örneğin sevgide paylaşım ve temayül ön plândadır, aşkta ise tiryaki boyutunda bağımlılık, uğrunda feda olmak ve maldan - candan geçmek vardır.
Karşı cinsten birine aşk ile bağlanmak "yatay aşk"tır ve tehlikelidir, kişiyi helâke kadar götürebilir. Duygu kontrolü gereklidir. Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Romeo ile Juliet örneğinde olduğu gibi... "Dikey aşk" dediğimiz ise ilâhî aştır. Yani Allah Teâlâ'ya yönelik sevgidir. İlâhî aşkta da ifrat hâlleri vardır ve tehlikelidir, sahibini olması gerekenin dışına çıkarabilir. Hıristiyanlıktaki rahiplik ve rahibelik gibi..
Bizim bu satırlarda ifade etmek istediğimiz ise beşerî aşk ve beşerî sevgi üzerine olacaktır. Yüce Rabbimizin insanoğluna bahşetmiş olduğu en büyük nimetlerden biri de sevgidir. Sevgisini yitirmiş bir insan yaşama umudunu da yitirmiş demektir. Ruhsal örselenmişliğin dibe vurması bu olsa gerek...
Allah Teâlâ "Vedûd"tur. Yani Allah, sevgi tanrısıdır. Allah insanı sevgi ile yaratmıştır. İnsan sevgi dolu bir varlıktır. İnsanın ontolojik yapısında, insanın mayasında sevgi vardır. Sevginin zıddı olan kin, nefret, öfke, garaz ve adavet gibi duygular ise insana sonradan tasallut olur; ayrıca bu duygular arızidirler ve izole edilebilirler. Asıl olan sevgidir. Allah'a, aidiyet değerlerine, tabiat âlemine, insanlara ve karşı cinsten olana sevgi ve ülfet fıtridir. Peki bunların ölçü ve boyutları nasıl olmalıdır? Konumuz karşı cinse duyulan aşk ve sevgi ile alakalı olduğu için, bu minvâl üzere analizlerde bulunmak istiyoruz. Bu konuda endam ve huy güzelliği temel belirleyici olmaktadır. Ancak günümüz insanlarının pek çoğunda bir zaafı var ki, o da görselde kendini hissettirmektedir. Adeta kişilik ve huy güzelliği ikinci plâna atılmış.
Eskiden eş olacak kişide meziyet ve denklik aranırken dindarlığına, takvasına, huyuna ve ahlâkına bakılırmış. Ve elbette ki, bu özelliklerle birlikte endamı da göz önünde bulundurulmuş. Ama günümüzde genel olarak söz konusu kişilikle ilgili meziyetlere değil de sadece fizikî güzelliğe bakılır olmuş. Eğer evliliğe aday bir kişide fizikî standartlara uygun cazibe ve güzellik varsa gerisi "önemli değil" kabilinden "teferruat" olmaktadır.
Elbette ki, insan psikolojisinde veya insanın nefsanî hislerinde güzele temayül ve meyyallik vardır. Ancak bu bazen öylesine ileri boyutlarda olmaktadır ki, genç bir delikanlı endamına aşık olduğu bir kız için yapamayacağı çılgınlık yoktur adeta. Sevgisini izhar etmek için, "ya benimsin, ya toprağın" ifadesini kullanarak, sevdiğine ölüm tehdidi ile sahip olmak ister. Kimi ise sevdiği kız için Karagümrük semtini yakmaya kalkar. Ferhat gibi biri ise sevdiğine kavuşmak için dağları deler. Kûr'an-ı Kerim'de bildirildiği üzere Musa (as) bile istediği kızla evlenebilmek için kızın ailesine 8 - 10 yıl çobanlık yapıyor. (Kasas:25-28) Öte yandan Firavun'un karısı, Yusuf (as) sahip olabilmek için hayatî rizklere girerek nice entrikalara başvuruyor.
Dinimizde bunların cezası da çok ağırdır. İslâm her şeyden önce ahlâk dinidir. Ahlâk olgusu elbette ki bütün sosyal ilişkiler için kıstaslar içermektedir. Siyasî ahlâk ve ticarî ahlâk gibi.. Adabı muaşeret kuralarını belirleyen yine ahlâk kriterleridir. Buna rağmen "ahlâk" dendiğinde ilk izdüşüm olarak akla gelen cinsel ahlâktır. Müslüman bir şahsiyette cinsel cazibenin etkin gücüne mukayyed olabilmek ancak ahlâkî olgunlukla mümkündür.
Merhum Aliya İzzetbegoviç buyuruyor ki: "Din ahlâktır; onu hayata geçirmek ise; terbiyedir." Allah Teâlâ, neslin devamı ve ailenin muhafazası için insana cinsel gücü tetikleyen libido (nefsanî temayül), testesteron ve östrojen hormonu bahşetmiş. Cinsellik elbette ki, diğer biyolojik canlılarda da var. Ancak Allah Teâlâ insana ahlâk ve utanma duygusu da vererek cinselliği meşru ve mahrem olan bir alana hasretmiştir. Kisacası İslâm'a göre cinsel yaşam nikâh akdi ile kayıt ve güvence altına alınmış bulunmaktadır. Nikah dışı cinsel yaşam ise az önce belirttiğimiz gibi "zina" olarak addedilmiş ve kesin olarak yasaklanmıştır. Hatta zinaya giden veya teşvik eden yollar da kapatılmıştır. Ayette, "Velâ takrabu'zina" (zinaya yaklaşmayın) diye geçmektedir. Ayetin devamı ise şöyledir: "Zina, çirkin bir hayasızlıktır ve çok kötü bir yoldur." (İsrâ:32) İslâm, vakıayı sadece teori ve nasihatle geçiştirmemiş, ayrıca cinsel tahrikin önünü almak için kadınlara tesettürü emretmiş. Erkeklere de, "Gözünü haramdan sakın" demiş. "İnanan erkeklere söyle, gözlerini kendilerine helâl olmayandan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar; bu hareket sizin için daha temiz ve daha erdemlidir. Şüphesiz ki, Allah ne işlerseniz hepsinden haberdardır. " (Nûr:30) Özellikle günümüz Müslüman erkekleri bu konuda çok hassas ve takvaya uygun davranmalılar. Zira müstehcenlik ve cinsel teşhir oldukça yaygın.
Takvaya ve tesettüre riayet etmeyen kadınlar ve genç kızlar ise büyük vebâl altındalar. Rabbimiz şöyle bir uyarıda bulunuyor: "Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin hanımlarına söyle, dışarı çıkarken üstlerine cilbablarını alsınlar. Bu onların vakarını ve incitilmemelerini - taciz edilmemelerini sağlar. Allah, Gafûrdur, Rahimdir." (Ahzab:59) "Mü'min kadınlara söyle: 'Gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Zinet yerlerini açmasınlar. Bunlardan kendiliğinden görünen kısmı müstesnadır. Baş örtülerini yakalarının üstüne koysunlar..." (Nûr:31) İffet konusunda Rabbimiz bir de örnek veriyor: "Allah, bir de iffetini sapasağlam koruyan ve bizim de kendisine ruhumuzdan üflediğimiz, Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını doğrulayan İmran kızı Meryem'i (inananlara) örnek gösterdi." (Tahrim:12) Erkeklere ise iffet konusunda Yusuf (as) örnek gösterilmektedir. Ona sahip olmak isteyen vezirin karısı Züleyha'ya karşı son derece vakarlı bir tutum sergileyerek salonu terk etmeye kalkmış, Züleyha ise histerik duygular içerisinde arkasından gömleğini yakalamış ve kendine doğru çekmeye kalkınca gömlek yırtılmış fakat Yusuf aleyhisselâm iffetini korumayı başarmıştır. "Evinde bulunduğu kadın onun nefsinden murad alıp yararlanmak istedi. Kapıları kilitledi ve 'hadi gelsene' dedi." (Yusuf:23) Bu histerik yaklaşıma mukabil Yusuf aleyhisselâm şu cevabı veriyor: "Allah'a sığınırım! Çünkü o (kocan) benim efendimdir, bana çok güzel baktı. Doğrusu zalimler hiç iflah olmazlar." (Yusuf:23) Bir sonraki ayette ise konu psikolojik anlamda şöyle açıklanmaktadır: "And olsun kadın onu arzulamıştı. Eğer rabbinin burhanını görmeseydi Yusuf da onu arzulamıştı. Ondan fuhşu ve fenalığı uzak tutalım diye böyle yaptık; çünkü o bizim ihlasa erdirilmiş kullarımızdan biriydi." (Yusuf:24) Bir başka ayet-i kerimede ise Yusuf (as) iffet konusundaki irade gücünü ve Allah Teâlâ'ya olan tevekkül ve ilticasına şöyle tanık oluyoruz: "Ey Rabbim! Zindan bana, bunların beni davet ettikleri şeyden daha sevimlidir. Eğer Sen, bu kadınların tuzağını benden uzak tutmazsan, (korkarım ki) ben onlara meylederim de cahillerden olurum." (Yusuf:33) Yusuf aleyhisselâmın bu erdemli tutumuna karşılık Züleyha da ümitsiz bir şekilde şu itirafta bulunuyor: "Ben onun nefsinden murad almak istedim, ama o iffet ve ismetine sımsıkı bağlı kalmak istedi." (Yusuf:32) Burada Yusuf aleyhisselâmın iradesinin, takvasının ve Allah Teâlâ'ya olan ilticanın çok önemli bir faktör olduğu ortaya çıkmaktadır. Zira nice insanlar var ki, kanundan korkar, çevreden çekinir ve bu iffetsizlikten uzak durur; ancak bazı fiziki şart ve ortamlar vardır ki, hukukî müeyyide ve toplum tepkisi olmama durumu hasıl olunca iffetsizlik yine devreye girer.
Önemli olan her hâlükârda iffet ve namusa sahip çıkabilmektir. Bazılarının dile getirdiği gibi, "Yerler çamur olunca filler de kayar" darb-ı meseli asla mazeret olmamalı. Sonuç olarak ifade edecek olursak tahrik edici cinsel cazibenin etkin gücüne karşı iffetin korunabilmesi en büyük erdemdir. Rabbimiz biz Müslümanlardan bunu istemektedir. Şehvetin gayri meşru yollarla giderilmeye kalkılması iffetsizliğin dibe vurması demektir. Rabbimiz Muminun Sûresi'nin 5'ncı ayetinde Müslümanları şöyle vasıflandırıyor: "Ve onlar iffetlerini koruyanlardır." Bir hadis-i şerifle noktalamış olalım: "Allah'ım! Senden hidayet, takva, iffet ve gönül zenginliği istiyorum."