İftira kelimesinin ne anlama geldiğini biliyoruz, "olmayan bir şeyi var gibi karşı tarafa isnat etmek." Dezenformasyon ise, "doğruluğu kanıtlanmadığı hâlde kasıtlı olarak yayılan bilgi" anlamına gelmektedir. Ayrıca, "hasmın itibarını sarsmayı, hasmı aşağılayıp küçük düşürmeyi amaçlayan jargon" olarak bilinmektedir. Genellikle 'karşı propaganda' amaçlı kullanılır. Dezenformasyon, aynı zamanda sahte belge, fotomontaj ve montaj filmler ile stüdyo ortamında hazırlanmış asparagas haber ve istihbarî dedikoduların duyurulmasına ilişkin kullanılan yöntemin adıdır. Arapça bir kelime olan tezvirat ise, "yalan/dolan/düzmece" anlamlarına gelmektedir... Bu üç olgu ne şekilde kullanılıyor olursa olsun her şeyden önce iki veçheli olarak insan temel hak ve özgürlüklerine aykırı bir durumdur. Birincisi muhatap şahıs, tüzel kişi veya kurumlardır ki buna devletler de dahildir. İkincisi, böylesi bir yöntem her insanın doğru bilgi edinme kakkının ihlâl edilmesi demektir.
Bu yüzden olsa gerek yüce dinimiz İslâm'da kebahir günah sayılan ve beşerî kültürümüzde en büyük ahlâksızlık olarak nitelenen iftira, dezenformasyon ve tezvirat olgularıdır. Bu herhangi bir şahsa yönelik olması ile bütün bir toplumu töhmet altında bırakacak nitelikte olması olgu olarak farklılık arzetmez (yani iftira iftiradır); ancak bir topluma yönelik olan iftira çok büyük fitneye ve töhmete sebebiyet vereceği için günahı da ayıbı da elbette çok daha büyüktür. Masum bir insana zina veya hırsızlık isnadında bulunmak kebahir günahtır ve vebali de büyüktür. Bunun aksini kimse iddia edemez. Ancak biz bu satırlarımızda, iki milyara yakın İslâm ümmetini ve gayr-i müslim anti emperyalist halkları topyekûn zanna sürükleyecek nitelikte bir takım iftira, dezenformasyon haber ve tezviratlardan söz etmek istiyoruz...
Her ülke için geçerli olmakla birlikte özel olarak İran'a yönelik iftiralara bir hayli tanık olmaktayız.
Özellikle, Azerbaycan ile Ermenistan arasında vuku bulan çatışmalarla birlikte son derece çirkin bir haber kamuoyuna servis edilmiş oldu. Ne imiş efendim, bu iki ülke arasında vuku bulan çatışmalarda İran Ermenistan safında yer almakla kalmıyor, üstelik onlara silah yardımında bulunuyor. Böyle bir haberde zerre kadar doğruluk payı olması için, "düşmanımın düşmanı dostumdur" prensibine ilişkin bir durumun hasıl olması gerekmektedir. Yani İran Azerbaycan ile "kanlı - bıçaklı"
olmalı ki bu iftiranın inandırıcı bir yönü olsun. Oysa böyle bir durum söz konusu değil. Her ne kadar Azerbaycan hükümeti "rejim ihracı" endişesiyle İran'a karşı mesafeli olsa da bu mesafe husumet boyutunda değil.
Aralarında ticari ilişkiler mevcut. Sınırlar açık ve karşılıklı olarak vizesiz giriş - çıkış serbestisi var. Zaten Kuzey İran nüfusunun kahir ekseriyeti Azerî ve mezhep olarak da Şiî olması hasebiyle ortak aidiyet değerlerine sahipler. Bakınız İran'ın öylesine barışçıl bir tutum ve vizyonu var ki, bunu görmemek art niyetli olmayı veya ahmak olmayı gerektirir. İran Saddam döneminde Irak ile 8 yıl savaştı. Üstelik İran bu savaşta yalnızca savunma pozisyonundaydı. Ve asla toplu imha silahı kullanmadı. İran bu savunma savaşında sadece askerî unsurları hedef alıyordu. Oysa Saddam'ın ordusu kimyasal toplu imha silahları kullanmıştı.
İran bunu asla yapmadı. Bunu yapmayışının nedeni karşısında Müslüman bir halkın olmasından dolayı değildi. İran'ın karşısında velev ki gayr-i müslim bir toplum olsaydı bunu yine yapmazdı. Çünkü akideleri
buna cevaz vermemektedir.
Hatırlayalım, atom enerjisi üretiminde Seyyid Ali Hamanei açık bir şekilde, "Biz bununla asla toplu imha silahı üretmeyeceğiz" diyerek uluslararası camiaya teminat vermişti. Böylesi bir prensibe sahip İslâmî rejimin Ermenistan'a silah vermesi mümkün müdür? Az önce ifade ettiğimiz gibi Ermenistan'ın karşısında Azerbaycan gibi Müslüman bir ülke değil de gayr-i müslim bir ülke olsa bile İran asla silah veremez çünkü akidesi buna müsaade etmemektedir.
Hâl böyle iken, bu iftiralar, bu tezviratlar ve bu dezenformasyonlar neyin nesi?
Her şeyden önce bu işi yapanlar insanlık suçu işlemektedir. Bu tutum bize TCK'da geçen bir maddeyi hatırlatıyor: "Halkı sosyal sınıf, din, mezhep, etnik köken ve bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik etmek." Elbette biz burada "mezhep farklılığı gözetilerek" halkın kin ve düşmanlığa tahrik edildiğini görüyoruz...
Hadi Siyonistler ve Batılı hempaları bu işi yapıyor, peki bu işe alet olan içimizdeki aklı evvellere ne demeli?! Sizin İran'la ne alıp veremediğiniz var?
28 sene evvel Ermenistan Karabağ'ı işgal ettiğinde de İran benzeri iftiralara maruz kalmıştı. Oysa o dönemde İran, Azerbaycan Cumhurbaşkanı Ebulfazl Elçibey'e yardım talebinde bulunuyor fakat Elçibey bu teklifi kabul etmiyor. Ne üzücüdür ki Elçibey o dönemde Cumhurbaşkanı olan Özal'dan yardım talebinde bulunduğunda, Özal, "Onlar Şiî, Şiî olan İran onlara yardım etsin" demişti. Üstelik Türkiye'den istedikleri sadece iki adet helikopterdi. Oysa o dönemde aynı Türkiye Ermenistan'a binlerce ton buğday vermişti...
Günümüze geldiğimizde, İran'a yönelik iftiralar tedavüle sokulunca bu işe teşne A Haber muhabiri Azerbaycan Cumhurbaşkanı ilham Aliyev ile yaptığı röportajda İran'ın Ermenistan'a silah yardımında bulunduğunu iddia ederek sorusuna başlıyor. Aliyev ise böyle bir malûmatlarının olmadığını aksine İran ve Gürcistan'ın Ermenistan'a hava sahasını kapattığını belirterek bu iki ülkeye teşekkürlerini sunuyor. Buna rağmen Türkiye'de görsel medya ve yazılı basının bir kesimi iftira, tezvirat ve dezenformasyonlara gırla devam ediyor...
Bu iftiralarla toplumumuza öylesine kin ve nefret aşılanıyor ki bugün ABD kalkıp İran'a vursa, İran'ı bombalasa aramızda alkış tutacak çok insan var. Toplumumuz bu hâle getirilmek isteniyor. Bilirsiniz, hani meşhur "üç öküz ve kurt" hikâyesi vardır. Olay ne kadar da buna benziyor. Kurt yemeyi tasarladığı öküzü diğerlerine kötü gösteriyor ki, bu işe giriştiğinde arkadaşları ona arka çıkmasın, bigâne kalsınlar. İran'a yapılmak istenen bundan başkası değildir. Çeşitli iftira ve tezviratlarla Müslüman ümmet nezdinde İran'ın imaj ve itibarını sarsmak istiyorlar, hatta iftiraları o kadar ileri boyutta yapıyorlar ki, İran'ın ümmet nezdindeki itibarını sarsmakla kalmıyorlar bir de bunun üzerine kin ve nefret tohumları ekiyorlar. Yaptıkları tamamen itibar cellatlığından başka bir şey değil...
Bakınız İslâm Devrimi'nden bu yana bu nefret tohumları en çok Suudi Arabistan'da ekildi. Bugün olay öyle bir raddeye vardı ki, Suudi Arabistan'da yapılan bir kamuoyu yoklamasında şöyle bir soru soruluyor: "İran ile İsrail savaşsa hangisinin safında yer alırdınız?" Verilen cevapların % 65 dolayında, "İsrail'in yanında yer alırız" oluyor. Diğer kısmı ise tarafsız. Yani "İran'ın safında yer alırız" diyen yok adeta. Bunun bir tek nedeni var Suud rejiminin matbuatı halkı İran'a karşı kin ve düşmanlığa tahrik etmesidir. Hacca gittiğimde, elimize İran aleyhinde yazılmış kitaplar tutuşturulmuştu... Yani bu tezvirat ve iftiralara bizzat tanıklığımız var. Gerçi buna Türkiye'de de tanık olduk. Hüseyin Hilmi Işık isimli bir şahsın yazdığı kitaplar buna örnek gösterilebilir. Geçen Ramazan ayında Eminönü Meydanı'na bir TIR yanaşmış, söz konusu iftira içerikli kitaplardan üçer adet olmak üzere poşetlere konulmuş ve halka bedava dağıtıyorlardı. İşin garip tarafı elime aldığım bu kitapları hemen tanıdım. Zira 30 yıl öncesinde İsviçre'de bu kitaplardan Türk lokâllerinde bedava olarak dağıtılıyordu. Daha doğrusu "Saadet-i Ebediye" isimli (sözde) ilmihâl kitabını ücretle satıp söz konusu kitapları promosyon olarak veriyorlardı. Bir de yine yıllar öncesinde Türkiye'de ücretsiz olarak dağıtılan kitaplardan birinin ismi "Humeynî Fitnesi" idi. Bu kitapta da öylesine çirkin iftiralar vardı ki, tam bir alçaklık örneğiydi. Yapılan iftira ve tezviratlardan güdülen tek amaç Müslüman halkları İran İslâm Cumhuriyeti'ne karşı kin ve düşmanlığa tahrik etmek.
Bu konuda güdülen amaca ulaşmak devrim ihracının önünü almak demektir. Maksatları ne yapıp edip Müslümanların İslâm Devrimi'ne teveccüh göstermesini, ilgi ve âlâka duymasını önlemek. Zira İslâm Devrimi'ne âlâka duymak eş zamanlı olarak Siyonizm'e, ABD'ye ve bütün sömürgeci/emperyalist ülkelerden nefret etmek demektir. Onlar bu yüzden sürekli karşı atak durumundadırlar. Ne yazık ki bu iftiracılar feraset ve basiret sahibi olmayan kesimler üzerinde etkili olmaktadırlar. Kısacası İslâm ve insanlık düşmanı olan Siyonizm ve ABD; Batılı hempalarını yedeğine alarak dünya üzerinde bir sömürü düzeni kurmuşlar. İran İslâm Cumhuriyeti ise bu sömürü düzeninin çarkına çomak sokmaktadır. Bir kısım Arap ülkeleri ile normalleşme sürecine girdikleri gibi İran'la da masaya bir oturabilseler bütün sorunları hâllolmuş olacak. İran'ı zaman zaman müzakerelere davet etmelerinin nedeni de budur. İran ise bedel ödeme pahasına asla şeytanî güç odaklarıyla uzlaşmaya yanaşmamaktadır. Onlar da bu yüzden her türlü iftira, dezenformasyon ve tezviratlara devam etmektedirler.
Elbette ki, Sevgili Peygamberimiz'in buyurduğu üzere, "Hak - batıl mücadelesi kıyamete kadar devam edecektir." Önemli olan bu durum karşısında Müslümanların saflarını belirlemeleri ve tağutî sistemlere düşman olan, onlarla sürekli çatışma hâlinde olan muvahhid Müslümanların yanında ve safında yer almaktır.
Son cümlemiz erdem sahibi yazarlarımızdan Salih Tuna'dan olsun:
"Ülkemizde İran’la aramızı açmak isteyen Amerikan nüfuz casusları var, Ermenistan’a silah yardımı yalanını bunlar yaydılar."