Başlığımız bir darb-ı meseleden mülhem! Üstelik Suriye ile ilintili! Şöyle ki, bir zamanlar sadece Kilis halkı değil Hatay'dan tutun ta Gaziantep'in en doğusunda bulunan köy ve kasabalarına varasıya dek, kısacası 900 küsur km'lik sınır boyunca halkımızın bir kesimi kaçakçılıkla geçimini sağlıyordu.
Genellikle züccaciye ürünlerinden tutun, çay, tütün ve bir takım gıda maddelerine varasıya dek Suriye'den kaçak yollarla tedarik edilirdi. Ayrıca başta elektrikli eşyalar olmak üzere birçok ürün Türkiye'ye nazaran Suriye'de çok ucuzdu. Fakat o yıllar Suriye ile ticaretimiz sınırlı olduğu için vatandaşlarımız riskli de olsa kaçakçılığı tercih ediyordu.
Hayati anlamda en büyük risk ise kaçak yollardan geçiş esnasında mayına basıp ölmek veya ayak kopması ile sonuçlanan ağır yaralanmalar.. Ki bu tür patlamalar genellikle ölümle sonuçlanıyordu. Kaçakçılar bu riski azaltmak için buldukları yöntem ise bir eşeği önlerinden yürütmeleri.. Sonuçta mayın patlarsa olan zavallı eşeğe oluyor. Bu olayın darb-ı mesele dönüşmesinin nedeni ise ister ciddi bir işte, ister müptezel içerikte olsun riskli bir iş söz konusu olduğunda gözden çıkardıkları kişinin o işin üzerine sürülmesi hadisesidir.
Büyük şeytan ABD'nin Suriye konusunda Türkiye'ye gaz verip ateşin üstüne sürmesi eşek meseline ne kadar da benzemektedir. Amerika, on yıla yakın bir süredir giriştiği her türlü entrika ve eylem ile Suriye topraklarında kendisine ve beslemesi Siyonist İsrail'e alan açma çabasındadır. Bu esnada ABD'nin Suriye petrolünü hortumlaması işin cabasıdır. Kısacası dokuz yıldan beri süren bu savaştan asıl maksat Suriye topraklarının boşaltılması ve İsrail'in işgaline zemin hazırlanması..
Bakınız, Suriye'de adeta tarih tekerrür ediyor. İngilizlerin 1916 yılından 1948 yılına kadar Filistin topraklarını işgalde tutması ve akabinde burasını Siyonist Yahudilere bırakması biz Müslümanlara bir şey anlatmıyor mu? ABD, Suriye üzerinde uzun vadeli hesaplar yapmaktadır. Zaman zaman niyetini de ibraz etmektedir. Öyle ki, birkaç ay önce Golan Tepeleri'nin işgalci İsrail'e ilhakını ilân ettiler. Oysa Golan Tepeleri Birleşmiş Milletler nezdinde de işgal altındadır. Öte yandan birkaç hafta önce Yüzyılın Anlaşması adı altında Batı Şeria'nın ilhakını ve Kudüs kentini Siyonistler'in ebedi başkenti olarak açıkladılar.
Trump denilen alçak İslâm dünyasının gözünün içine bakarak bu küstahlıkları yapacak ve akabinde Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Suriye'ye girmesini mühimmat ve hava desteği verme vaadiyle teşvik edecek.. Adama sormazlar mı, "Bu ne pehriz, bu ne lahana turşusu?" Sonuç olarak ifade edecek olursak Ankara acilen kendine gelmeli. Büyük şeytan ABD'ye alet olmamak için, daha doğrusu büyük şeytan ABD'ye "mayın eşeği" olmamak için diplomasi ve diyalog yolu ile bu yanan ateşi söndürme çabası içerisinde olmalı.
Astana ve Soçi süreci ivedilikle sürdürülmeli. Çözüm savaş değil, barıştır. Şu hâlde müzakere ile, diplomasi ile mutlaka barış yolları aranmalıdır. Bakınız biz bu satırları kalem almaya çalıştığımızdanb iki gün sonra yani 05 Mart 2020 tarihinde Erdoğan ile Putin'in arasında Moskova'da bir zirve gerçekleştirildi. Bu toplantıda varılan ateşkes mutabakatı sadece Türk halkının değil, bölge halklarının yüreğine su serpmiş oldu.
Elbette anlaşmalara atılan imzalar sadece ateşkesle sınırlı değil, varılan mutabakat ile maddeler halinde yol haritası da çizilmiş oldu.
Alınan kararlardan biri de İdlib halkının güvenliği için Türkiye ile Rusya o bölgede devriye görevi yapacak. Rusya'daki görüşmeden döndükten sonra Erdoğan'ın beyanatlarında geçen şu cümle oldukça manidar ve önem arz etmektedir: "Temennimiz odur ki bu (ateşkes) sürer. Böylece Müslüman'ın Müslüman ile böyle bir savaşı yapması da bitmiş olur." Baştan beri temennimiz buydu zaten. Rabbimiz Müslümanlara sulh ve birliktelik nasip etsin..