İslâm’da ve hatta bütün dinlerde “aile” kutsal bir müessesedir. Aile yuvasının sağlıklı bir zeminde sürdürülebilmesi için eşlerin riayet etmesi gereken temel prensipler vardır. Bir yuvanın stabil ve güçlü olması eşlerin birbirlerinin hak ve hukukuna riayet etmesine bağlıdır. İş ve görev taksimi ontolojik yani yaradılış özelliklerine uygun olmalıdır. Genel olarak erkek evin geçim ve maişetinden sorumludur. (Nisa:34) Kadın ise evin içinden sorumlu..
Mesleklerine göre bu durum müşterek hâle de gelebilir. Örneğin evin hanımı doktor, sağlıkçı, hemşire, öğretmen vs, bir meslek dalında çalışıyor olabilir. Bu durumda ev işleri müşterek yürütülmelidir. Evin erkeği işinden geldiğinde hemen eline gazeteyi almamalı veya televizyonun karşısına geçmemeli. O esnada mutfağa geçmek gerekirse birlikte geçilmeli. Bu gibi durumlarda bir takım haksızlıklar vuku bulduğunda tartışmalar, sürtüşmeler ve geçimsizlikler olabilmektedir. Bazen iş şiddete de varmaktadır.
Biz bu satırlarda asıl olarak vurgulamak istediğimiz, evlilik hayatını tehlikeye atan ve toplumumuzda cinayetlere kadar varan ana etkenden söz etmek istiyoruz. İster bayan olsun, ister erkek aile yuvalarının sağlıklı bir zeminde sürdürebilmeleri için öncelikli olarak gönül kapılarını dışa kapalı tutmaları gerekmektedir. Bakınız, bütün meselenin odak noktası burada yatmaktadır. Eksen kayması, fay hattı kırılması, ihanetlerin başlangıç noktası burasıdır.
Evdeki sürtüşmeler, tartışmalar, anlık kırgınlıklar, soğumalar, anlık sevgi yitimi ve öfkeli hâllerden dolayı gönül kapısının namahreme açılmasına mahâl verilmemelidir. Bu konuda erkeklerin ve kadınların mazeretleri farklıdır. Erkek sosyal hayat içerisinde daha etkindir, eşi ile aralarında bir soğukluk vuku bulduğunda gönül kapısını açmışsa gözler başkasını arar. Veya böyle bir durum olmasa bile kaypak gönüllüler için başka bir yöneliş mazereti var: Eşi ona üç-dört çocuk doğurmuştur ve bu durumun sonucunda kadının fizikî yapısı deforme olmuştur. Erkek dış teşhiratların etkisinde kalarak ve içindeki sevgi ve ilgiyi bedensel hazza dönüştürerek gönül kapısını dışa açma çabası içine girebilmektedir. Ayrıca bazı erkekler vardır gayet mazbut ve mutlu bir hayatları varken mali hayatlarında büyük bir değişiklik olduğunda elindeki maddi gücün etkisiyle gönül kapısını dışa açıp arayış içine girebilmektedir. Böylelerine argo tabirde, “biti kanlandı” denir.
Bayanlara gelince, aile baskısı ile evlendirilmiştir veya mücbir sebepten dolayı kocaya gitmiştir yani mutsuz bir evlilik yapmıştır, evliliğini içine sindirememiş ve kanıksayamamıştır.. Böylesi bir evlilik yaşayanların gönül kapısı dışa açık olabilmektedir. Bir de gayet severek ve büyük bir aşkla, büyük bir iştiyakla evlenip yuva kuran bayanlar var ki, umdukları evliliği bulamamışlar, büyük hayal kırıklıkları yaşamışlardır. Bakıyorsunuz o flört veya nişanlılık dönemindeki centilmen, nazik, kibar erkeğin yerini kaba, nobran ve şiddet uygulayan hödük biri almış. Neticede yaşanan hayal kırıklıkları gönül kapılarının dışarı açılmasına sebebiyet vermiştir.
Peki gönül kapısı dışarı açılırsa ne olur? Gönül kapısının açık tutulması yeni arayışaları ve gayr-i meşru ilişkileri beraberinde getirir. Genel olarak bu durum erkek için (bayanlarda olduğu gibi) büyük riskler taşımamaktadır. Sadece iş yuva yıkılmasına sebebiyet verebilmektedir. Fakat kadın için iş sadece yuva yıkılması ve evlilik hayatının son bulması ile sınırlı kalmamakta; iş büyük felakete yani cinayete kadar varabilmektedir. Bu durum olayın bir boyutudur. Asıl olarak ister bay veya bayan olsun zinakâr kişi irtikap etmiş olduğu iffetsizlik ile en büyük ihaneti Rabbine karşı yapmış olmaktadır. Sonra kendi izzet ve şerifini ayaklar altına almış olarak ayette belirtildiği üzere en sefih, en aşağılık duruma, esfel-i safiline düşmüş olmaktadır. (Tin:5-6) Bu aynı zamanda yine ayette belirtildiği üzere nefsin ilâhlaştırılması demektir. (Furkan:43) Daha sonra ise mensup olduğu ailesine karşı bu ihaneti yapmış olmaktadır.
Ailenin iffetine, itibarına ve mahremiyetine halel getirmek bütün bir aile-akraba bireylerinin yüzünü kızartıp başlarının öne eğilmesine sebebiyet vermektir. Hatta böylesi bir durum bırakın aileyi-akrabayı bir mahalleyi bile töhmet ve mahcubiyet içerisinde bırakır.
Bir de hiç yüzleri kızarmadan pişkince şöyle bir itiraz ve çemkirmede bulunurlar: “Ayol sen mahallenin namus bekçisi misin?” Ar, haya, iffet perdesi yırtılmasın bir kere her yol mubah görülür. “Şüphesiz güzellerin en güzeli, güzel ahlâktır.”
Ahlâk demek edep, us ve ar demektir. Ahlâk demek izzet, şeref, onur ve namus demektir. Ahlâk demek iffet, haya ve mahremiyet demektir. Ahlâk insana özgü bir sıfattır. Bu sıfatın yitirilmesi insanlığın yitirilmesi demektir.
Şu hâlde bırakın bir ahlâksızlığı irtikâb etmeyi, kendisini töhmet altında bırakacak münasebet ve sosyal ilişkilere giren kimse, kendisi hakkında kötü düşünenleri kınamamalıdır.
Bazı günahlar vardır ki, onları ancak soysuz olanlar yapar. Bir kadının ve bir erkeğin en büyük serveti iffetidir.
Alemlere rahmet Sevgili Peygamberimiz (s.a.a) kadın-erkek her Müslüman için “usvetun hasene” (rol model)dir. (Ahzab:21) Şu hâlde her Müslüman Allah Resulü’nü örnek almalıdır. Rabbimiz buyuruyor ki: “Ey Resulüm! Muhakkak ki sen yüce bir ahlâk üzeresin.” (Kalem:4)
Peygamberimiz(s.a.a) buyuruyor ki: “Ben yüce ahlâkı tamamlamak üzere görevlendirildim.” Elbette ki ahlâk olgusu çok geniş kapsamlı bir kavramdır. Başta ticaret olmak üzere her türlü sosyal ilişkiyi kapsar ama ahlâk olgusunu namusla ilintilendirdiğimizde başlı başına müstakil bir ana konu ile muhatap olmaktayız.
İffet ve namus olgularına ilişkin ahlâk konusunda müstakil olarak Kur’an’da özel bir örnek Yusuf aleyhisselâmdır. Yusuf peygamber iffetsizliği irtikâb etmektense zindana girmeyi yeğlemişti. (Yusuf:33)
Bayanlar için yine müstakil örnek Meryem validemizdir.
“Rabbi O’nu, bir çiçek gibi yetiştirdi.” (Al-i İmrân:37) İffet ve namus konusunda erkekler için Yusuf aleyhisselam rol modeldir. Erkekler çirkin bir teklifle karşılaştıklarında veya bir hayasızlığı irtikâb edecek duruma düşme ihtimali ile yüz yüze geldiklerinde Yusuf aleyhisselamın örnek davranışını göz önüne getirip kendilerine ve nefsanî dürtülerine mukayyet olmalılar.
Genç bayanlar ise her hangi bir sınavla karşılaşsınlar veya karşılaşmasınlar her daim Meryem validemiz gibi iffet timsali-vakur bir tutum içerisinde olmalılar ki, nadide bir çiçek gibi kendi haysiyet ve iffetlerini korumuş olsunlar.
Bugün sadece yaşadığımız coğrafyada değil İslâm dünyasının hemen hemen her yerinde büyük bir ahlâkî erozyon ve manevî savrulma yaşanmaktadır. Batı dünyasını zaten hesaba katmıyoruz. Zira Batı özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyevî anlamda yaşamış olduğu ekonomik refah ve kapitalizmin dayatmış olduğu "hazza dayalı ben merkezci yaşam biçimi" namus ve aile mefhumunu ortadan kaldırmış bulunmaktadır.
Batı’da artık evlilik dışı partner hayatı tercih edilmektedir. Ahlâk ve etik değerler tamamen rafa kaldırılmış vaziyette. Üstelik Batılı toplumlar böylesi bir hayatı kanıksamış ve içselleştirmiş durumdalar. Namus kavramı olmayınca şiddet ve cinayetler de vuku bulmamakta.. İffetsizliği ve zinayı ihanet olarak değil fantezi olarak görüyorlar. Bu konuda birbirlerine karşı gayet anlayışlı ve hoşgörülüler. Anlayacağınız Batı’da deyyusluk yaşam biçiminin bir parçası olmuş. Rahat bir şekilde eski eşler veya eski partnerler bir araya gelip nefsanî anlamda hoşça vakit geçirip eğlenebiliyorlar. Hatta uç örnek verecek olursak Batı’da swinger (eş değiştirme) kulüpleri de var.
Kısacası Batılı ülkelerde deyyusluk had safhada. Peki bizdeki Batı öykünmecilerine ne demeli? “Hedefimiz muasır Batı medeniyetidir.” “Amacımız ve tek gayemiz çağdaş Batı medeniyetine ulaşmaktır.” 100 yıla yakın süredir Batı vari öykünmeci seküler mantıkla nakarat hâle getirilmiş bu gibi söylemlerle kısmen de olsa hedefe yaklaşıldı sanırız.. Zira öylesine bir ahlâk erozyonu yaşanmaktadır ki, diğer Müslüman ülkelere de adeta öncülük etmekteyiz. Elbette diğer Müslüman coğrafyalarda da manevî savrulma yaşanıyor fakat bu derece değil. Bu konuda Türkiye seküler bir yönetim anlayışına sahip olduğu için daha hızlı bir şekilde Batı yaşam biçimi ile entegre olma yolunda ilerliyor. “Kopenhag Kriterleri” “Avrupa Uyum Yasaları” derken şimdi de önümüze “İstanbul Sözleşmesi”ni koydular. İstanbul Sözleşmesi ile sözde kadına şiddetin önü alınmaya çalışılmakta, oysa maddeler tek tek tahlil edildiğinde “cinsel eşitlik" adı altında iş Lût kavmine özgü cinsel sapkınlıkların meşrulaştırılmasına kadar varmakta..
Şunu bilmiş olalım ki Batı’nın değer yargılarıyla bizim aidiyet değerlerimiz asla örtüşmemekte. Şu hâlde biz Müslüman bir toplum olarak kendi evrensel ilâhî değerlerimize dönmek zorundayız. İslâm’ın insanı erdemli kılan yüce ahlâk anlayışı ile Batı’nın müptezel ve gayr-i ahlâkî yaşam biçimi asla kıyas kabul etmez. Biz erkekler İslâm’ın kadına verdiği değeri bilirsek ve bu kurallara riayet edersek, bayanlar da kendi değerini bilip iffet ve vakarlarına sahip çıkarlarsa ne şiddet olur ne de cinayet. Elbette bu konuda caydırıcı yasalara da ihtiyaç var.
Fakat şu da bir gerçek ki, (bugünlerde çok gündemde olan) "evden uzaklaştırma cezası" sorunu tek başına halletmiyor. "Kadının beyanı asıldır" demek de yeterli değil ve istismara açık bir konu..
Kısacası palyatif çözüm önerileri ile hiçbir sorunu hâlledemeyiz..
Köklü bir eğitim formasyonuna ihtiyacımız var. Kabul edelim ki, genel anlamda şiddete teşne bir toplumuz. Şu hâlde toplum olarak değişmeliyiz. Aile içi ve sosyal hayatta sevgiyi, merhameti, hoşgörüyü, kibarlığı vel hasılı nezaket kurallarını kişiliğimizin bir parçası hâline getirmeliyiz. Ancak bu şekilde kadına şiddetin önü alınır ve aile hayatı insicama kavuşur. Unutmayalım, kızgın bakmanın ve ses tonunu yükseltmenin haram olduğu bir dinin müntesipleriyiz.
"Bir toplum kendi durumunu değiştirmedikçe Allah da onların durumunu değiştirmez." (Raf:11)