Teberrâ Ve Tevellâ

Hazım Koral

21-09-2015 22:19

Yüce dinimiz İslâm'ın en temel prensiplerinden biri de tevellâ ve teberrâ ölçüleridir. Hatta nebevî hadisten yola çıkarak diyebiliriz ki, bu kıstaslar dinin mihferini oluşturmaktadır. Öyle ki, teberrâ sözcüğü Arapça soyutlanmak ve beri olmak anlamına gelmektedir. Yani aziz dinimizin kerih gördüğü, necis addettiği, günah ve şirk olarak nitelediği fiil ve bu fiilleri icra edenlerden soyutlanmak ve beri olmak anlamına gelmektedir. Bu doğrultuda zulmün ve şirkin icracısı olan ne kadar tağut ve müstekbir güç varsa bunlardan soyutlanmak ve uzaklaşmak yine "teberrâ" kavramının gereğidir.

Şu hâlde "teberra" kavramı bir mükellefiyet olarak karşımıza çıkmaktadır. Şöyle ki, bu kavram bireysel anlamda günaha tekabül eden hâl ve davranışlardan uzak olmak anlamına gelmekle birlikte toplumsal hayatı zora ve sıkıntıya sokan, insanlara hayatı zindan etmeye koyulan zalim iktidar güçlerinden soyutlanmanın ve bu zalimleri bir şekilde bertaraf etmenin referansı olarak görülmektedir.. Zira hayatı güvenilir ve yaşanır kılmak İslam ümmeti üzerine ilâhî bir sorumluluktur. Emr-i maruf ve nehy-i münker sadece bireysel ilişkilere tekâbül etmemektedir. Toplumsal düzenimizin tanzimi hususunda negatif unsurlardan arınmak, yani teberri etmek bütün Müslümanlar üzerine yadsınamaz bir vecibedir.

Elbette ki, toplumsal mükellefiyetlerimizin ön koşulları vardır. Diyalektik anlamda yani sebep sonuç ilişkisi bağlamında hayat boşluk kabul etmemektedir. İki ayetle konumuzu açacak olursak, birincisi: "Hak geldi batıl zail oldu." (İsra:81) İkincisi: "Bir toplum kendi özünde-fıtratında bulunan ahlâkı değiştirip bozmadıkça Allah da onların durumunu değiştirmez." (Rad:11) Birinci ayette görüldüğü gibi hak hakim olmayınca batıl asla bertaraf edilmiş olmaz. Eşyanın tabiatında da bu böyledir. İkinci ayete gelince, her şeyden önce şu bir hakikat ki, Allah Teâlâ biz insanoğlunu yeryüzündeki imtihanımızın gereği olarak seçme ve tercih etme bağlamında özgür irade sahibi yaratmıştır. Şu hâlde biz Müslümanlar ümmet genelinde teberri prensibinin gereğini yerine getirmediğimiz süre Allah Teâlâ nûrunu tamamlamayacak ve içerisinde bulunduğumuz olumsuz durumumuzu değiştirmeyecektir.

Buradan çıkan sonuç; ümmet olarak eğer necat bulmak istiyorsak sebeplere mutlaka tevessül etmeliyiz. Bunun aksi mümkün değildir. Zaten aksini beklemek eşyanın tabiatına aykırıdır. İlliyet kavramından kastımız da buydu. Kur'ân-ı Kerim'de birçok ayet-i kerime bu gerçeğe işaret etmektedir. Örneğin, "İnsana çabasının karşılığı vardır." (Necm:39) Emek ve çaba ebetteki ilâhî rızaya uygun olmalıdır. Öncelikle toplumsal mükellefiyetlerimiz hususunda hiyerarşik ve kollekif bir çabanın içerisinde olmak zorundayız. 

Vahdet olgusu burada da bir ön şart olarak karşımıza çıkmaktadır. Müslümanlar kurumsal birlikteliklerini tesis etmeliler ki, toplumsal teberriler gerçekleşmiş olsun. Bu şekilde ancak arınma ameliyesi olur. Yüce Rabbimiz'in, "Allah arınanları sever." (Bakara:222) buyruğu sadece bireysel arınmışlık anlamına gelmemektedir. Biz ümmet bazında da teberri kavramından yola çıkarak her türlü pislikten, şirkten, zulümden ve kötülüklerden arınmak zorundayız. Dünyamızı yaşanır kılmanın ve ahiretimize yatırım yapmanın ön koşulu budur. Örneğin Hûd Sûresi'nin 113'ncü âyetinde Yüce Rabbimiz, "Zalimlere meyletme, yoksa sana da ateş dokunur" deyip bizleri uyarmaktadır. Buradaki soyutlanma ameliyesi "arınma" anlamına da gelmektedir. Bu nedenle zalimlerden soyutlanıp arınanlar Allah Teâlâ'nın sevgisine istihkak kazanmış demektir.

Teberri ameliyesi ümmet geneline yayılırsa anlam kazanır. Bölgesel ve lokal arınmışlık tek başına fazla bir anlam ifade etmemektedir. Örneğin bir tek uzvunuzu yıkamakla nasıl ki tüm bedeninizi temizlemiş olmayacağınız gibi lokal arınmışlıkla da bütün bir ümmeti arındırmış olamazsınız. Bölgesel arınmışlığı elbette ki yabana atmıyoruz. Zira lokal temizlik diğer bölgeler için "usvetun hadene" bağlamında emsal teşkil etmektedir.

Somut bir örnek verecek olursak, karşımıza İran İslâm Cumhuriyeti çıkmaktadır. İslâm Devrimi Lideri İmâm Humeynî (r.a) milâdî 1963 yılında devrim hareketini başlattığında bu işe "teberri" kavramı ile yola çıkmıştı. Aziz İmâm, tebliğ ve irşad faaliyetlerine başladığında ilk iş olarak halkı zalim şahtan teberri olmaya çağırmıştı. Hûd Sûresi'nin 113'ncü âyeti çerçevesinde İran halkını zalim ve müstebit olan Şah'a karşı kin ve düşmanlığa tahrik ediyordu. Elbette ki bu uzun soluklu bir irşad çalışmasıydı. Bu süreç içerisinde İran halkı topyekûn bir şekilde İmâm'ın çağrısına "lebbeyk" deyince Rabbimiz de vaad etmiş olduğu lütfunu vefakâr İran halkına bahşetmiş oldu.

İran İslâm Devrimi'nde biz her iki kavramın tahakkukunu görüyoruz. Teberra kavramı ile İran halkı Şah ve onun aşağılık rejiminden beri olduğunu devrimle ispatlamış oldu. Tevellâ kavramı ile İmâm'ın çağrısını yaptığı öz Muhammedî İslâm'a kitleler hâlinde teveccüh edildi. Tevellâ olgusunda biz aşkı, sevgiyi, sahiplenmeyi, adanmışlığı ve teslimiyeti görüyoruz. Teberra ve tevellâ kavramları bu yönüyle kelime-i tevhidin sosyal hayata yansıması olarak tezahür etmektedir. Tevhid kelimesi "lâ" ile başlamaktadır. Yani "lâ" ret, inkâr ve teberri anlamına gelmektedir. "Lâ ilâhe" derken Allah'ın gayrısında ne kadar beşerî ilâh varsa tümü inkâr ve reddedilmekte. "İllallah" derken ise teberrideki gibi arınmışlıktan sonra yalnızca Allah'ı yegâne ilâh olarak tanımadır. Bu ise tevellâ anlamına gelmektedir. Yani Allah Teâlâ'ya adanmışlıktan yana tercihte bulunmak.

Buradan çıkan sonuç teberra ve tevellâ ölçüleri tevhidi eksende tezahür ettiğidir. Müslüman birey Allah'a teslimiyetini kelime-i tevhid ile izhar ederken aynı zamanda teberra ve tevellâ ölçülerini de kuşanmış olmaktadır. Burada asıl olan bütünlükçü bir tutum içerisinde bu olguları kuşanmak.. Zira tevhidî ilkeler hayatımızın ve sosyal yaşamımızın her alanını kapsamaktadır. Bireysel ve ailevî yaşamımızdan tutun da anayasal düzlemde toplumsal düzenimizin tanzimine kadar ve hatta buradan da öte uluslararası ilişkilerimize kadar teberra ve tevellâ olgularının evrensel kıstasları vardır. Bu kıstaslar İslâm ümmetinin her bir bireyi için bağlayıcılık arz eder.

Bu bağlayıcı ve kayıtlayıcı unsurlar aynı zamanda ahlâk öğretileridir. Hatta diyebiliriz ki, bunlar işin başlangıç noktasıdır. Zira ahlâk ve erdem olmazsa hiçbir şey olmaz. Bu nedenle "önce ahlâk" diyoruz. Teberra ile öncelikle ahlâk bozucu unsurlardan uzaklaşıp beri olmalıyız. Bu bir soyutlanma ameliyesidir. Tevellâ ile ise ahlâkî değerleri kuşanıp sahiplenmeliyiz. Bu sahiplenme Müslüman bireyden başlayıp toplumun tüm katmanlarına sirayet etmelidir. Topluma rengini vermelidir. "Bir toplum kendi özünde-fıtratında olan ahlâkı değiştirip bozmadıkça Allah da onların durumunu değiştirmez." (Rad:11)

Ayetten de anlaşılacağı üzere, teberra ve tevellâ kıstaslarına riayet etmek insan fıtratıyla özdeş olan ahlâkî bir tutumdur. Bu değerlerden uzaklaşmak ise hiç kuşkusuz insanın kendi fıtratından, yani özünde bulunan ahlâkî erdemlerden uzaklaşması demektir. Nitekim Allah Teâlâ Tin Sûresi 4'ncü ayette belirttiği üzere biz insanoğlunu "ahsen-i takvîm" (en güzel kıvamda) ve "eşref-i mahlûk" (diğer yaratıklardan üstün) olarak yarattığını belirterek insana yücelik ve izzet atfetmektedir. Ama insan bu değerlerden uzaklaşırsa yine Tin Sûresi'nde belirtildiği üzere "esfel-i sâfilîn"e (aşağıların aşağısına) yuvarlanabilmektedir.

Bu uzaklaşma ve savrulma aynı zamanda Allah'tan uzaklaşma anlamına da gelmektedir. Zira bunun tersi insan fıtratına, yani özünde var olan ahlâkî değerlere ne kadar yaklaşırsa Allah'a da o derece yakınlaşmış olur. Bu nedenledir ki, Allah Teâlâ ayet-i kelime de  biz Müslümanlara "fefirru ilallah" (Allah'a koşunuz) diyerek çağrıda bulunmaktadır. Bu koşu teberra ve tevellâ ile olur. Yani Allah'ın "beri ol" dediklerinden uzaklaşmakla,  "teveccüh et ve sarıl" dediklerine ise yönelip sarılmakla olur.

Bir başka ifadeyle, şeytanın vesvesesinden, şeytan ve avanesinden uzaklaşıp, Allah ve dostlarına, Allah ve veli kullarına yakınlaşmakla ancak bu ölçülere riayet edilmiş olur. Burada en çok dikkat edilmesi gereken husus ise bu kıstasların birbirlerine karıştırılmamasıdır. Eğer bunlar karışırsa kişi veli niyetiyle şeytana ve şeytanın avanesine yönelebilmektedir. Tarih boyu olduğu gibi günümüzde de bunun somut örneklerini görebilmekteyiz. Hafazan Allah, birçok grup ve cemaat var ki, kendilerini Allah yolunda, sırat-ı mustakim üzere olduklarını sanıyorlar; ancak yapıp ettiklerine baktığımızda Kur'ân'dan ve nebevî sünnetten ne kadar uzak olduklarnı görebilmekteyiz.

İslâm ümmetinin birlik ve beraberlik içerisinde olması gerektiğini dile getirmeleri gereken sözüm ona bazı âlim diye geçinen zevat ötekileştirici, dışlayıcı ve hatta tekfir edici beyanatlarıyla bölünmüş olan ümmeti daha da bölmenin ve parçalamanın derdindeler. Bir de Allah yolunda cihad ettiğini söyleyen tekfirci-selefî sapkın gruplar var ki, tekbir getirerek katliam yapıyorlar, Kur'ân'dan ayetler okuyarak savunmasız mazlum insanların kafalarını kesiyorlar. Hatta çocuklara bile aynı muameleyi yapıyorlar. Bu ruh hastası yaratıklar cinnet geçirmişler ve yaptıkları katliama cihad diyorlar.

Bütün bunlar teberra ve tevellâ ölçülerini birbirine karıştırmış olmalarıdır. Adam hatları öyle karıştırıyor ki, Hizbullah'a hizbuşşeytan diyebiliyor. Rabbim ıslah etsin. Rabbim böylelerine basiret versin. İslâm düşmanlarına ve Siyonistlere karşı değil, Müslümanlara karşı savaşanları haklı gören bir zihniyet nasıl bir eksen kayması yaşamaktadır? Bu nasıl bir idraktir, bu nasıl bir yanılsamadır? Basiret körlüğü bu olsa gerek! Teberra ve tevellâ kavramları aslında mihenk taşıdır. Referansı ise Kur'ân ve nebevî sünnettir. Yüce Rabbimiz, "Doğrulukla sapıklık tamamen birbirinden ayrılmıştır.." (Bakara:256) Şu hâlde, "Hak ile batılı birbirine karıştırmayın ve bile bile hakkı ketmetmeyin" (Bakara:42) diyerek biz Müslümanları uyarmaktadır.

Ne yazık ki, İslâm ümmetinin kahir ekseriyeti (ezici çoğunluğu) böyle bir açmazla karşı karşıyadır. Oysa bütün peygamberler insanları bu tür açmazlardan, yani karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için görevlendirilmişlerdir. (İbrahim:1; Talâk:11) Ve bütün elçiler bu ilâhî vazifelerini bi hakkın ifa etmişlerdir. Bütün peygamberler insanlara nelerden teberri edeceklerini ve nelere tevellâ göstereceklerini çok bariz bir şekilde anlatıp izahatta bulunmuşlar. Bu ilâhî yol göstericilik karşısında insanların bir kısmı işin başında haktan yüz çevirmiş. Bir kısmı da zaman ve süreç içerisinde çeşitli sebeplerle haktan sapmışlar, hak diye batıla sarılmışlar. "Görmedin mi ki, onlar her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar." (Şuarâ:225) Onlar şaşkınlıklarıyla yanlış tercihlerde bulunurlar. Hak diye batıla sarılırlar, hayrı şer, şerri hayır olarak görürler ve böylece fitneye sebebiyet verip bozgunculuk çıkarırlar.

Vakıanın en tehlikeli yönü de budur. Böylelerini Yüce Rabbimiz şöyle tanımlıyor: "Onlara 'yeryüzünde bogunculuk çıkarmayın' (yeryüzünde kan dökmeyin) denildiğinde. 'Biz ıslah edicileriz' derler. Oysa onlar bozguncuların ta kendileridir ama farkında değiller." (Bakara:11-12)

Bugün başta Suriye, Irak ve Libya olmak üzere İslâm coğrafyasının birçok yerinde cihad adı altında Allah yolunda savaştıklarını iddia edenlerin sergiledikleri vahşet örneklerine bakın! İnsanlık dışı cinayetler işleyerek, "biz yeryüzüne adalet getireceğiz, biz ıslah edicileriz" diyorlar. Oysa ayette belirtildiği gibi yeryüzünü fesada veriyorlar, yeryüzünü kan gölüne çeviriyorlar ama farkında değiller.

Sonuç olarak diyeceğimiz o ki, avamıyla, âlimiyle tüm Müslüman halkımız teberra ve tevellâ ölçülerini yeniden gözden geçirmeliler. Şeytana karşı her an teyakkuz hâlinde olmalılar. Kur'ân ve Sahih Sünnet'te referansı olmayan ve fakat tarihî süreç içerisinde dinî kisveye büründürülerek tabulaştırılan tanımlamalar, isimlendirmeler mutlaka bir tarafa atılmalıdır. Ki bu isim ve tanımlamaların pek çoğu ötekileştirme, dışlama ve kendinden saymama taassubunu beraberinde getirmiş. Ne yazık ki, Kur'ân ve Sahih Sünnet'te referansı olmayan bu tanımların dışında kalan Müslümanlar tekfir dahi edilebilmektedir. Sonra ver gelsin düşmanlıklar ve kan dökmeler! Tekfircilerin işledikleri cinayetlerin tek referansı Kur'ân ve sünnette olmayan bu tanım ve isimlerdir.

Yüce Rabbimiz imân edenleri "Müslüman" olarak isimlendirmişken (Hac:78) başka isim ve sıfatlara ne hacet. "...ve 'ben Müslümanlardanım' diyenden daha güzel sözlü kim vardır?" (Fussilet:33) Bütün bu iyi niyetli teklifimize rağmen hâlâ kendilerini başka isimlerle tanımlayanlar olursa onlara da bir opsiyonumuz olacaktır: Madem ki, kendinizi başka isimlerle tanımlıyor sunuz, o halde sizin dışınızdakileri ötekileştirmeyin, dışlamayın çünkü hepimizin üst kimliği "Müslüman" sıfatıdır. Bari bunu unutmayalım... Çünkü teberra ve tevellâ ölçüleri bunu gerektiriyor.

 

DİĞER YAZILARI Nedir Bu İran Düşmanlığınız? 01-01-1970 03:00 Yenileceksiniz Ve Cehenneme Sürüleceksiniz 01-01-1970 03:00 İslam Birliği Ve Şirk... 01-01-1970 03:00 İslâm Devrimi Ve Düşündürdükleri... 01-01-1970 03:00 Siyonist Çetenin İşgal Ve Tahakküm Alanı... 01-01-1970 03:00 BM Değil Ümmet Olarak Biz Suçluyuz... 01-01-1970 03:00 Hamas'ın Esirlere Yaptığı Muamele Peygamber Ahlakıdır... 01-01-1970 03:00 Canavar Siyonizm ve Canavar Batı Rejimleri 01-01-1970 03:00 Gazze'ye Sağır Olmak Katliama Ortak Olmaktır 01-01-1970 03:00 Mescid-i Aksa Tufanı... 01-01-1970 03:00 İmanımızı Gözden Geçirmek... 01-01-1970 03:00 Devlet Yapılanması Kapsamında ve Hayatın Her Alanında İslam Bir Paket Programdır... 01-01-1970 03:00 20 Temmuz Kıbrıs Barış Harekatı ve Bilmemiz Gerekenler... 01-01-1970 03:00 15 Temmuz Ve Hatırlattıkları... 01-01-1970 03:00 Kurbanın Hikmet Ve Felsefesi 01-01-1970 03:00 İmam Humeyni'yi Rahmetle Anmak... 01-01-1970 03:00 Seçim Tartışmaları ve Bizim Sorumluluğumuz... 01-01-1970 03:00 Seçimin Düşündürdükleri... 01-01-1970 03:00 Siyasi Sorumluluğumuz... 01-01-1970 03:00 Siyonist Çete Yine Şaşırtmadı... 01-01-1970 03:00 Oruç'un Fayda Ve Hikmetleri... 01-01-1970 03:00 Sigaranın Zararları 01-01-1970 03:00 Depremde Ölenlerin Katili Kim... 01-01-1970 03:00 Depremin Düşündürdükleri 01-01-1970 03:00 ABD'nin Bitmeyen Entrikaları 01-01-1970 03:00 Hak Batıl Savaşında Kukla Charlie Hebdo ve Pİyon Rasmus Paludan... 01-01-1970 03:00 Charlie Hebro Çağdaş Kab Bin Eşref 01-01-1970 03:00 Çocuk Gelin Mevzusu... 01-01-1970 03:00 Terör Ve Kısas 01-01-1970 03:00 Atatürk'ün Son Meclis Konuşması İle İlgili Tartışmalar 01-01-1970 03:00 Aliya İzzetbegoviç'i Rahmetle Anmak... 01-01-1970 03:00 İran'da Yaşanan Olaylar ve Türkiye Kıyaslaması... 01-01-1970 03:00 T.C'nin Siyonist Çete İle İlişkileri 01-01-1970 03:00 Misyonumuz Evrensel Nitelikte Müesses Bir Nizam Kurmak Olmalı... 01-01-1970 03:00 Allah'a Koşunuz... 01-01-1970 03:00 Suriye ve Diğer Arap Ülkelerinin Filistin'e Bakışı... 01-01-1970 03:00 Takva Mücadeledir 01-01-1970 03:00 28 Şubat Darbesinin Hatırlattıkları.... 01-01-1970 03:00 Biz Neyin Derdindeyiz Suud Ve Avanesi Ne Yapıyor? 01-01-1970 03:00 Haya İmandandır... 01-01-1970 03:00 Merhamet İnsanın En Temel Hasleti Olmalı... 01-01-1970 03:00 Allah'a Koşunuz 01-01-1970 03:00 Azerbaycan ABD Ve Siyonist İsrail Kıskacında... 01-01-1970 03:00 Tarih Tekerrür Ediyor ve Taliban'lı Yeni Dönem 01-01-1970 03:00 Evlilikte Liyakat Ve Sadakat.. 01-01-1970 03:00 Bosna Savaşı ve Srebrenica Katliamı... 01-01-1970 03:00 Ey Allah'ın Kulları Kardeş Olunuz... 01-01-1970 03:00 Ateşkes Filistin'i Unutturmamalı... 01-01-1970 03:00 Sicili Bozuk Ve Küstah ABD 01-01-1970 03:00 Erbakan'ı Tanımak 01-01-1970 03:00 Tarım Ve Ekolojik Sorunlarımız 01-01-1970 03:00 Sürdürülebilir Aile Yuvasının Ön Şartı İyi Geçimdir.. 01-01-1970 03:00 Batıl Ehlinin İslâm'a Ve Peygamberimiz'e Olan Düşmanlığı... 01-01-1970 03:00 İftira Dezenformasyon Ve Tezvirat Olguları Üzerinden İran Düşmanlığı.. 01-01-1970 03:00 Kısasta Hayat Vardır 01-01-1970 03:00 Kerbelâ Kıyamını Anlamak... 01-01-1970 03:00 Istanbul Sözleşmesi Mi, İslam Sözleşmesi Mi.... 01-01-1970 03:00 Bir Hukuk Skandalı Ve 22 Yıllık Hasret... 01-01-1970 03:00 Aile Mahremiyeti Üzerine 01-01-1970 03:00 Dünya Kudüs Günü Ve Asıl Mesele 01-01-1970 03:00 Oruç Ve Nefs Tezkiyesi.. 01-01-1970 03:00 Koronavirüs (Kovid-19) Hakkında... 01-01-1970 03:00 Mayın Eşeği Olmamak 01-01-1970 03:00 İslâm Devriminin 41'nci Yılı Muhasebesi 01-01-1970 03:00 İran'ın Suriye'de Ne İşi Var? 01-01-1970 03:00 Kadına Şiddet Ve Evlilik Hayatını Bitiren Faktörler... 01-01-1970 03:00 Nikâh Akdi.. 01-01-1970 03:00 Evlilikte Liyakat Ve Sadakat.. 01-01-1970 03:00 Kadına Şiddet Ve Kadın Cinayetleri 01-01-1970 03:00 Önce Ahlâk Ve Maneviyat... 01-01-1970 03:00 Takva İslam’ı En İyi Şekilde Yaşamaktır 01-01-1970 03:00 Gürültü Kirliliği 01-01-1970 03:00 Ramazan Ayı Ve Oruç 01-01-1970 03:00 Tesettürün Cılkının Çıkarılması Ve Müstehcenliğin Yaygınlaşması Üzerine... 01-01-1970 03:00 Şer Ekseni 01-01-1970 03:00 İslâm Devrimi’nin 40. Yılı 01-01-1970 03:00 Nikâhta Keramet Vardır 01-01-1970 03:00 Uygurlu Müslüman Türklere Uygulanan Çin Zulmü 01-01-1970 03:00 Evliliğe Giden Yolda Kıskançlık... 01-01-1970 03:00 Unutulan Vecibe Emr-İ Maruf -Nehyi Münker Ve Nasihat.. 01-01-1970 03:00 Akraba Ve Komşuluk İlişkileri 01-01-1970 03:00 Art Niyet - Suizan Veya Önyargı 01-01-1970 03:00 Emin, Güvenilir Ve Nezaket Sahibi Olmak 01-01-1970 03:00 Gelin Ve Damat Mevzusu 01-01-1970 03:00 Yarınlar Bizim 01-01-1970 03:00 Siyonistlerin Kuklası Küstah Trump 01-01-1970 03:00 Evlilik Oyunu (!) 01-01-1970 03:00 Geçimsizlik Ve Boşanma Hadiseleri 01-01-1970 03:00 Anlamlı Ve Bir O Kadarda Stratejik Ziyaret... 01-01-1970 03:00 Evlilik Huzurun Teminatıdır… 01-01-1970 03:00 Evlilik İçin Mümeyyiz Olmak… 01-01-1970 03:00 Medeniyetimiz Ve Ufak Ayrıntılar 01-01-1970 03:00 Eşler Arasındaki Kıskançlık Ve Duygu Kontrolü... 01-01-1970 03:00 Sevgi Ve Aşk Üzerine Kısa Bir Analiz.... 01-01-1970 03:00 Farkındalık... 01-01-1970 03:00 Mesuliyet Hissi Ve Merhamet Duygusu.. 01-01-1970 03:00 İnsanı Ve Misyonunu Tanımak. 01-01-1970 03:00 Terör Ve Şiddetin Meşruiyeti Yoktur. 01-01-1970 03:00 Fethullah Gülen’in İnanç Ve Psikolojisi... 01-01-1970 03:00 Kerbelâ’da Âşura Öncesi 01-01-1970 03:00 Azmettirici ABD Tetikçi FETÖ Destekçi NATO 01-01-1970 03:00 İşgalci Siyonist İsrail İle Anlaşmaya Hayır.. 01-01-1970 03:00 Kanlı Darbe Girişimine Bir Başka Açıdan Bakış... 01-01-1970 03:00 Kanlı Darbe Girişimi Hangi Amaca Matuf.. 01-01-1970 03:00 Sıbgatullah; Allah'ın Boyası.. 01-01-1970 03:00 Ramazan Ve Oruç 01-01-1970 03:00 İkra 01-01-1970 03:00 Önce Ahlâk Ve Manevîyat 01-01-1970 03:00 Edep 01-01-1970 03:00 Erbain Yürüyüşü 01-01-1970 03:00 Kerbelâ’yi Anmak Bidat Mi? 01-01-1970 03:00 Kûr’ân Ve İmâm Hüseyin 01-01-1970 03:00 Üst Kimlik Manifestomuz.. 01-01-1970 03:00 Uhuvvet Ve Tasavvuf 01-01-1970 03:00 Ümmet Birlikteliğinin Önündeki Engeller 01-01-1970 03:00 Diyalog Ve Uhuvvet'in Ön Şartları… 01-01-1970 03:00 Tekfircilik Hastalığı (2) 01-01-1970 03:00 Tekfircilik Hastalığı -1- 01-01-1970 03:00 Tevhid Selâm Terör Örgütü Mü? 01-01-1970 03:00