Sayın okuyucum! Bir gün merhum babamın kütüp hanesindeki kitapları tetkik ediyordum. Elmalılı Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kuran Dili, Şehid Seyyid Kutub’un Fi Zilâl-i Kûr’ân, Mevdudi’nin Tefhimul Kûr’ân, Hüseyin Fadlullah’ın Min Vahy’il Kûr’ân ve Alleme Muhammed Tabatabai’nin El Mizan tefsirleri başta olmak üzere Kütübü Sitte (Buhari, Müslim, Ebu Davut, Tırmizi, Nesai, İbni Mace), Asım Köksal’ın İslâm Tarihi, Ömer Nasuhi Bilmen’in İlmihâl’i ayrıca Mızraklı İlmihâl ve ismini sayamıyacağım yüzlerce eser merhum babamın kütüphanesinde mevcuttu. Kitaplar üzerine merhum babamla uzun uzun konuşurdum. Anlattıklarını ise pür dikkat dinlerdim. Sevgili babam kitaba ve ilme değer veren bir kişiydi. Onu boş otururken pek görmezdim. Tevekkeli kitap okumayı çok seviyordu. Kitap sevgisini bana ve kardeşlerime de aşılamıştı. Onun kütüphanesindeki kitapların hemen hemen hepsini okudum.
Asıl ifade etmek istediğim şu: Merhum babam bir gün elinde bir tomar kitapla geldi. “Bak yeni kitaplar aldım” deyip onları bana uzatırken gözlerinin içi gülüyordu. Sonra birden duraksadı, mütebessim çehresi birden bire gerilmiş masmavi gözleri çakmak çakmak olmuştu. Bazen hışımlı bakışları vardı işte o an öyle bir hâl oldu. Bana dedi ki: “Oğlum siz aslında çok şanslı bir zamanda yaşıyorsunuz. Bizim gençliğimizde ne yazık ki böyle kitaplar yoktu. Ve zaten yasaktı. Biz öyle günler yaşadık ki, evimizde “Elif Ba” kitapçığı bulundurmak bile suçtu. Kûr’ân alfabesi kaldırılmış yerine Latin harfleri getirilmişti. Hadi Latince okulda okuyorduk bari bıraksalardı da camilerde ve evlerimizde “Elif Ba” ile Kûr’ân okumayı öğrenseydik. Din düşmanı laik kafalar bunu bize çok gördü. O günlerde jandarma köylere baskın yapar, “Elif Ba” buldukları evde hane sahibini tartaklayıp döverler ve karakola götürürlerdi. Sonraları nice bedeller ödemeyi göze alarak kitap yazanlarımız oldu. İskilipli Atıf Efendi’yi duymuşsundur! Frenk Mukallitliği isimli bir risale yazdı diye adamı idam ettiler. Üstelik Atatürk’ün devrim yasaları yürürlüğe girmeden o kitabı yazmıştı. Buna rağmen hukuk dışı bir yargılama ile o mazlumu infaz ettiler. Ama artık köprünün altından çok sular geçti, o günler geride kaldı. Şimdi siz çok şanslısınız. Artık istediğiniz kitabı alıp okuyabilirsiniz.”
Merhum babam doğru söylemişti. Bugün okuyabileceğimiz o kadar kitap var ki; ama okuyan çok az. Müzik için klişe bir söz vardır. Asıl bu kitap için söylenmelidir. Kitap gerçekten ruhun gıdasıdır. Gereği gibi faydalanılırsa kitap kişiyi yüce erdemlere götürür. Okumak bilgi ve hikmet edinmektir. Rabbimiz buyuruyor ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer:9) Binaenaleyh, mahşer günü bize “ikra kitabek” (kitabını oku) denmeden önce okumalıyız. Okumalıyız ki, hikmeti, basireti öğrenelim. Faydasız ilimden Rabbimize sığınarak okuyalım, ilim tedris edelim ki, iyi ile kötüyü, faydalı ile zararlıyı birbirinden tefrit edelim. Bir bilge insanın söylediği gibi, “Dünyayı yöneten, kalem, mürekkep ve kâğıttır” bunu bilelim. Okumak, ilim tedris etmek aslında Allah’a koşmak gibidir. Şu hâlde, “Fe firru illallah” (Allah’a koşunuz).
“Allah ve Resûlü sizi hayat bahşeden değerlere davet ettiğinde icabet edin.” (Enfâl:24)
İyi bir kitap insana can veren kan gibidir. Can veren, hayat bahşeden değerlere ancak okumakla, ilimle, bilgi edinmeyle ulaşılır. Şu hâlde okumak bir deva, anlamak ise şifadır. Bir başka ifadeyle kitap imbikten süzülmüş bir hayattır. Okumayan insan ise çabuk bunar. Zira kitapsız yaşamak hayatı karartır, kişiyi kör, sağır ve dilsiz eder. Okumayı sevmeyene dokuz hoca az gelir. Oysa şu bir hakikat ki, hiçbir haz kitap okumak kadar kalıcı olamaz. Okuma zevkini tadan bunu Hindistan hazinelerine değiştirmez. Çünkü okumak bilgi ve hikmet hazinelerine kavuşturur.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.a), “İlim mü’minin yitiğidir” diye buyurmaktadır.Bir başka hadis-i şeriflerinde ise, “Beşikten mezara kadar, kadın, erkek her Müslümana ilim öğrenmek farzdır” diye buyurmaktadır. Bugün ümmet bireyleri olarak biz bu buyruğun neresindeyiz. İslâm ümmeti darma dağınık ve hercümerç vaziyette. En büyük yitiğimiz insicam ve istikrarımızdır. Kûr’ân-ı Kerim bizlere mükemmel bir medeniyet projesi sunmaktadır. Biz İslâm ümmeti olarak bu projenin neresindeyiz? Sevgili Peygamberimiz’in (s.a.a) Medine’de tesis ettiği “Asrı Saâdet” örnekliği ve Kûr’ân’ın ifadesiyle “usvetun hasene” (güzel numune) oluşu ortada. Ama biz 2 milyara yakın nüfus potansiyelimizle bir tek İslâm Devleti çatısı altında henüz kardeşliğimizi tesis edemedik. Öncelikli olarak biz buna muhtacız. Bunun ön hazırlığı ise kişilik gelişimidir. Oturmamış kişiliklerle ümmet birlikteliği tesis edilemez.