Latin kökenli bu deyim, ahde/akde vefa ilkesi olarak hukuk sisteminde mündemiçtir ve kökleri Pagan (putperest) Roma İmparatorluğu hukukuna dayanır.
Bilindiği üzere tarihçiler Roma’yı üçe ayırırlar; Pagan Roma, Hıristiyan Roma ve Müslüman Roma. Pagan Roma, imparatorluğun Hıristiyanlığa geçişiyle beraber tarih sahnesinden çekilmiştir. Müslüman Roma ise, 1453’te İstanbul’un fethi ile doğmuş, Hıristiyan Roma’yı ilga etmiştir.
İşte bu “pacta sund servanda” ilkesi, Pagan Roma’nın hukuk sistemi içinde doğmuş, bu gün itibariyle tüm dünyanın devletler ve bireyler hukukunu etkilemiştir.
Bu ilke, öz itibariyle iki devlet arasında yapılmış anlaşmaya sadakat gösterme yükümlülüğü olarak özetlenebilir. Bu deyim ile devletlerin, kendi iradeleriyle anlaşma yapabilme ve iyi niyet kuralları çerçevesinde bu anlaşmaya sadık kalma gerçekliği ifade edilir.
Böylece normlar hiyerarşisinin en tepesinde yer alarak, devletler genel hukukunda tüm devletlerin, kendilerinden üstün bir kuvvet kabul etmemelerine karşın, sırf yaptıkları anlaşmalara riayet edecekleri saikiyle doğmuş olan bu ilke, devletler genel hukukunda “bağlayıcılık” sorununun çözümünü sağlamıştır.
Bireysel anlamda da sözleşme hukukuna egemen olan bu ilke, tüm dünyada olduğu gibi Türk hukuk sisteminde de kabul edilmiştir. Bu ilkeye göre, yapılan ve imza edilen sözleşme yerine getirilmelidir. Koşullar sonradan değişse bile, borçlu ve alacaklı sözleşmeyle imza edilen anlaşmaya sadık kalmalı, özellikle borçlu borcunu ödemekten kaçmamalıdır.
Bu ilkenin hangi sebeple ortaya çıktığını söylemek zor olmasa gerek. Güçlünün zayıfa zulmettiği bir düzende, bunun önüne geçilerek hak ve adaletin temini sağlanmak istenmiştir.
Geniş manada ele alırsak, bu ilke hayatımızın merkezinde yer alır aslında ve tüm ilişkilerimizi kapsar; babanın evladıyla, eşlerin birbiriyle, komşular arasında, işadamları arasında, okul, asker, mesai arkadaşları arasında…
Bu gün sıkıntısını en fazla çektiğimiz yitiğimizdir ahde vefa.
Çanakkale’de şehit olduğunu bilmediği kocasını ömrünün son demlerine kadar bekleyip, “Oğlum, baban gelirse bana haber ver ha!” diyen eşler, yerini kocasının kendisine verdiği kredi kartlarıyla mutlu olan kadınlara bırakmıştır mesela.
Çevrelerindeki insanlara, öğrencilerine, emri altında çalıştırdığı işçilerine, memurlarına üst değerler hakkında nasihatlerde bulunanların da yitiğidir ahde vefa.
Paraya, statüye, menfaate değişip, sırf kendimiz için kurduğumuz, dostlarımızı, kardeşlerimizi, arkadaşlarımızı, hatta ana babamızı dışında tuttuğumuz içi boş çekirdek hayatlarımızın yitiğidir ahde vefa.
İnsanlığın yitiğidir ahde vefa ve onu daha çok kaybetmek için çekirdek hayatımızı daha da yalıtırız insanlardan.
En büyük tezatımızdır üstelik; çevremizdekileri yargılarken, “çok vefasızmış” diyerek, aslında hep bu ilkeye atıf yaparız farkına varmadan, ama kendi hususi hayatımızın özünde bulunmaz ahde vefa.
İnsanları suçlarız ve sosyal medyadan mesajlar göndeririz adresi bizde saklı kimselere. Bazen altına bir not ekleriz “o kendini biliyor” diye. İnsanların ne kadar vefasız olduğundan dem vurur, çocuklarımıza, arkadaşlarımıza, çevremize eşyaların bile bir ruhu olduğunu söyler, ancak dostlarımızın, insanların ruhunun olduğunu ihmal ederiz. Hep haksızlığa uğrayan bizizdir. Çevremizdeki insanlar hep kendini düşünür. Böylece kimseye kıymet vermemeyi salık veririz kendimize. Kapitalizmin ve hümanizmin yalnızlaştırdığı hayatlarımızı, “benden bir tane daha yok” şarkılarıyla daha da yalıtır, canımız ciğerimiz olanlara karşı bile kendimizi dünyanın merkezine koyarken, ahde vefanın kabrine bir kürek toprak daha atarız.
Aslında insani değerler noktasında etrafımıza anlatadurduğumuz kişilik ütopiktir, gerçek hayatta karşılığı yoktur. Yardımlaşmanın erdeminden bahsederken, kendimizi rahatlattığımız infaklardan, sadakalardan ibarettir hayatımız mesela. Dostluktan bahsettiğimiz şey bize yük olunmamasıdır. Arkadaşlıktan beklentimiz, bizim bu arkadaşlığın merkezinde olmamızdır aslında.
Erdeminden bahsettiğimiz değerler boğazımızdan aşağı inmez: O yüzden evlat, yaşlı ana babasına bakmaz…
O yüzden düşenin dostu olmaz…
O yüzden insanın yükü ağırdır insana…
O yüzdendir gözümüzü kırpmadan merhametsiz oluşumuz…
O yüzden iki alacaklı verecekli sokakta karşılaştıklarında silahlar konuşur…
Çevremizdeki doğa, hayvan, insan her şey potansiyel yatırım unsurudur o yüzden…
Oysa Pagan Roma’dan hukuksal sisteme giren “pacta sund servanda,” bir hukuk deyimi olmaktan çıkıp ruhumuza işleyebilseydi, aslında bunun bize ait bir “öz” olduğunu yeniden hatırlayabilseydik, kendi insani yitiğimize sahip çıkabilseydik, sokakta, haberlerde karşılaştığımız tüm çirkin, mide bulandırıcı vakıalardan temizlenmiş birer kişi, sonra aile, sonra mahalle, şehir, millet olurduk yeniden.
Allah’ın insanlığa rahmet olarak lütfettiği bayram günlerinde bile bayramların tatil zamanları olmadığını, arifesinde ölülerin, bayramında dirilerin gönlünün alınması gerektiğini hatırlamıyoruz bile.
Evet; ahde vefa ilkesi pagan, yani putperest bir imparatorluğun, Roma’nın mirasıdır.
En acısı da budur: Bu gün biz Müslüman’ız ve ilişkilerimizde Putperest Roma Hukuku kadar bile ahde vefa duygumuz yok maalesef.