Yaraların Kabuk Bağlaması...

Cevdet Işık

09-12-2019 09:08

İnsanlık tarihi. bir baştan bir başa meşguliyet. Gidişler, gelişler, inişler çıkışlar. Sevinçler, üzüntüler, yıkımlar ve onarımlar.

Yaralar. bedensel ve ruhsal yaralar. İyileşen yaralar. İyileşmeyen, sürekli kanayan yaralar.

Her zaman için kanatılmaya müsait yaralar vardır. Bu yaralar kabuk bağlamış yaralardır. Tam iyileşti derken, küçük bir dokunuşla tekrar kanatılan yaralardır bu yaralar.

Bir yerde insan varsa orada yara da vardır. İnsanın tarihi yaraların tarihidir bir bakıma: Tek başına her insanın ve toplum olarak birçok insanın sahip olduğu yaralar.

Küçük yaralar ve büyük yaralar. Şiddeti farklı olan yaralar.

Depremleri düşünelim: Şiddeti yüksek depremler ve şiddeti küçük depremler. Deprem olgusunda, büyük olanlar küçük olanların anası gibidir. Ana deprem doğumunu yapmış ve içindeki yüksek enerjiden kurtulmuştur. Ardından gelenler yani artçı olanlar ise hayata göz kırpan umut çığlıkları gibidir. Tehlike geçmiştir ama yine de unutmamalı olup bitenleri, yaşanan yıkımları.

Toplumsal yaralar, yüksek enerjili depremler gibidir. Patladı mı çökertiyor toplumsal bünyeyi, yerle yeksan ediyor her şeyi. Her ferdin sahip olduğu yara, birer artçı deprem.

Toplumsal depremlerin artçıları ile doğadaki depremlerin artçıları ters orantılı. Artçı depremler, yani yaralar, yani sorunlar toplumsal depremi oluştururken; doğada tam tersi olmakta, depremin kendisi artçı depremleri oluşturuyor.  

Bir yara ki görünmüyor. Tıpkı bir kanser hücresi gibi. Yıllarca taşırsın kanser hücresini kendi hücren olarak. Ama gün gelir bir de fark edersin ki o hücre senin değilmiş. Arkandan hançerlenmiş gibi olursun. Bir çöküş ve sonrasında hazin bir yok oluştur söz konusu olan.

Bir yara ki görünmüyor. Tıpkı pirincin içindeki taşlar gibi. Kaşığını daldırıp ağzına götürdüğün yemeği çiğnemeye başladığında beyninden vurulmuşa dönersin. Ama artık iş işten geçmiş ve felaket meydana gelmiş. Geri dönüşü yoktur bunun.

Bir yara ki görünmüyor. Tıpkı koyun postuna bürünmüş kurtlar gibi. Bir gündoğumunda öldürülmüş çak sayıda koyunla yüz yüze geldiğinde felaketi fark edersin. Ama artık iş işten geçmiştir. Dizlerini ne kadar dövsen de yararı yoktur.

Bir yara ki görünmüyor. Tıpkı inandığını söyleyen münafıklar gibi. Müslüman’dır, mümindir diye bağrına basarsın. Yardıma muhtaç olduğunda yardımına koşarsın. Yükünü alır yüklenirsin. Yol alırsın birlikte. Üzüntüsüne ortak olur, sevincine sevinç katarsın. Ama bir bedir gününde, bir uhud gününde, bir hendek gününde, seni sırtından hançerler. Bir ümitsizlik bulutu olur tepende dolaşır, başını döndürür, gözlerini karartır.

İnsanları da toplumları da görünmeyen yaralar yıkar en çok. Ama neticede zaten bütün edimler birer soru işareti olarak çıkar karşımıza hep.

İnsan, hayatına önem vermiyor. Bu nasıl oluyor? Kendi kendisini kandırıyor. Her şey gündüz gözüyle olup biterken, zamanı gece ve olup bitenleri ise rüya olarak görüyor. Güneşin yakıcı ışıkları bile tesir etmiyor. Gözleri bağlı, körebe oyununda sanki.

‘Hayır, bu bir oyun değil’ diye bağırıp çağıranlara deli gözüyle bakılmakta. Hakikat yaklaşıyor bütün bir ihtişamıyla. En somut ve en soğuk hakikat, bir kasırga olarak her tarafı yakıp yıkmakta. Hala ne olsun ki? ‘Olacak olan olacak’ değil, oluyor zaten, el’an yaşanıyor.

Her gün büyük gürültüler eşliğinde bir çınar devriliyor. Ekilen bütün ekinler sular altında kalıyor. Yavaş yavaş nefes tükeniyor. İnsan daha ne olmasını bekliyor? Taşlar bile ağlarken insan gülmeli mi? Çok ilginç. Yaşadığı hazin öyküyü gülerek karşılama becerisini ancak insan gösterebilir.

Nereye bakarsan bak gözüne ilişenin yaralar olduğunu görürsün. Bu yaralar hep yaralar insanı. Gözler yaralanmış. Artık görme eylemi tarih olmuş. Kulaklar yaralanmış. Dünya sessizliğe bürünmüş. Dönüp bakacağın tek bir ses bile yok. Elini tutup dokunacağın doğru dürüst bir el kalmamış.

Yara içte ve derin olunca, etkisi de büyük oluyor. Öyle ki bir sarhoştan farkı kalmaz insanın: Ne yaptığını ve ne yapacağını artık bilmez.

Ölümü en büyük yara olarak gören gözler vardır. Yok olacağını düşünüyor insan çünkü. Böyle düşünüyor en büyük yara oluyor ölüm. Oysa bu bir sanrıdır.

Ölüm sadece bir kapı; zamanı gelince herkesin açacağı bir kapı. Bir boyuttan bir boyuta açılan bir kapı.

Onun için insan önce ölümü iyileştirmeli. Ölüm kabuk bağlamamalı, ölüm iyileşmeli. Hatta ve hatta ölüm sevilmeli. Ölüm sevilirse insan da sevinir. Ama her şeyden önce bu bir inanç meselesi. Bir düşünce, bir görüş, bir bakış ve bir konumlanış sorunu.

Sorunlarımız yaralarımızdır bizim. Sorunlar ertelenince, yaralar da kabuk bağlar. İyileşiyor diye yaraların kabuk bağlaması yanıltmamalı. Her an kan kaybı riski vardır. Nerden ve nasıl bir darbe gelir bilinmez çünkü.

DİĞER YAZILARI Gazze Bir İşarettir 01-01-1970 03:00 Yanılsamaları Fark Etmek.. 01-01-1970 03:00 Olduğun Yer Bulunduğun Durum... 01-01-1970 03:00 Kanla Yazılan Manifesto: Gazze 01-01-1970 03:00 İnsani Bir Sorun ve Sorumluluk Olarak Filistin... 01-01-1970 03:00 Ben Öteki ve Ötekileştirme... 01-01-1970 03:00 Açık Vermek... 01-01-1970 03:00 İleri Toplumsal Tahayyül Ve Kuran.... 01-01-1970 03:00 Akılsız ve Düşüncesiz Umutlar... 01-01-1970 03:00 Deprem ve Ölüm.. 01-01-1970 03:00 Sistemsel Meşruiyet... 01-01-1970 03:00 Sistemin İçi Ve Dışı... 01-01-1970 03:00 Bir Umut Devrimi Yapmak 01-01-1970 03:00 Mezopotamya’da Hüzün: Engelleri Aşıp Da Geldim... 01-01-1970 03:00 Algısal Yanılgılar 01-01-1970 03:00 Yakınlaşmanın Doğası Üzerine-1 01-01-1970 03:00 İnsan Bir Yolcudur.... 01-01-1970 03:00 Adalet Düşüncesinin İnşası 01-01-1970 03:00 Gerçekliğe Düşen Cemre: Oruç 01-01-1970 03:00 Bir Yolcu Gelir Gibi... 01-01-1970 03:00 Dumdum Kurşunu 01-01-1970 03:00 Tarih Felsefesinin Gerekliliği 01-01-1970 03:00 Konuşan Kuran Hz. Ali.... 01-01-1970 03:00 Mikro Milliyetçilikler 01-01-1970 03:00 Sezai Karakoç Tanıklığım.. 01-01-1970 03:00 Milliyetçi Tasavvurları Aşmak-2- 01-01-1970 03:00 Milliyetçi Tasavvurları Aşmak-1 01-01-1970 03:00 İtibar Üzerine... 01-01-1970 03:00 İktidar Tiryakiliği 01-01-1970 03:00 Kesintisiz Çoklu Okumalar 01-01-1970 03:00 Hayatsız Gündem Gündemsiz Hayat.. 01-01-1970 03:00 Kudüs Gerçekliğini Doğru Okumak... 01-01-1970 03:00 Nadide Zamanlar 01-01-1970 03:00 Yaşamsal Bir Unsur Olarak “Müphemlik” 01-01-1970 03:00 Bir Sorunsal Olarak Gündem 01-01-1970 03:00 Sorumluluğun Zirvesinde Bir Mü’min: Mehmet Akif.. 01-01-1970 03:00 Öznelliğin İktidarı-2 01-01-1970 03:00 Öznelliğin İktidarı-1 01-01-1970 03:00 Zamanın Ayarını Kaçırmak 01-01-1970 03:00 Öznel Özerklik-3 01-01-1970 03:00 Öznel Özerklik-2 01-01-1970 03:00 Öznel Özerklik-1 01-01-1970 03:00 Hayat Ve Hicret 01-01-1970 03:00 Yanıltıcı Varoluşsal Katılık... 01-01-1970 03:00 Kur’an Ahlakının Gerekliliği 01-01-1970 03:00 Hüzünle Giden Ramazan.. 01-01-1970 03:00 İnsanı Tanımak 01-01-1970 03:00 Müslümanların Kafes Hayatı 01-01-1970 03:00 Şuradan Şuraya 01-01-1970 03:00 Post Truth Dünyada Müslüman Kalmak 01-01-1970 03:00 Adaletin Ayağa Kalkması 01-01-1970 03:00 Bir Nitelik Olarak Adaleti Ayakta Tutmak.. 01-01-1970 03:00 Sanal Resepsiyon.. 01-01-1970 03:00 Can Alıcı Ve Can Yakıcı Kısım 01-01-1970 03:00 İçerik Bakımından Adalet Çarkı 01-01-1970 03:00 Adl Üzere Bir Hayat 01-01-1970 03:00 Adaletin Kuşatıcılığı 01-01-1970 03:00 Aklın Hakikatinden Uzaklaşmak 01-01-1970 03:00 Cenneti Arayan Adam 01-01-1970 03:00 Felsefik Bir Nazarla Seçim Olgusu 01-01-1970 03:00 Kilitli Labirent: Üstünlük Çıkmazı 01-01-1970 03:00