Bir devlet için, bir toplum için, bir aile için ve nihayet bir insan için, ‘adaletin zaruri bir ihtiyaç’ olduğunu söylemek nasıl bir karşılık bulur? İnsan gibi akıl ve irade sahibi bir varlıkta; bir sözün, bir sorunun, bir yargının ve bir hükmün, bir yankı oluşturması, bir ses çıkarması yani bir karşılık bulması için, o sözün, o sorunun, o yargı ve hükmün bilince ve hayata dokunması gerekir. Onun içindir ki, insan öncelikle bilinç düzeyinde bir kavrayışa sahip olmalıdır. Bilinç düzeyinde bir kavrayış ise, olup bitenlerin ne anlama geldiğini fark etmekle başlar. Bilinç düzeyindeki kavrayışla birlikte, çevresinde olup bitenlerin kendisini ilgilendirmesi gerekir. Yaşadığı hayatın doğal akışında olumsuz bir etkilenme içinde olması gerekir. Bu durumda olan bir insan için, bir aile için, bir toplum için… adalet zaruri bir ihtiyaç olarak kendisini gösterir.
Her canlının bir hayat akışı vardır. Akıl ve irade sahibi olmayan canlılar için hayatın akışı yeknesak/tekdüze/monoton bir özellik taşır. Akıl ve iradesi olmayan canlılar için hayatın akışını belirleyen en önemli faktörler içgüdüsel olup ya güvenlik, ya açlık ya da üreme sebebiyle olmaktadır. Fakat akıl ve irade sahibi insan için durum böyle değildir. İnsanın hayat akışı monoton bir hayat akışı değildir. İnsanın zaman olarak idrak ettiği bir ay’ı diğer ay’ını, bir haftası diğer haftasını, bir günü diğer gününü ve hatta bir saati diğer saatini tutmayabilir. İnsan, her an yeni bir kararın, yeni bir zamanın ve yeni bir ufkun, dolayısıyla yeni bir hayat akışının, bir seçenek olarak önünde durduğu bir varlıktır. Onun için, yarının ne getirip ne götüreceğini, yarının verilecek hangi kararlarla nasıl bir gün olacağını yüzde yüz bilmek mümkün değildir. Bir başka deyişle, insanın yarın nasıl bir insan olacağını tam olarak bilme imkânı yoktur.
İnsan için hayatın doğal akışı, insanın doğuştan sahip olduğu yetenekleriyle sürdürdüğü hayattır. İnsanın sahip olduğu yetenekler dışında, insanın sahip olduğu bir ailesi, bir dili, bir kavmi ve üzerinde bulunduğu, yaşadığı bir toprak parçası da vardır. İnsan için hayatın akışını teori ve pratik olarak sınıflandırmak mümkün olsa da bunları birbirinden ayırmak, ilişkisiz kabul etmek yanlış olur. Hayatın akışında teori; zihni, entelektüel, düşünsel tarafı oluşturur. Hayatın akışında pratik ise insanın sözlü, yazılı ve görsel bütün ilişkilerini kapsar. Bir nitelik olarak adaleti ayakta tutmak demek, hem teorik ve hem de pratik olarak adil olmayı gerektirmektedir. Bu şu anlama gelmektedir: Hayatın bütününde, bütün detaylarında, adaletli olmayı bir ilke olarak kabul etmek.
Basamak basamak ilerleyecek olursak, insanın teorik, zihni ve entelektüel tarafı, insanın hayat akışında, ilk ve en önemli başlangıç noktasını oluşturmaktadır. Bütün bir tasavvur ve tasarruflar burada birer tasarıya dönüşür. Eğer insan, hayatının bu başlangıç noktasında tasarladıklarını, adalet ilkesini dikkate alarak tasarlarsa, eylemi oluşturan ilişkiler de adalet üzere vücut bulacaktır. Öyle ise insanın bütün kabul ve retlerinin ana üssü durumundaki bu kapalı devrenin işleyişinin adalet ilkesi ile çalışıyor olması hayati öneme sahip bir durumdur. İnsanı insan yapan da, söz konusu ettiğim ve ‘kafayı çalıştırmak’, ‘aklını kullanmak’ şeklinde tabir edilen bu özelliktir. Rabbimiz Teâlâ bu kapalı alanla ilgilenmeyenleri kınamakta ve bu gibi kimselerin pisliğe mahkûm olduğunu bildirmektedir. (Yunus 10:100)
Kararların alındığı entelektüel iç dünyaya nasıl hükmedilirse adalet ayakta tutulmuş olacaktır? Burada insanın, hem kendisini ve hem de bütün varlık âlemini yaratan Allah’ı bilmesi ve tanıması, büyük bir öneme sahiptir. Bu şekilde attığı ilk adımda adaleti ayakta tutabildiği zaman, hayatın geri kalanında da adaleti bir nitelik olarak ayakta tutması kolay olacaktır. Allah’ı bilmenin ve tanımanın anahtar cümlesi, Allah’tan başka ilah kabul etmemektir. Bu tevhid cümlesi, tek hüküm ve hikmet sahibi olarak Allah’ı görmeyi gerektirir. Tek hüküm ve hikmet sahibi olarak Allah’ı görmek demek, alınan bütün kararların ve yapılan bütün işlerin O’nun hoşnut olacağı şekilde yapmak demektir.
Zihni, entelektüel, düşünsel iç âleminde barış, uyum, ahenk ve adalet üzere olan insanların dış dünyasının da barış, uyum, ahenk ve adalet üzere olacağını söyleyebiliriz. İnsan adaleti bir vasıf haline getirince, adaleti ayakta tutmuş ve böylece adil bir insan olmuş demektir. Adil insanlar, yani adaleti ayakta tutanlar, Allah tarafından insana bahşedilen verili yapıya da uygun hareket etmiş olurlar. Bu demektir ki, adaleti ayakta tutmayanların verili yapısı problemlidir. Verili yapısı ifsat olan kimselerin varoluşsal yapısı da ifsat olduğu için, bu gibi kimselerin kendi kendilerine bir haksızlık bir zulüm içinde olduklarını söyleyebiliriz. İnsanın bu durumun farkına vararak bu durumu terk etmesi, Kur’an tarafından tevbe olarak nitelenmiştir. Onun için zulüm ve haksızlıklardan uzaklaşmak, adalete sarılmak, adaleti ayakta tutmak yani adil olmaya karar vermek bir nevi tevbe etmek anlamına gelmektedir.
Adalet, akıl ve irade sahibi varlıklar olan insanlarla ilgili bir durumdur. Çünkü insana, eylemsel olarak hem doğruyu ve hem de yanlışı tercih etme imkânı verilmiştir. Bu manada yapılacak doğru ve yanlışların neler olduğunu bilmek önemlidir. Rabbimiz Teâlâ, merhametinin bir gereği olarak, yanlış ve doğru açısından bir hidayet rehberi vermiştir ki, insan adalet üzere yaşasın ve akıbeti iyi olsun. O sebepten diyebiliriz ki, insanın yapacağı yanlışlıklar, direkt olarak Allah’ın haklarına bir saldırı anlamına gelir. Çünkü üzerinde yaşadığımız dünya ve bizim olduğunu düşündüğümüz bütün dünyalıklar, gerçekte bizim olmayıp bizde emanet olarak bulunan şeylerdir. Emaneti zayi etmeden muhafaza etmek de adaletin bir gereğidir. Onun için adalet denince yapılacak bütün işlerin, bütün eylemlerin itidal üzere ve belli bir ölçü dâhilinde yapılması gerekmektedir. Zaten aslında Rabbimiz Aziz Kitabı’nda, her şeyi bir ölçüye göre yarattığını haber veriyor. (Kamer 54:49) İnsan da Allah’ın koymuş olduğu ölçüler anlamındaki Kur’an’ı rehber edinirse, hem liyakat sahibi olur, hem hakkaniyetli davranır ve hem de bir yönetici olarak yetkisi altındakilere eşit muamelede bulunur. Böylece adaleti, bir nitelik olarak hayatında ayakta tutmuş olur.