Aç ve susuzun nasıl ki ekmek ve su ihtiyacı varsa, hastanın nasıl ki iyileşme ihtiyacı varsa, hasretle yanıp tutuşanların nasıl ki kavuşma ihtiyacı varsa, kölenin nasıl ki özgürlük ihtiyacı varsa, mazlumun nasıl ki adalet ihtiyacı varsa, garibin nasıl ki sıla özlemini giderme ihtiyacı varsa, Müslümanların da bir umut devrimine ihtiyacı vardır. Bugün Müslümanlar gerçek umuttan yana büyük bir mahrumiyet içinde bulunmaktadır. Umuda istihkakı olacak bir düşünsel ve eylemsel yaşantının çok uzağında bulunmaktadır. Gerçek umut; çalışmayı, okumayı, gayret etmeyi, sorumluluk almayı, cesaret etmeyi, bir amaç ve ideal sahibi olmayı gerektirdiği halde, bizler bu varoluşsal niteliklere sahip değiliz. Aliya İzzetbegoviç’in de dediği gibi, Mehdi beklentisi gibi sahte umutlar, almamız gereken sorumlulukların önünde bir demir duvar oluşturmaktadır. Durum böyle olunca, ne bir girişim, ne bir değişim ve ne de bir dönüşümü gerçekleştirmek mümkün olmuyor. Onun için yeniden umudu yeşertecek bir umut devrimine ihtiyaç olduğunu söylüyoruz.
İnsanın devrim yapma ihtiyacı; düşünsel çıkmaz, eylemsel açmaz ve dikiş tutmaz statükolardan doğuyor. Düzen bozulmuş, toplumsal çözülme ve kargaşa oluşmuş ve her şeyden önemlisi de adalet, sadece belli kesimlerin ekmek teknesine dönüşmüştür. Ne huzurun ve ne de güvenliğin esamisi okunmaz olmuştur. Bir kene gibi insanların kanını emen küçük bir azınlık hariç, hiç kimse hayatından memnun değildir. Bütün bu rahatsızlıkların doğal sonucu, köklü bir değişim için ortak bir anlayış birliğiyle itirazların dillendirilmesidir. İşte devrim süreci denen yeni yapılanmanın temelleri bu şekilde atılmaktadır.
Genel olarak insanlar “devrim” kelimesini işittiklerinde, bir adım geri atarak, soğuk ve tepkisel davranırlar. Çünkü hangi devrime bakarsak bakalım, akan kan, yıkılan yapılar ve oluşan belirsizliklerle karşılaşırız. Neyin ne olacağının kestirilmediği bu belirsizlik süreçleriyle birlikte bir kaos iklimi oluşmaktadır. Korku ve kaygının zirve yaptığı zamanlar, kaosun hüküm sürdüğü zamanlardır. Zira yeni bir statüko oluşana kadar, kendi evlatlarının da içinde olduğu birçok zayiat ve kayıp söz konusu olmaktadır.
Yapılan devrimlerle siyasal yapılar değişerek iktidar sahipleri de el değiştirir. Bu manada dünya tarihinde sayısız devrimler olmuştur. Kimi devrimler sonuçları bakımından tarihte çok derin izler bırakırken, kimi devrimler ise herhangi bir iz bırakmadan yok olup gitmiştir. Devrimlerin bıraktığı izler, hayatı kapsama yeteneğiyle doğru orantılıdır. Bir devrim bütün insanların hayati ihtiyaçlarına cevap verebildiği oranda benimsenerek varlığını sağlamlaştırır. Her insanın nasıl ki psikolojik, sosyolojik, ekonomik, etik ve estetik gibi yapısal özellikleri varsa, toplumların da aynı şekilde söz konusu özellikleri vardır. Devrimlerin kapsayıcılığı bu özellikleri dikkate almayla ilgili bir durumdur.
Bütün devrimler gibi, umut devrimi de tümevarımsal bir yol ve yöntemle oluşur. Bireysel umutlardan toplumsal umutlara doğru bir gelişim söz konusudur. Burada kişiler daha çok özgün ve özerk taraflarıyla ön plana çıkar. İnsanlar sürüp giden haksızlıkları fark eder. Bu haksızlıkların süreklilik kazanmasıyla, bıçağın kemiğe dayanması aşamasına geçilmiş olur. Bıçak kemiğe dayanınca, artık içten içe var olan isyan ve itirazlar yüksek sesle dillendirilmeye başlanır. Kitleselleşen sesler ve sözlerin oluşturduğu sel yavaş yavaş önüne geleni katıp götürmeye başlar. Bu şekilde vücuda gelen devrimlerin neticeleri son derece dramatik olmaktadır.
Müslüman olarak yapılmasını istediğimiz umut devriminin, yukarıda tasvir etmeye çalıştığım devrimle bir ilgisi bulunmamaktadır. Bugün sahip olduğumuz, düşünsel ve yaşamsal bir konformizm vardır. Bu konformizmin dillendirdiğimiz İslami ilkelerle çeliştiği bir gerçeklik içinde bulunmaktayız. Ne yazık ki bizi çepeçevre kuşatan bu konformizmin İslam’la telif edildiğini görmekteyiz. Yani içinde bulunduğumuz çelişkilerle yaşamaktan rahatsız olmuyoruz. Muhterem Atasoy Müftüoğlu’nun izah ettiği gibi ya geçmişe ya da içe kapanıyoruz. İslami umutlar için verdiğimiz herhangi bir emekten, çabadan, gayretten söz edemiyoruz. Demokrasi söylemiyle kutsanan, serbest piyasacı, denetimsiz, neoliberal zulüm sistemini kanıksamış vaziyetteyiz. Umutlarımızla eylemlerimizin farklı yönleri işaret ettiğini göremiyoruz. Daha doğrusu hakiki umutlara sahip değiliz. Sarhoş kafaların attığı naralar misali umut naraları atıyoruz. Onun için toplumlarımız “umut mezarlıklarına” dönüşmüş. Daha birçok sebepten dolayı acilen bir umut devrimi yapmak en öncelikli sorumluluk haline gelmiştir.
Bir umut devrimi için ilk yapılması gereken, herkesin kendi yaptıklarının müellifi olmasıdır. Yaptıklarının müellifi olmak demek, yaptıklarının sorumluluğunu alarak, düşünerek, aklederek, tefekkür ederek telif etmek demektir. Telif etmek bilinci, bilinç de telif etmeyi gerektirir. Bugünde olmak, bugünde yaşamak ve bugünde konuşmak, ancak bugünü bilmekle mümkün olabilir. Bugünü bin yıllık içtihatlarla telif edemeyiz. Bugün yapılıp edilenleri anlamadan, bilmeden umudu hak edecek bir dil ve düşünceyi de üretemeyiz. Gerçek umutlar için, gerçek bir umut devrimi için dil, düşünce, bilgi, bilim, bilinç, ahlak, felsefe, ilahiyat, tarih, teknoloji ve haberleşme alanlarında taklitten tetkike, iz takip etmekten iz bırakmaya yönelik yoğun ve sistematik bir gayret içinde olmak gerekir. Değerlerimizi istismar ve istila ederek ensemizde boza pişirenlere rağbet etmemeli ve her türlü sahtekârlığı deşifre edecek bir donanıma sahip olmalıyız. Müslüman, derin olumsuzlukları bertaraf etmek için, derin okumalar yapmalı, eleştirel bir dikkati hiçbir zaman elden bırakmamalıdır. Hak ve adalet konusunda asla ve kat’a taviz gerektiren sahte merhamet budalası durumuna düşmemelidir. En büyük merhamet hakkın hatırına halel getirmeyecek merhamettir. Bir umut devrimi yapmak için özde olana yönelerek, özü değiştirerek, umut devrimine katkı sağlama bilincini sürekli diri tutmalıdır.