Bir olgu olarak iktidar, şu ya da bu şekilde hayatı oluşturan bütün ilişkilerle bağlantılıdır. İktidarı sadece devletin işleyişiyle sınırlandırmak eksik bir değerlendirme olur. İktidar olgusu hem karar alma süreçlerini hem de alınan kararları uygulama süreçlerini kapsar. Bu içeriksel durum hem bireysel ve hem de toplumsal yaşam için geçerli olan bir durumdur.
Karar alma ve alınan kararları uygulama bakımından, bütün insanlar farklı iktidar ilişkileri içinde olurlar. Her insanın bulunduğu yer ve zaman ile sahip olduğu imkân bakımından, yapıp ettiklerini öznelliğin iktidarı bağlamında görmek ve değerlendirmek mümkündür. Onun içindir ki ana hatlarıyla iktidar olmak hem bireysel planda ve hem de toplumsal planda bir süreklilik arz etmektedir. Takdir edilen bütün ilişkiler, neticede bir iktidarın varlığıyla alakalı ilişkilerdir.
Allah’ın insana vermiş olduğu akıl, irade ve tercih etme imkânı aynı zamanda öznelliğin de imkânı olmaktadır. Söz konusu ettiğimiz öznelliğin iktidarı bu imkânlarla vücut bulmaktadır. Öznelliğin iktidarını oluşturmak, sahip olunan akıl, irade ve tercih etme imkânı bakımdan sorumluluğu da ifa etmek anlamına gelir. Yani kişisel olarak her insan kendi algı ve yetenekleri çerçevesinde bir iktidar sahibi olmak mecburiyeti ile karşı karşıya bulunmaktadır. Allah indirdiği vahyinde, insanları hem oluşturdukları bireysel iktidarları için ve hem de iktidarlarının gereği olan fiiller için hesaba çekeceğini haber veriyor.
Burada iktidardan söz ettiğimize göre, kullanacağımız dil de haliyle siyasal bir dil olacaktır. Onun için iktidar derken şöyle bir adım geri atıp düşünenler olacaktır. İnsanların, iktidar söz konusu olduğunda bir adım geri atarak düşünmelerini anormal bir durum olarak düşünmeyelim. Çünkü dünyadaki bütün iktidar mücadeleleri son derece korkunç olaylara sahne olmuştur. İktidar söz konusu olduğunda baba çocuğunu, çocuk babasını ve kardeş kardeşi acımadan ortadan kaldırabilmiştir. Bu yazıda sözünü ettiğimiz iktidarın paydasını öznellik oluşturmaktadır: Bir tek insanın sadece bir tek insanı –ki o da kendisidir- muhatap aldığı iktidar yani.
İnsan kişisel olarak varlık sahnesinde bir değer ifade ederse, o zaman bir varlığa dönüşerek varoluşunu gerçekleştirmiş olur. İnsanın bir değer ifade etmesi demek, bir bakıma taklit ve tekrarlardan uzaklaşması demektir. İnsanın anlama, anlamlandırma gayretleriyle birlikte oluşturduğu hayat tarzının öznelliği bir farklılığın, bir renkliliğin ifadesi olabildiği oranda, bir zenginliğin de ifadesi olabilir. Burada oluşan veya oluşturulan hayat tarzlarının birbirlerinden etkilenmeleri, daha iyi ve güzele doğru tekâmül etmesi, sahip olduğu özneliğin oluşturduğu özgünlükle mümkün olabilir. Burada öznel olma ile özgün olmanın birbirini gerektirdiğini görmek önemlidir.
İnsanın varlık sahnesinde varoluşunu gerçekleştirme olanağını, sahip olduğu değer’ler oluşturmaktadır. ‘Değer’ sahibi olmak demek, bazı sınırları ve dolayısıyla sınırlamaları kabul etmesi demektir. Bu da insanı hukuki ilişkiler içinde olmaya sevk edecektir. Bu durumda insanın istek ve arzuları sınırlanacak, istediği de istemediği de belli bir duyarlığın ifadesi olacaktır. Öznelliğin iktidarı, netice itibariyle bir duyarlılığın ifadesi olmaktadır. Ancak bir duyarlılık sahibi olanlar, kendi öznel iktidarlarını oluşturabilirler. Bir duyarlılığı oluşturamayanların başkalarının duyarlılıklarının bir nesnesi olmaktan kendilerini kurtarması mümkün olmayacaktır. Bu ise sıfat olarak ‘güdülme’ sıfatını gerektiren bir sıfatla yaşamayı beraberinde getirecektir.
En kaba hatlarıyla tarihin, güdenler ve güdülenlerden oluştuğunu söyleyebiliriz. Bunun neden böyle olduğunu düşündüğümüz zaman, karşımıza öznellik anlamında var olan imkânlarını heba etmiş kimseler çıkmaktadır. Yani kişisel manada şahsiyet olarak adlandırabileceğimiz öznelliğin iktidarından mahrum kimselerdir bu güdülenler. Güdülmeye elverişli olmanın neticesi olarak insanlar, sadece kalabalık, kitlesel ve yığınsal bir pozisyona gelebilmektedir. Kitlesel, yığınsal kalabalıkların sevk ve idaresi sadece bir işaret fişeği olan komutlarla yeterli olabilmektedir.
Müslümanlar bağlamında meseleye baktığımız zaman, özü itibarıyla her Müslüman öncelikle bir özne konumundadır. Müslümanın muhatap olduğu eylemsellik, öncelikle bilinç süzgecinden geçirilerek oluşturulan bir eylemselliktir. Müslümanca bir bilinçlilik, yapıp ettiklerinin sorumluluğunu alarak yapmayı gerektirir. Her Müslüman bilir ki, maddi-manevi yapıp ettiği bütün şeylerin bir anlamı ve bir bedeli vardır. Onun için Müslüman olmak her şeyden önce kendi kapasitesini bilerek yaşamayı gerektirir. Müslümanca yaşamda yorumsal dayatmalar haramdır. Onun için Müslüman ne güden ve ne de güdülen bir konumda olmaz. Her Müslüman kendi öznelliğinin iktidarını, kendi kapasitesine paralel olarak oluşturma sorumluluğuna sahiptir. Bu sorumluluğun bir gereği olarak her Müslüman, kendi kararını alan, kendi eylemini oluşturan ve hakikate duyarlılığı merkeze alan bir hayatı sürdüren kimse olmaktadır. Bu ölçü bağlamında her daim bir öz eleştiri içinde olmak ise en önemli meziyet olmaktadır.