“Dınya kı téda mırın heye!” Selahattin Akay
İnsanların belki de en önemli sorununu güven sorunu oluşturmaktadır. Güven derken sadece sözlü ifadeler akla gelmemelidir. Güvenin kapsam alanı insanın bütün hayatıdır.
İnsanın bütün hayatı derken akla ilk gelen maddi ve manevi boyutlar olmaktadır. İnsan hayatının maddi boyutunu oluşturan ilişkileri seküler ilişkiler tabiriyle de ifade edebiliriz. Seküler ilişkiler insanların hem bireysel ve hem de toplumsal hayatının en dikkat çeken ilişkilerdir.
İnsan hayatının manevi boyutunda ise daha çok özel ve öznel olan duygu ve düşünceler yer alır. İnsan tasavvuru olarak adlandırdığımız varoluşu belirleyen değerler, daha çok insan hayatının manevi boyutuyla ilişkilidir.
İnsan hayatının maddi ve manevi boyutlarını bıçakla keser gibi birbirinden ayırmak mümkün değildir. Bu iki boyut, adeta kaynaşmış olarak birbiriyle iç içe geçmiştir. Onun için insana güvenden söz ederken, hem maddi-seküler ilişkiler bakımından hem de manevi-düşünsel ilişkiler bakımından güvenden söz etmiş oluyoruz.
İnsan-Allah ilişkisinin temelini de güven oluşturur. Bu ilişkide insan iradesi fıtri olanın da desteğiyle maddi okumalar üzerinden şüphesiz bir güven olgusuyla buluşur. Dolayısıyla güvende olacağı bir ruh haline sahip olur.,
İnsan-insan ilişkisinde de aranan en önemli vasıf güven olmaktadır. Dünyada insanın her açıdan güven duyduğu insanlarla beraber olması, bulunduğu yeri-mekânı da güvenli kılar. İnsanın bu anlamda dost ve arkadaşlarının var olmasını, en büyük nimet saymak abartılı bir tespit sayılmaz.
İnsan için güvensizlik oluşturan her türlü olay, olgu ve ilişki aslında birer deprem sayılır. Depremlere yakalanmanın çok değişik sebepleri vardır. İnsan ya bilgi eksikliğinden ya da tedbir eksikliğinden depremlere yakalanır. Her hâlükârda depremlerle beraber acı, gözyaşı ve enkaz oluşmaktadır.
Maraş merkezli yaşadığımız depremle birlikte akıl ve hayalimizde olmayan durumlarla karşılaştık. Evlerimizi kaybettik. En yakınlarımızı, dostlarımızı, arkadaşlarımızı, tanıdığımız tanımadığımız insanlarımızı kaybettik. Deprem enkaz ve ölüm olarak hayatımızı darmaduman etti. Artık geride kalan ağıtlara söz ve ses olacak anılar kaldı.
Kırk yılı aşkın bir zamandır tanıdığım, tam manasıyla güvendiğim, dostum, arkadaşım ve ağabeyim Selahattin Akay’ı ve muhterem eşi Aysel yengemi de ne yazık ki Maraş merkezli depremde kaybettik. Öncelikle onlara ve depremde ölmüş tüm ölülerimize Yüce Rabbim rahmet etsin. Yaralı veya eksik uzuvla hayata tutunmaya çalışanlara acil şifalar diliyorum. Selahattin ağabey üzerinden yazıyorum ama o kadar yakın dost ve arkadaşlarımız var ki sayarsak epey bir yekûn tutacaktır. Mesela eşini Koronadan kaybetmiş M. Recep Karadağ ve birçok akrabası vefat ettiler. Çok değerli arkadaşlarım Aziz Tosun, Mahmut Durmuş, Hacı Gümüş, Hacı Bayram Yaman, Osman Ağdağ, Mustafa Demez, Esra Şengül, M. Nazif Pehlivan ve şu an daha hatırlayamadığım çok sayıda kimse var.
Selahattin Akay çok özel bir insandı. Gerger’e Nüfus Müdürlüğü’ne atandıktan sonra tanışmıştık. Nihat Delibalta ile birlikte atanmışlardı. İki tane pırlanta gencin Nüfus Müdürlüğüne atandıkları konuşuluyordu. Ne hikmetse birbirimizi ilk gördüğümüz andan itibaren, sanki yıllardır birbirimizi tanıyormuşuz gibime geldi. İnsanlara yardımcı olmada onun kadar kendisini zorlayan kimseye rastlamadım. Onun hayattaki en büyük şiarı ne diye sorsalar, ben adalet derdim. Benim onun bilerek bir başkasına haksızlık yaptığına asla ihtimal vermiyorum. Her konuda çok netti. Giyimiyle, güler yüzüyle, nezaket ve zarafetiyle son derece beyefendi bir kişiliğe sahipti.
Selahattin Ağabeyin zaman zaman yüz hatlarını değiştiren derin tefekkür anlarında adeta kendiliğinden ağzından dökülüveren cümle şuydu: “dınya kı téda mırın heye!” (Dünya ki içinde ölüm vardır!) Bu sözü söylemeden önce yüz hatları bu sözü dile getirirdi. Bu söz onun için bir ümitsizlik ifade etmiyordu. Aksine bu sözle, insanların tutturduğu istikametin beyhudeliğini haykırmak istiyordu. Onun için bütün insanlar adına üzülürdü. Sanki ayan beyan ortada olanın görülmemesine kahrederdi. Bir gün yanılmıyorsam Ahmet Ekici ve İsmail Ergün de vardı. Eski otobüs terminalinin bulunduğu yerden Kâhta’ya doğru kaldırımda yürüyoruz. KHK’dan ihraç edilenler konusunda konuşmuştuk. Yapılanların yanlış olduğunu ve fakat zamanla bu yanlışlardan dönüleceğini ümit ettiğini söylemişti. Fakat onun bu ümidi ne yazık ki hiç gerçekleşmedi.
Selahattin Ağabey gençlik yıllarında Adıyaman’da MTTB başkanlığı yaptığı için, tanınan bir şahsiyetti. Onun hayalini süsleyen en önemli konu Müslümanların birlik ve beraberliği idi. Onun için hangi gruba mensup olursa olsun her Müslümanla ilişkili olmaya gayret ederdi. Söz ve eylem bütünlüğü bakımından örnek bir şahsiyetti. Gerçekten çok hassas bir ruhu vardı. Kuşlara ve saksı bitkilerine özel bir ilgisi vardı.
En son watsap üzerinden haberleşmiştik. Bir vesileyle Domaniç üzerinden İnegöl’e giderken Topuk Yaylası’nda çektiğim fotoğrafı durumumda paylaşmıştım. O enfes esprili üslubuyla “bize yok mi” diye yazmıştı. Ben de kendisini davet etmiştim. O da gülen bir emojiyle karşılık vermişti. Ve iki Şubat’ta son mesajlaşma. Ben Camus’un bir sözünü durum yapmışım: Dünyadaki hiçbir şey bir gülümsemenin yerini tutamaz. Yanıt: Gülen bir emoji.
Genelde saat beş gibi kalkmak, bende alışkanlık haline gelmiş. Ezan vaktine kadar kitap okuma, namaz ve tekrar kitap okuma. Bu kez ben kalkmadan önce telefon sesiyle uyandım. Saat 4.20. Doğrusu ister istemez bir korku ve endişe benliğimi sardı. Hanım hemen tahminini söyledi: Annem vefat etmiştir. Arayan Kozluk’tan bacanağım Ali Yıldırım. Depremi haber verdi. Hemen çocukları aramaya başladım. Ölü yok. Çok sevindik. Selahattin ağabeyi arıyorum. Telefon çalıyor ve fakat cevap veren yok. Kaç defa aradım bilmiyorum. Günler sonra İsmail Ergün’den ölüm haberini alıyorum. Yüreğime bir yumruk yemiş gibi oluyorum. Gözlerimden yaşlar ve boğazıma düğüm atmışlar sanki. Bir taraftan da hanım ağlıyor. Bütün içtenliğimle dualar ediyorum. Rabbime sığınıyorum.
Selahattin Ağabeyi hep özleyeceğim. Rabbimin rahmeti, mağfvireti üzerine olsun.