İnsanın yaşam ayakları vardır ve bu yaşam ayaklarından birisi de itibardır. Başka yaşam ayakları da vardır şüphesiz. Tehlikelerden uzak bir barınak ve beslenmeyi temin edecek yeterli gıda akla ilk gelenler. Toplumsal yaşamda moral motivasyonu sağlayacak bir çevrenin varlığı da yaşam için önemli ayaklardan biridir…
İtibar algısı kişiden kişiye değişir. Bunun sebebi sahip olunan dünya görüşüdür. Kimi insanlar itibarı hak ve hakikatle, kimi insanlar ise sahip olunan para, güç, mevki ve makamla ilişkilendirir. Neticede her insanın kabul ve retleri ve bu kabul ve retlere ait gerekçeleri farklı farklıdır.
İnsanın insan olma keyfiyetinin bir sonucu olarak, insan her ne yapacaksa bilerek yapmalıdır. Bu manada insanın yapıp ettikleri, insanın kendi tercihleri olmaktadır. Onun için her insan, yapıp ettiklerinden sorumludur. Sorumluluk, yapılıp edilenlerin sonuçlarına katlanmaktır. İnsanın üstlendiği sorumluluğun sorun olmaması için gösterdiği hassasiyete bilinç diyoruz.
Hem bilinçsiz itibar, hem de itibarsız bilinç insanın en büyük baş ağrısıdır.
İtibarlı insan güvenilir insandır. Bütün parmakların işaret ettiği insandır. İtibarlı insanın en kusursuz örneğini Hz. Peygamber oluşturmaktadır. Bunu Müslüman olduğum için söylemiyorum. Hz. Peygamberin itibarı evrenseldir. Yani ona, hem sevenleri hem sevmeyenleri, hem inananlar hem de inanmayanlar, hem kabul edenler hem de kabul etmeyenler itibar ederdi.
İtibar için bir zirveden söz etmek gerekirse, işte o zirve Hz. Peygamber’dir.
İtibar öyle bir şeydir ki, muhatabı kim olursa olsun, gönlünü fetheder. Belki de “yiğidi öldür ama hakkını yeme”nin kapsamına itibarı da eklemek yanlış olmaz. Yani itibar, hak ve hakikatin oluşturduğu bir hakkaniyetlilik durumudur.
İtibarlı insanın en belirgin vasfı hakkı teslim etmektir. İtibarlı insan, hakkı söyleyene göre değil, söylenene göre değerlendirir. Burada Hz. Ali’nin mealen şu sözünü söylemenin tam yeridir: “İnsanlara bakıp hakkı bilemezsin. Hakkın ne olduğunu bilirsen, kimin hak olup olmadığını da bilirsin.”
İtibarlı insan hakkın hatırını bütün hatırların üstünde tutan insandır.
Yalan söylemenin, sözünde durmamanın, emanete hıyanet etmenin itibar suikastını oluşturan birer musibet olduğu bilinmesine rağmen, yine de sıklıkla rastlanan olgular arasında yer alması çok ilginçtir. Bunun sebebini insanın sahip olduğu düşünsel tasavvurda aramak doğru olur.
İnsanın ne olduğunu ve niçin yaratıldığını bilmesi, itibar suikastlarına karşı en önemli tedbiri oluşturur. Bu bağlamda insanın kalkış noktası, yürüdüğü yol ve yürüme tarzı en belirleyici durumlar olmaktadır.
Günümüz dünyası itibarın geçer akçe olmadığı bir dünyadır. Ne yazık ki, para yani güç, itibarın mutlak ölçüsü olmuştur. İnsan sahip olduğu para/güç kadar insan kabul edilir duruma gelmiştir. Bu ölçüyü kabul etmeyenlerin pozisyonu, istisnai bir pozisyonu teşkil etmektedir.
İslam dünyası paydasını oluşturan müslüman toplulukların durumu da para ve gücün belirleyici olduğu bir eksene sahiptir. Yani hak ve hakikat değil, güç ve para belirleyici unsur durumundadır.
Atalardan tevarüs ettiği kadarıyla müslüman olduklarını söyleyen okumamış insanların itibarı güç ve parada görmelerini mazur görebiliriz. Fakat mesele sadece bundan ibaret değildir. Okuyup bilinçli bir tercihin sonucunda müslüman olduklarını söyleyen kimseler için de itibarın ölçüsü güç ve para olmuştur.
“Güç ve para” kapsam olarak, nüfuz etme imkânlarının bütününü ifade ettiğini belirtmekte yarar vardır. Durum bundan ibaret olduğu zaman, işin içine her türlü istismarın da rahatlıkla girdiğini söyleyebiliriz. Yani insanlar hem inanç ve hem de bilinç olarak istismara maruz kalıyorlar. Onun için Hz. Ali’nin yukarıda ifade edilen sözü büyük bir öneme sahip olmaktadır.
İnsan önce gideceği yolun nasıl bir yol olması gerektiğine karar vermelidir. İlke ve sınırları olan bir yol mu, ilke ve sınırları olmayan bir yol mu istiyor? Müslüman olmak, ilke ve sınırları vahiy tarafından belirlenmiş bir yolu tercih etmek anlamına gelir. Onun için Müslümanın itibarı da vahyin belirlediği sınırlarla kayıtlı demektir.
Müslüman olduğunu beyan eden her insanın, gittiği yolun ilkelerini bilmesi ve bu ilkelere göre hayatını tanzim etmesi gerekir. Bu tanzim etmenin bir gereği olarak, Allah’ın hakkı olan yargılama ve infaz etme tutumundan uzak durmalıdır. Eğer illa da birilerini yargılayacaksa, bu yargılayacağı birilerinden önce kendisini yargılamalıdır. Bu husus bütün zamanlar boyunca dikkatten kaçmış en önemli hususu oluşturmaktadır.
İtibar insanın haddini bilmesidir. Haddini bilen haksızlık etmez. Hakkı bilir, hakkaniyeti ilke edinir. Yanlışı değil, doğruyu takip eder. Saraylara değil, gönüllere taht kurar. Yaratılmış bir kul olduğu bilinciyle, kullar üzerinde bir yaratıcı olmaya heves etmez.
Müslüman için itibarın ölçüsü Allah’tır. Allah’ın hakkı bütün hakların üstündedir. Allah’ın hakkını kabul etmeyen bir kimsenin, başkalarının hakkını gerektiği gibi kabul etmesi beklenemez. Allah’ın hakkını kabul etmek demek, O’nu mutlak anlamda ilah kabul etmek demektir. Bununla birlikte ilahlık iddiasındaki her girişimi de ret etmektir. Bu yargı ifadeleri sadece birer sözden ibaret değildir. Aksine hayatın bütün alanlarını niteliksel olarak ilgilendiren eylemsel içeriği olan sözlerdir.
Müslüman, bütün bir hayatını Allah’ın ilahlığının cari olduğu bir istikamette devam ettiren kimsedir. Hakkı bilir ve hak adına yapılan istismarların da farkında olur. Adaleti sadece kendisi için değil, bütün varlıklar için ister. Zalimden yana zulme karşı değil, zalime rağmen zulme karşı durur. Müslüman için gerçek itibar da bundan ibarettir.