Sezai Karakoç Tanıklığım..

Cevdet Işık

17-11-2021 14:22

Sezai Karakoç da vefat etti. Her canlının ölümü tadıyor oluşu, nedense insanlarda bir kanıksama oluşturmuyor. Yani biliyorsunuz ki, sayısını ancak Allah’ın bildiği onca insandan geriye kimse kalmadı. Hepsi öldü. Şu an yaşayan insanlar da er veya geç ölecekler. Hayatın siyam ikizi gibi ensemizde durmaktadır ölüm. Yine de her ölüm sanki ilk defa karşılaşılan bir olay gibi geliyor insana. İnsanın neden ölüme alışkanlık kesbetmediği önemli bir sorudur aslında. Bu soru çok önemli bir sorudur. Hatta bu soru, aynı zamanda çok önemli bir sorundur da. Belki de bu gidişin dönüşü olmadığı için alışmak mümkün olmuyor. Neyse tabi Sezai Karakoç gibi bir insan vefat edince, Hüseyin Yavaş’ın da dediği gibi, “sağlığında kendisiyle düşünsel ve duygusal hiçbir yakınlığı olmayanlar, rahmetlinin terekesini yağmalayacaklar.” Evet, bence de öyle. Özellikle de siyasiler bu hususta, avcı avını nasıl beklerse, o bekleme hassasiyetiyle tetikte dururlar. Rabbim insanın müktesebatını siyasilerin kirli emellerine alet etmesin. Ben böyle diyorum ama bundan kurtulmaları da olanaksız bir şey. Daha doğrusu sadece bir şekilde bundan kurtulmak olasıdır: Vasiyet marifetiyle. Özellikle bir değer sahibi insanların vasiyet yoluyla nasıl bir muamele istediklerini vasiyet etmelerinin çok isabetli olacağını düşünüyorum. Biraz ahlak olmalı değil mi?

Ben bu yazıda Sezai ağabeyle ilgili yaptığım tanıklığa kısaca değinmek istiyorum. Sezai ağabeyle bizatihi tanışmadan önce kitaplarıyla tanıştım. Yazarlarla ilgili tanışıklıklar genelde bu şekilde olmaktadır. İnsan kitaplarını okuyup etkilendiği yazarlarla tanışmak ister. Bu istek zamanla, insanın içten içe varlığı hissedilen kadim bir istek halini alır. Öyle ki gerçekleştiği zaman insanda adeta bir heyecan tsunamisi oluşturur nerdeyse. Ya da en azından benim için durum böyledir. Ben kitaplarla çok geç tanıştım. Bendeki kitap tutkusunun ilk tohumları lise ikinci sınıfta atıldı. Adıyaman’ın Gerger ilçesinde, üstelik terörün insanı canından bezdirdiği bir zamanda, kitapla tanışıklığıma edebiyat hocamız Abdürrezzak Yıldız vesile oldu. O dönemde Hasan el-Benna’ın Risaleleri, Seyyid Kutup, Ali Bulaç, Rasim Özdenören ve daha birçok kitap ve yazarla birlikte Sezai Karakoç’un kitaplarıyla da tanışmış olduk. Ayrıca Mavera Dergisi, Yenidevir Gazetesi ve Hicret gibi yayınları da okuma fırsatına sahip olduk. Yalnız burada, bende herhangi bir kitabı olmamasına rağmen, Mavera’daki yazılarını okuduğumda zihnimde iz bırakan, adeta ruhumu doyuran Atasoy Müftüoğlu’nu da zikretmem gerekir. Sezai Karakoç’un o zaman yayınlanmış bütün eserlerine sahiptim. Bütün zorlanmalarıma rağmen Sezai ağabeyin kitapları adeta beni kendisine bağımlı hale getirmişti. Böylesi kitapları yazan bir kimse, benim nazarımda olağanüstü bir kimse sayılırdı. Onun için içten içe adeta tutku düzeyinde bir sevgi ve saygı hissiyle dolup taşıyordum. Sezai Karakoç’la tanışıklığım böylece başlamış oluyordu.

1983 yılında üniversiteyi okumak için (Adalet Yüksek Okulu) İstanbul’a gittiğimde, kitaplarını okuduğum yazarlarla tanışma isteğim hep ön plandaydı. Fakat ben asosyal bir insan olduğum için, merakımın verdiği rahatsızlığa rağmen bir türlü tek başıma söz konusu tanışıklıkları gerçekleştirmiyordum. Kaldığım yurtta (Antalya Öğrenci Yurdu) çok samimi olduğum arkadaşlarımdan Fethi Güngör’le, bir gün Sezai Karakoç’u ziyaret etmeye karar verdik. Gideceğimiz yer Cağaloğlu’ndaki Diriliş yayınlarıydı. Herhangi bir randevu almamız gerekmiyordu. Gidecektik kapıyı çalıp içeri girecektik. Doğrusunu isterseniz ben Fethi’ye, Fethi de bana cesaret vererek konuşa konuşa gittik. Aslında hiçbir hazırlık yapmamıştık. Gidip tanışacaktık. Kapıya vardığımızda kapıyı çalıp içeri girdik. Dikdörtgen şeklindeki ofis, son derece mütevazı ve gösterişsizdi. Sezai ağabey tek başınaydı. Tıraş makinesiyle sakal tıraşı oluyordu. İçeri girer girmez, tıraşı da bitmişti zaten. Önde ben olduğum halde, selam vererek içeri girdik ve bugün gibi hatırlıyorum: “Efendim” dedim, “müsaade ederseniz, ellerinizden öpmek istiyorum” dedim. Tabi kabul etmedi. O anki duygularımı ifade etmem mümkün değildi. Genç yaşımda bütün kitaplarını okuduğum Sezai Karakoç’la nerdeyse diz dize gelecek kadar bir yakınlıktaydım. Tanıştık. Adıyaman Gergerli olduğumu ve Adalet Yüksek Okulu’nu okuduğumu söyledim. Adalet Yüksek Okulu deyince, burada bir parantez açmak istiyorum. (Rahmetli Necip Fazıl’ı son zamanlarında bir grup arkadaşla Erenköy’deki evinde ziyaret etmek nasip olmuştu. Orada da tanışırken, Adalet Yüksek Okulu’nda öğrenci olduğumu söylediğimde, Necip Fazıl “Bu memlekette adaletin yüksek okulu da mı var?” diye ironi yapmıştı.) Fethi de Kayserili olduğunu ve Marmara İlahiyatı okuduğunu ifade ederek tanıttı kendini. Tabi bundan sonra Sezai ağabey konuşmaya başladı. Hatırladığım kadarıyla hayattan başladı konuşmaya. Okumanın hayatla ilgisinden yola çıkarak örneklemeler de yaparak ne kadar sürdüğünü hatırlamadığım bir süre konuşmaya devam etti. Fethi bir kalemle bir kâğıda bir şeyler yazıyordu. Sezai ağabey, konuştuklarının herhangi bir yerde yayınlanmasını istemediği uyarısını dile getirince, bunun üzerine Fethi de anlamadığı kelimeleri ve ayrıca konu çerçevesinde soracağı soruları yazdığını, aldığı notları ise herhangi bir gazete veya dergide yayınlamayacağını ifade etmişti. Ziyaretimizin ne kadar sürdüğünü hatırlamıyorum. Fakat ben kendi adıma, oradan ayrıldığımda, ayakları yerden kesilmiş bir şekilde yürüdüğüm zehabına kapılmış gibiydim. Tarifsiz bir sevinç içindeydim. Aslında bu görüşmede Sezai ağabeyden öğrendiğim, hiç kimsenin olağanüstü olmadığını ve hepimizin birer insan olduğuydu. Aslında böylece zihnimdeki yanlış ve tehlikeli tasavvur da yıkılmış oluyordu. Bunu ben sonradan fark edecektim. Büyük insanlar hem kitaplarıyla hem de yaşamlarıyla birer mektep gibidir.

Sezai Karakoç’la bu ilk görüşmemizden sonra, daha birçok vesilelerle görüşmek nasip oldu. Özellikle de Şehzadebaşı’ndaki parti merkezinde sohbetlerini dinlemek üzere giderdim. Parti merkezindeki bu sohbetler her cumartesi günü sanırım saat 14’te başlıyordu. Tıklım tıklım olmasa da içerisi dolardı. Benim tercih ettiğim yer, konuştuğu masanın hemen bitişiği olurdu. Onca kitap yazmış, ünlenmiş bir kimsenin, isterse birçok dünyalıklar ayağına serilirdi. Fakat o, hiç oralı olmadı. Son derece büyük bir tevazu sahibi oldu. Onu tanıyanların tanıklık yapacağı daha nice özellikler olduğuna kuşku yoktur. Kendisi bir siyasi parti kurmuştu ama onun sözünü ettiği siyasetin günümüzdeki siyasetle hiçbir ilgisi yoktu. İstanbul’da kaldığım süre içerisinde, Laleli’de kimi zaman nargile içerken görürdüm. Benim Sezai Karakoç tanıklığım tümüyle olumlu ve örnek alınacak hususlardan ibarettir. O, öncelikle bir dava adamıydı. Sonra bir düşünür, edebiyatçı, şair ve siyasetçiydi. Aslında bütün bu özellikleri birbirinden ayırmak gerekmez. Onun hayatın bütününü kapsayan bir kucaklaması olduğunu düşünüyorum. Yaptığım okumaların sürekli hale gelmesinde, bana katkı sağladığına inanıyorum. Minnettarım.

Kendisini hep özlem ve rahmetle anacağım. Rabbim rahmeylesin. Makamını âli eylesin.

DİĞER YAZILARI Yanılsamaları Fark Etmek.. 01-01-1970 03:00 Olduğun Yer Bulunduğun Durum... 01-01-1970 03:00 Kanla Yazılan Manifesto: Gazze 01-01-1970 03:00 İnsani Bir Sorun ve Sorumluluk Olarak Filistin... 01-01-1970 03:00 Ben Öteki ve Ötekileştirme... 01-01-1970 03:00 Açık Vermek... 01-01-1970 03:00 İleri Toplumsal Tahayyül Ve Kuran.... 01-01-1970 03:00 Akılsız ve Düşüncesiz Umutlar... 01-01-1970 03:00 Deprem ve Ölüm.. 01-01-1970 03:00 Sistemsel Meşruiyet... 01-01-1970 03:00 Sistemin İçi Ve Dışı... 01-01-1970 03:00 Bir Umut Devrimi Yapmak 01-01-1970 03:00 Mezopotamya’da Hüzün: Engelleri Aşıp Da Geldim... 01-01-1970 03:00 Algısal Yanılgılar 01-01-1970 03:00 Yakınlaşmanın Doğası Üzerine-1 01-01-1970 03:00 İnsan Bir Yolcudur.... 01-01-1970 03:00 Adalet Düşüncesinin İnşası 01-01-1970 03:00 Gerçekliğe Düşen Cemre: Oruç 01-01-1970 03:00 Bir Yolcu Gelir Gibi... 01-01-1970 03:00 Dumdum Kurşunu 01-01-1970 03:00 Tarih Felsefesinin Gerekliliği 01-01-1970 03:00 Konuşan Kuran Hz. Ali.... 01-01-1970 03:00 Mikro Milliyetçilikler 01-01-1970 03:00 Milliyetçi Tasavvurları Aşmak-2- 01-01-1970 03:00 Milliyetçi Tasavvurları Aşmak-1 01-01-1970 03:00 İtibar Üzerine... 01-01-1970 03:00 İktidar Tiryakiliği 01-01-1970 03:00 Kesintisiz Çoklu Okumalar 01-01-1970 03:00 Hayatsız Gündem Gündemsiz Hayat.. 01-01-1970 03:00 Kudüs Gerçekliğini Doğru Okumak... 01-01-1970 03:00 Nadide Zamanlar 01-01-1970 03:00 Yaşamsal Bir Unsur Olarak “Müphemlik” 01-01-1970 03:00 Bir Sorunsal Olarak Gündem 01-01-1970 03:00 Sorumluluğun Zirvesinde Bir Mü’min: Mehmet Akif.. 01-01-1970 03:00 Öznelliğin İktidarı-2 01-01-1970 03:00 Öznelliğin İktidarı-1 01-01-1970 03:00 Zamanın Ayarını Kaçırmak 01-01-1970 03:00 Öznel Özerklik-3 01-01-1970 03:00 Öznel Özerklik-2 01-01-1970 03:00 Öznel Özerklik-1 01-01-1970 03:00 Hayat Ve Hicret 01-01-1970 03:00 Yanıltıcı Varoluşsal Katılık... 01-01-1970 03:00 Kur’an Ahlakının Gerekliliği 01-01-1970 03:00 Hüzünle Giden Ramazan.. 01-01-1970 03:00 İnsanı Tanımak 01-01-1970 03:00 Müslümanların Kafes Hayatı 01-01-1970 03:00 Şuradan Şuraya 01-01-1970 03:00 Post Truth Dünyada Müslüman Kalmak 01-01-1970 03:00 Adaletin Ayağa Kalkması 01-01-1970 03:00 Yaraların Kabuk Bağlaması... 01-01-1970 03:00 Bir Nitelik Olarak Adaleti Ayakta Tutmak.. 01-01-1970 03:00 Sanal Resepsiyon.. 01-01-1970 03:00 Can Alıcı Ve Can Yakıcı Kısım 01-01-1970 03:00 İçerik Bakımından Adalet Çarkı 01-01-1970 03:00 Adl Üzere Bir Hayat 01-01-1970 03:00 Adaletin Kuşatıcılığı 01-01-1970 03:00 Aklın Hakikatinden Uzaklaşmak 01-01-1970 03:00 Cenneti Arayan Adam 01-01-1970 03:00 Felsefik Bir Nazarla Seçim Olgusu 01-01-1970 03:00 Kilitli Labirent: Üstünlük Çıkmazı 01-01-1970 03:00