Adaletin Ayağa Kalkması

Cevdet Işık

23-12-2019 10:28

Adaletin ayağa kalkmasından söz ediyorsak, bu demektir ki adalet, sahip olması gereken konumda değildir. Bu durumda adalet ya yerlerde sürünüyor ya da esamisi okunmuyor. Yani her iki durumda da sözü edilen durum, felaketi resmeden bir durum olmaktadır.

Adaleti “devletin imanı” olarak adlandırmak doğru bir adlandırmadır kuşkusuz. Ama şu izahı yapmak da yanlış olmasa gerektir: Adalet, bütün varlıklar için, anlamlı olmanın ve anlamlı kalmanın omurgası demektir.

İradesiz varlıklar, sahip oldukları yapısal özellikler bakımından farklı bir varoluşu gerçekleştirme kabiliyetine sahip değildir. Onun içindir ki, adaleti olumsuz etkileyecek bir tavra sahip olamazlar.

Bütün sorunların odak noktasında insan yer almaktadır. Çünkü insan sahip olduğu akıl ve iradenin bir gereği olarak yaptığı tercihlerle hayatını sürdürmektedir. İnsanın yaptığı her tercihin oluşturduğu bir etkiden, bir izden ve dolayısıyla bir doğru veya bir yanlışın oluşma ihtimali söz konusudur burada. Daha doğrusu hayat dediğimiz akışkan yapı, böyle bir şeyin ta kendisidir zaten.

Adaletin ayağa kalkması veya ayaktan düşmesi, varlıkların varoluşsal anlamları ile ilgili sahip olunan bilginin sahte veya gerçek olması ile başlar. İnsanın yalan ve yanlış bilgi temelinde, sürdüreceği bir hayatla adaleti ayakta tutması mümkün değildir. Öyle ise ilk yapılması gereken, insanın sağlam ve sahih bilgiye sahip olması ve sağlam ve sahih bilgi eşliğinde hayatını sürdürmesidir.

İnsanın niçin yaratıldığını, varlık âleminin niçin var olduğunu ve her şeyden en önemlisi de insanın yaptığı baş döndürücü tanıklıkların anlam ve öneminin olup olmadığı hususunda doğru bir istikamette olması, insan özelinde adaletin ayakta olmasını sağlayacaktır.

İnsan özelinde adaletin ayaktan düşmesi demek, varoluş amacı hakkında, sahip olunan bilginin ve dolayısıyla sürdürülen hayatın, doğru olmayan, sahte ve yalan bir istikamette olması demektir.

Nasıl ki doğru bilgi doğru istikameti oluşturursa, doğru istikamet de adil bir hayatı oluşturur. Bütün bu gerekliliklerin gerektirdiği nihai hakikat ise, Allah’ı gerektiği gibi bilmek ve tanımakla mümkün olur.

Allah’tan bağımsız olarak kabul edilen her doğrunun, her durumun, her davranışın, insan için bağlayıcı olacak, insanı ikna edecek bir gerekçesinin olmasını beklememek gerekir. Nihayetinde insan için bir yarar veya zarar oluşturmayacağına inanılan doğru bir fiili insan niye yapmalıdır? İnsan niye iyilik yapmalıdır veya niye kötülük yapmamalıdır?

Bütün yapılıp edilenlerin bir hesaba tabi olduğu bilincine sahip olmayan bir insan için erdemli bir hayatın gerekliliği de söz konusu olmayabilir. Bununla demek istiyoruz ki, sürüp gitmekte olan hayatımız, hesap verilebilir bir temel üzerinde olmalıdır. Bütün yapıp ettiklerimizi, niçin yapıp ettiğimizden sorgulanacağımıza inanırsak, ama gerçekten inanırsak, zulüm sayılabilecek eylemlerden de uzaklaşırız doğal olarak. İnsan için zihni kabul düzeyindeki bu başlangıç noktası, adaletin ayakta olması veya olmaması gibi bir sonucun da belirleyicisidir.

İnsanlar, tek başlarına birer şahsiyet olarak adaleti ilke haline getirmeden, adaletin ayağa kalkması da mümkün olmayacaktır. İnsanın eşya ile tabiat ile diğer varlıklar ile olan ilişkisinin hak ve hakkaniyet çerçevesinde olması için, adalet ilkesinin insanda sarsılmaz bir ilke olması gerekmektedir. Bunun için de sahih ve sağlam bir Allah inancı gerekmektedir. Bu inançla birlikte O’nun tek ve mutlak hüküm ve hikmet sahibi olduğuna da inanmak gerekir. Aksi takdirde gücü elinde bulunduranların, keyfi tutum ve davranışlarla domine ettikleri bir hayat söz konusu olacaktır.

Bütün zamanların en hayati meselelerini, adalet ile ilgili meseleler oluşturmuştur. Bunun içindir ki, adalet toplumsal yaşamın omurgasıdır. Bu omurga olmadığında veya zedelendiğinde, toplumsal hayatın ahengi bozulacak ve böylece kargaşa ve kaos ortamlarının zemini hazırlanmış olacaktır.  

Toplumsal yaşamın omurgası olan adaleti ayakta tutan en önemli ayaklardan birisini liyakat oluşturur. Liyakat layık olma durumudur. Şayet bir görev yapılacaksa, söz konusu görevi yapmaya en ehil olanın atanması liyakatle ilgili bir durumdur. Kerim Kitabımız Kur’an, bunu, “emaneti ehline vermek ve insanlar arasında adaletle hükmetmek” olarak niteler. Emanet, insana verilmiş, insanda geçici olarak bulunan bütün durumları kapsar. Bu anlamda insanda olup da emanet olmayan hiçbir şey yoktur.

Emanetin zayi edilerek adaletin ayaktan düşürüldüğü en önemli ve etkileyici alanı devlet alanı oluşturmaktadır. Çünkü devlet vasıtasıyla toplumsal düzen belirlenmekte ve insanlara bazı yaşamsal imkânlar sunulmaktadır. O sebepten devleti işleten görevlilerin ataması ve devlet eliyle topluma dağıtılan kaynakların adalet ilkesi çerçevesinde olması gerekir. Ne yazık ki bu hususta, gerek tarihsel süreç içerisinde ve gerekse de günümüzde, devletin sahip olduğu büyük güç istismar edilmiş ve böylece yapılan icraatlar adaleti ayağa kaldıracağına, ayaktan düşürmüştür.

Toplumsal yaşamın omurgası olan adaleti ayakta tutan en önemli ayaklardan bir diğerini hakkaniyet oluşturmaktadır. Hakkaniyetin temel esprisini, herkese hak ettiğini vermek oluşturmaktadır. Herkese hak ettiği verilirken, hiçbir kimsenin ne inancı, ne mezhebi, ne rengi ve ne de bulunduğu coğrafya dikkate alınmaz. Biz buna insanın insanca yaşaması diyoruz. İnsanın insanca yaşaması hakkaniyet ilkesiyle mümkün olur. Buna göre her insan inandığını yaşayabilmelidir. Sahip olduğu aidiyet doğrultusunda güven içinde olmalıdır. En tabii varoluşsal özelliklere yapılan her türlü saldırı hakkaniyete yapılan saldırı olarak kabul edilmelidir. İnsan, eğer bu tür saldırılara maruz kalıyorsa -ki her zaman bu saldırılara maruz kalmaktadır- o zaman adalet de ayaktan düşürülüyor demektir.

Toplumsal yaşamın omurgası olan adaleti ayakta tutan en önemli bir başka ayağı da eşit muamele oluşturmaktadır. “Eşit muamele” ile “eşitlik” çoğu zaman karıştırılmaktadır. Oysaki bu iki tabir ve bu iki durum, oluşturduğu sonuçlar bakımından birbirinden kıyaslanmayacak kadar farklılıklar oluşturmaktadır. Daha da keskin bir ifade ile söyleyecek olursak, birinin oluşturduğu sonuç adaletin, diğerinin oluşturduğu sonuç ise zulmün sebebi olmaktadır.

Eşit muamelede kişinin sahip olduğu farklılıklar dikkate alınırken, eşitlikçi anlayışta farklılıklar dikkate alınmaz. Spor müsabakaları üzerinden bir örnek verecek olursak; eşit muameleye göre bay- bayan, engelli-engelsiz gibi ayrımlar dikkate alınarak müsabakalar yapılırken, eşitlikçi anlayışa göre bu tür ayrımlar dikkate alınmaz. Bu durumda dezavantajlı olanlar için müsabaka başlamadan bitmiş demektir ki bu da adaletsizlik ve dolayısıyla mağduriyet gibi istenmeyen durumları oluşturacaktır. Bu örneklemeyi hayatın bütün alanlarına uyguladığımızda önümüze çıkacak olan sadece ve sadece koskoca bir zulüm çarkı olacaktır. Öyle ise adaletin ayağa kalkması için “eşitlemek” şeklindeki bir uygulamayı değil, “eşit muamele etmek” şeklindeki bir uygulamayı dikkate almak gerekir.

Eşitlemek suretiyle devlet imkânlarının kullanılmasından çok, eşit muamelede bulunmak suretiyle devlet imkânlarının kullanılması gerekir. Bu konuda Ömer Çaha’nın şu ifadeleri büyük bir önem ve isabete sahiptir: “Baskın gruba verilen hakların zayıf konumda olana da verilmesi eşit muameledir. Baskın grubun diliyle eğitim yapılıyorsa, azınlıkta kalanın diliyle de eğitim yapılması gerekir. Devlet, baskın olan bir inanç sistemine göre dini hizmet veriyorsa, azınlıkta kalana da kendi inancına göre dini hizmet vermek zorundadır. Devlet bunu yapmadığı zaman birinin hakkını alıp ötekine vermiş olur.”

Bütün zamanların en önemli sorunu olan adalet ayağa kalkmalıdır ki, huzur olsun, barış olsun. Aksi takdirde gün yüzü görmek mümkün olmayacaktır. Bunun için öncelikle insanın fert olarak, kendi düşünsel ve eylemsel dünyasında adaleti ayağa kaldırması gerekir. Bu aşamadan sonra toplumsal yapıyı oluşturan ilişkiler adl üzere olma yoluna girecektir. Birlikte yaşamanın kurallarını işleten en büyük organizasyon olan devletin de adl üzere olması için liyakat, hakkaniyet ve eşit muamele ayaklarına sahip olmalıdır. Bütün bu aşamalar gerçekleştikten sonra, ayağa kalkacak bir adaleti umut etme hakkını elde etmiş oluruz.

DİĞER YAZILARI Gazze Bir İşarettir 01-01-1970 03:00 Yanılsamaları Fark Etmek.. 01-01-1970 03:00 Olduğun Yer Bulunduğun Durum... 01-01-1970 03:00 Kanla Yazılan Manifesto: Gazze 01-01-1970 03:00 İnsani Bir Sorun ve Sorumluluk Olarak Filistin... 01-01-1970 03:00 Ben Öteki ve Ötekileştirme... 01-01-1970 03:00 Açık Vermek... 01-01-1970 03:00 İleri Toplumsal Tahayyül Ve Kuran.... 01-01-1970 03:00 Akılsız ve Düşüncesiz Umutlar... 01-01-1970 03:00 Deprem ve Ölüm.. 01-01-1970 03:00 Sistemsel Meşruiyet... 01-01-1970 03:00 Sistemin İçi Ve Dışı... 01-01-1970 03:00 Bir Umut Devrimi Yapmak 01-01-1970 03:00 Mezopotamya’da Hüzün: Engelleri Aşıp Da Geldim... 01-01-1970 03:00 Algısal Yanılgılar 01-01-1970 03:00 Yakınlaşmanın Doğası Üzerine-1 01-01-1970 03:00 İnsan Bir Yolcudur.... 01-01-1970 03:00 Adalet Düşüncesinin İnşası 01-01-1970 03:00 Gerçekliğe Düşen Cemre: Oruç 01-01-1970 03:00 Bir Yolcu Gelir Gibi... 01-01-1970 03:00 Dumdum Kurşunu 01-01-1970 03:00 Tarih Felsefesinin Gerekliliği 01-01-1970 03:00 Konuşan Kuran Hz. Ali.... 01-01-1970 03:00 Mikro Milliyetçilikler 01-01-1970 03:00 Sezai Karakoç Tanıklığım.. 01-01-1970 03:00 Milliyetçi Tasavvurları Aşmak-2- 01-01-1970 03:00 Milliyetçi Tasavvurları Aşmak-1 01-01-1970 03:00 İtibar Üzerine... 01-01-1970 03:00 İktidar Tiryakiliği 01-01-1970 03:00 Kesintisiz Çoklu Okumalar 01-01-1970 03:00 Hayatsız Gündem Gündemsiz Hayat.. 01-01-1970 03:00 Kudüs Gerçekliğini Doğru Okumak... 01-01-1970 03:00 Nadide Zamanlar 01-01-1970 03:00 Yaşamsal Bir Unsur Olarak “Müphemlik” 01-01-1970 03:00 Bir Sorunsal Olarak Gündem 01-01-1970 03:00 Sorumluluğun Zirvesinde Bir Mü’min: Mehmet Akif.. 01-01-1970 03:00 Öznelliğin İktidarı-2 01-01-1970 03:00 Öznelliğin İktidarı-1 01-01-1970 03:00 Zamanın Ayarını Kaçırmak 01-01-1970 03:00 Öznel Özerklik-3 01-01-1970 03:00 Öznel Özerklik-2 01-01-1970 03:00 Öznel Özerklik-1 01-01-1970 03:00 Hayat Ve Hicret 01-01-1970 03:00 Yanıltıcı Varoluşsal Katılık... 01-01-1970 03:00 Kur’an Ahlakının Gerekliliği 01-01-1970 03:00 Hüzünle Giden Ramazan.. 01-01-1970 03:00 İnsanı Tanımak 01-01-1970 03:00 Müslümanların Kafes Hayatı 01-01-1970 03:00 Şuradan Şuraya 01-01-1970 03:00 Post Truth Dünyada Müslüman Kalmak 01-01-1970 03:00 Yaraların Kabuk Bağlaması... 01-01-1970 03:00 Bir Nitelik Olarak Adaleti Ayakta Tutmak.. 01-01-1970 03:00 Sanal Resepsiyon.. 01-01-1970 03:00 Can Alıcı Ve Can Yakıcı Kısım 01-01-1970 03:00 İçerik Bakımından Adalet Çarkı 01-01-1970 03:00 Adl Üzere Bir Hayat 01-01-1970 03:00 Adaletin Kuşatıcılığı 01-01-1970 03:00 Aklın Hakikatinden Uzaklaşmak 01-01-1970 03:00 Cenneti Arayan Adam 01-01-1970 03:00 Felsefik Bir Nazarla Seçim Olgusu 01-01-1970 03:00 Kilitli Labirent: Üstünlük Çıkmazı 01-01-1970 03:00