DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Ahmet Yıldırım
Ahmet Yıldırım
Giriş Tarihi : 31-10-2018 14:34

Zamanın Telaş Kurbanları..

Yaşamak için günün uzun olduğu zamanlara erdik. Ancak anlık telaşlarımız yaşamımızı kısıtlıyor. Yaşamı anlık bölümlere ayırmış kısa replikler veyahut kısa skeçler halinde yaşıyoruz. Onar dakikalığına gülüyor, onar dakikalığına üzülüyoruz. Hülasa onar dakikalık telaşlar halinde yaşamı sürdürmenin yollarını arıyoruz. Günlük yaşamımızın büyük bir kısmı telaşla geçiriyor. Hergüne bir telaş ile başlayıp diğer bir telaş ile bitiriyoruz. Telaş yaşamımızın tam ortasında yer alan bir kelime oldu. Onsuz yaşayamıyoruz. Kime dokunsak dilinde bin ahh… Kısa periyotlar telaşla birleşince zamanın kıymeti ortadan kalkıyor.  Zaman aramızdan sıyrılıp bir tenhada ellerini koltuk altında bağlayan mahsun bir meçhule dönüşüyor.  Ne olduğu, kim olduğu, neye hizmet ettiği, yani insanların konumlandırmakda güçlük çektiği bir meçhuldür; zaman. Herkesin dilinden zaman yetmiyor, zamanım yok vb cümleler dökülüyor. Halbuki zamanın başına gelenleri kimse umursamıyor.

Kıymeti harbiyesi günden güne azalan zaman, intikamını telaşla alıyor. Günümüz insanı birazda  zamanın telaş üzerinden çektiği operasyonların kurbanı olan varlıktır. Duvar diplerinde boynu bükük bırakılan zamanın telaşı büyük acılar yaşatıyor bize. Zaman, sürekli didinme, koşuşturmaca, sürekli bir hıza ayak uydurma çabası içinde geçen; yani telaşla geçen bir ömrü mahkum ediyor, hücrelere atıyor, akabinde posasını çıkarıp epey zaman sonra muhatabının önüne bir ceset olarak bırakıp özgürlüğüne! kavuşturuveriyor. Altmış yıl bir ev ve araba için didinmiş yürekler zamanın yorgunluğu altında inim inim inlemektedirler. Zaman(l)a yenilmiş yürekler koca yılları nasıl geçirdiklerinden habersiz ansızın zamanın son hamlesiyle karşı karşıya kalan kader mahkumları gibidir. Kısa soluklar halinde yaşayıp, ansızın ölüyoruz.  Sert ve ağır tempolu geçen periyotlar bedenlerimiz üzerinde derin hasarlar bırakıyor. Eskiden zamanla oluyor/ölüyorken şimdi telaş ile telef oluyoruz. Telaşla dünyaya geliyor diğer bir telaşla ölüyor ve bir telaşla defn ediliyoruz. Zaman kalıyor biz ölüyoruz. Esasen bir ayrımı da yapmak zorundayız; insan zamanla olur/ölür, şimdilerde telaşla telef oluyoruz. Peyami Sefa’ya inat meyveler olgunlaşır; insanlar Olurlar. Ve tecrübelerimizin sahibi zamandır.

Sahi zaman, zamanın ruhu neydi? Neden değerliydi zaman? Niçin kifayet etmez bize? Ve niçin kıymeti yoktur zamanın? Ecdadımız zamansız iş yapmazmış mesela. Her şeylerin bir zamanı varmış. Şimdi neden herşeyimiz zamansız… Üzüntümüz, kederimiz, sevincimiz, umudumuz, beklentilerimiz, olmamız ve ölmemiz neden hep zamansız? Neden topraklarımızda çocuklar zamansız büyür? Neden bebelerimiz zamansız ölür? Kadınlarımız neden eşlerini zamansız toprağa verirler? Emperyalist zorbalara neden zamansız yakalanırız? Sürekli bir telaşın girdabında boğulmak mıdır kaderimiz? Ansızın gülen, hemen sonra üzülen, sonra tekrar sevinen ve yine kederle günü tüketen insanlar olduk. Birkaç saat içinde zıt duyguları yaşayan ve bunu içselleştirip yaşamın temposu budur diyerek meşrulaştıran insanlar oluverdik.

Modern insanın zaman mefhumu yoktur. Önce gece ve gündüz ayetlerine ihanet etti. Zaman ve mekan daralmasından telaş doğdu. Telaş doğduğundan beri gece ve gündüz kavramlarımız işlevsiz kaldımıştır. Yaşam; hız ve haza kurban edilince müktebasat değişikliği zorunlu hale geldi.  Süreçte telaşla sürekli sağa sola yalpalayan organizmlara döndük. Çoğu zaman yaptıklarımız, ettiklerimiz üzerinde düşünmeden yapar olduk. Soru/n kavramını minimize ettiğinizde tercihlerden ziyade güdülerle yaşama tutunan robotlara dönüştük. Neredeyse istisnasız hepimiz bu havuzun içindeyiz. Telaşlı yaşam tarzı hiçbir düşünce ayrımı yapmadan hepsini deforme ediyor. Namaz kılan robotlar olduk. Ya da namaz telaş içinde kılınan, aradan çıkarılan bir rütüele dönüştü.

Fikri, düşünsel üretim kıtlığı yaşıyoruz. Bu hususta olabilecek en kötü yerdeyiz. Zamanın kıymetini bilmeyenlere zaman, başlarından aşağı telaşı boca etti. Maalesef yeni nesilden de pek umutlu değilim. Zira yeni neslin anne ve babaları yaklaşık 20 yıldır neslin imarı, inşası veya ihyasıyla ilgilenmediler. Zamanın kıymetini bilmediler. Bunca süreyi mal- mülk biriktirmek, ekonomik oluşumlarını tamamlamakla geçirdiler. Artık çocukları bile son model arabalardan, akademik başarılardan söz eder oldu. Vehn, seküler yaşam tarzı körpe fidanlara dahi bulaşmış durumdadır. Her şey çocuklarımız için sloganı maalesef elimizde patlamış durumda. Çocuklarımız pahalı evlerde kendi odalarında yetişiyor, pahalı kılık kıyafetler, ayakkabılar giyiyor, kaliteli besleniyor, yakın okullara bile servisle gidip geliyor; ancak fikir, düşünce ve dahi ahlak namına olumlu göstergelerde bulunmuyorlar.  (Bulunanları tenzih ederim.) Anne - babalar 15 yılda ukala (herşeyi bilen), haddini bilmeyen, şımarıklıkta doktora yapan, bencil, paylaşmayı bilmeyen, kendinden başkasını düşünmeyen, yokluk/yoksunluk çekmeyen, hep daha fazlasını isteyen, milli ve manevi duygularda vitrinlik manken olan, kof sloganik sembollerle yol alan bir nesil inşa ettiler.

Baskılanmış ağır akademik kaygıların ürünü anne ve babalar elbette kendileri gibi hatta daha ziyade akademik kaygılara bulanmış bir nesli inşa edeceklerdi. Allah’ın Rezzak oluşuna muhalefet edercesine ekonomik sorunlarını çözdüklerinde diğer sorunların çözüleceğine inananlar aldandılar. Zamanın kıymetini bilmeden harcayan konformist kafa yapısı çocukların zihnine menfaatperestlik zehrini enjekte etti. Yeni nesil artık lüks arabalar, lüks bir yaşam tahayyül eder oldu. Konfor ile bürokratik kafa yapısının evliliğinden Tevhidi anlayış doğmadı, doğmazda.  15 yıllık rahat bir ortamda bizden doğan nesli kendi ellerimizle imha ettik. 1960’lı yıllarda sor(g)u sormayı bırakıp sisteme itaat etme, hatta içselleştirme fikri düşünsel yapımızda derin yarıklar açtı. Sistem uzun yıllar İslamcı/Muhafazakar toplulukları görmezlikten geldi. Gördüğü dönemde ise DNA/RNA’ları sistem tarafından çözülmüştü. Maalesef “sistemin ne istiyorsunuz?” sualini cevaplayacak birikimden çoktan yoksun kalınmıştı. (Hoş, böyle bir soru da yoktu esasında. Yapılan sistemin uzun soluklu “yönetimden uzak durmanız karşılığında altınıza araba ve ev veriyorum” sözünden başka bir şey değildi.)  Kitleselleşme seçeneğinin dışında alternatifsiz kalan, üretmekten yoksun, kendi çıkış yollarını bile iktidara ciro eden; fakat konfor, seküler ve bürokratik hususlarda oluşumunu tamamlamaya yönelen kocaman topluluklara dönüştük. Ekonomik oluşuma tamah etme gayreti! dirayetimizi, gücümüzü, kuvvetimizi, itibarımızı vb değerlerimizi elimizden alıverdi. Nice kurumlara yönetici olan kardeşlerimiz bürokratik maslahatlar için davalarına, ideallerine yabancılaştılar; bürokratik dehlizlerde pis işlere imza attılar. Ehliyet ve liyakat kıstasından ziyade uzun soluklu kovalamaların neticesindeki elde ettikleri siyasi referanslar! ile konumlandıklarından dolayı yaşamlarının geri kalan alanlarında da ağırlıklarını kaybettiler. Zamanla kazandıklarımızı (En azından bir duruş sahibiydik.) telaşla kaybettik.

Son 16 yıllık zamanı oyun eğlence ile geçirdik. Zamanın gerisine düştük. Bu eleştirileri gündem ettiğimizde birbirimizi iyi tanıdığımızı düşündüğümüz kardeşlerimiz bile şiddetle tepki göstermektedirler. Ağır tonajlı “çözümün nedir?” sorusunu bir yumruk gibi kullanarak suratınızın ortasında patlatıyorlar. Çözüm görmek isteyenler için basitti esasında. Adaletin elinizle incitildiği, ilga edildiği yerde bulunmamaktı. Dahası Kur’an bize İsrailoğullarının Tih Çölünde 40 zamanlık maceralarını anlatır. Besbelli bu 40 zamanlık bir yürüyüş değildi. Söz konusu edilen hadise İsrailoğullarının içlerindeki hastalıktan dolayı 40 zamanlık kısır döngülere mahkum edilmeleri, birbirleriyle uğraşmalarıydı. Tam da bizim şimdilerde yaşadığımız kısır döngüler. Yapılması gereken kısır döngülerin girdabına kapılmadan Hz Ali gibi çeşitli merkezlerde kuyu kazabilmekti. (Hemen şimdi ellerimize kazma kürek alıp kuyu mu kazalım diyenleri duyar gibiyim.) Hz Musa (sav) Rabbinin vaad ettiği topraklara hastalıklı, sümsük, güçsüz, duyarsız, atık ürün şahsiyetlerle girmedi. Tam tersine herkes kısır döngülerle uğraşırken O korkuyu bilmeyen, Firavun zilletine bulaşmayan, alçaklık kompleksini ret eden bilakis özgüveni, cesareti kuşanmış, Peygamberin vahiyle yetiştirdiği genç kadrolarla vaat edilen topraklara girdi.

Modern dünyada kısır döngülerden uzak durmanın yolu fikri, fikriyatı özümseyen, ekonomik göstergelere çok da tamah etmeyen gençlerin oluşturduğu toplumsal kuyular kazmaktır. Gençlerle daha çok hemhal olmak, her mahallede onlara ulaşacak, su içecekleri kuyular kazmaktır. İslamcılar sokakları terk ettiler. Sokakları arşınlamanın ekonomik getirileri olmadığını gördüler ve yorulduklarını söyleyip kenara çekilmek (makamlara gelmek için) istedikleri ikrar ettiler. (Elbette böyle davranmayanları tenzih ediyorum. Sözümüz önce nefsimizedir.)    

“Zaman herşeyin ilacıdır, Zamanla herşey düzelir” der Anadolu insanı. Zaman, bizim için ihanet edilmemesi gereken en önemli aktörlerimizdendir. Söz konusu ettiğim müktesebat değişikliği zamana ihanettir. İslam Ahlakı ve Anadolu irfanında zaman yaşamın tam ortasındadır. Telaş bu semtlere çok uğramaz. Çünkü İslam Ahlakı ve Anadolu İrfanında muhasebe denilen bir husus vardır. Günün kritiğini yapmadan insanlar uykuya dalmazlardı. Hangi kalemin açık verdiğini bulur ilgili Defteri Kebiri (Muhasebe sisteminde her kalem için açılan defter) kapatmadan uyku gözlerine girmezdi. Hangi organının vergi kaçırdığını tespit etmeden ve tedbirini almadan yol almazlardı. Zira muhasebe biraz da tedbir demekti. Tedbiri ıskaladığımızda muhakkak muhasebemiz eksik verecektir.

Bu saatten sonra yapılması gerek başımızı ellerimizin arasına alıp tefekkür ederek yaşamımızı muhasebe etmek, ilgili hususlarda tedbirler alıp pratiğe aktarmak ve  Virabismillah deyip yeniden yola revan olmaktır. Bizden üç nesil sonrasına hazırlık yapmaktır. Tabi, bunu yapacak gücümüz, kuvvetimiz, azmimiz, gayretimiz, sebat ve sabrımız kaldıysa. Kalanlar ne kadar kaldıysa o miktarla başlayabilirler. Sokaklara geri dönmek, sokaklara sahip çıkmaktır. Muhakkak gecenin tenhasında parklarda, sokak başlarında selamınız alacak birkaç genç bulursunuz.  Veselam…

 

NELER SÖYLENDİ?
@
Ahmet Yıldırım

Ahmet Yıldırım

DİĞER YAZILARI Ramazan Hoca’nın Ardından... Küresel İntifada Mı? Son Kaçış Rampası... Toplumsalın Dönüşümü... Yer Sarsıldıkça Sarsıldığı Zaman! Dönüşerek Olgunlaşmak ! Yalnızlaşmayı Fırsata Çevirmek Doğru ve Gerçekliğe Dair... Z Kuşağı Kimin Çocukları? Arabesk İçimizde Bir Yaradır... Sosyalleşme Girdabında Yalnızlık Var Mısın? Kadın Programları Neden Kaldırılmaz?.. Bir Mücadele İnsanı Corona Morona?* Ademoğlu Ve Haram Lokma * Yönetim, Öteki Ve Madunlaşmak... Güç, Egemenlik Ve Ehlibeyt Panoptikon Mahpusları Muhafazkarlık Artıyor, Hakikat Uzaklaşıyor. Biz Kopya Değiliz. Gerçeğin Sessiz Çığlığı Histerik Kişilikler Ve Kerbela Olmadan Ölünmüyor. Bu Seçimlerde Kime Oy Vermeli? Gençlere Neden Kızıyoruz? Kudüs; Antakya’dır, Kilis’tir, Antep’tir Urfa’dır. Bir Şey Olabildik Mi? Ümmetten Ulusa... Düşünce Ekmek… Referanduma Dair... Korku Üzerine.... Bize Ne Oluyor? Bizde Ne Ölüyor? Aziz Dostum Ramazan! Göz Aydınlığımız Sen Hoş Geldin... Modernizm İllüzyonunda Halüsinasyon Görmeden Uyanmak... Dünden Bu Güne Neslin Değişimi. Gerçeklik, Hakikat Ve Doğruluk Üzerine… Geçmişi Anlamak Üzerine; Siyonizm Kralları.. Ölen, Öldüren Kim? Ölen Ne? Merhamet Ölmesin... Gençlerimize Hüseyni Misyonu Tanıtmak. Biz, Siz Arasında Arafta Kalmak. Darbe Sonrası Değerlendirme… Bürokratın Şakirtlik Hevesi.*** Aslına Rücu Et Ey İnsan. Gettolaşıyor muyuz? Bize Ne Oluyor?
Gazete Manşetleri
Yol Durumu
E-Bülten Kayıt
ARŞİV ARAMA