DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Ahmet Yıldırım
Ahmet Yıldırım
Giriş Tarihi : 20-09-2023 10:51

Son Kaçış Rampası...

Küresel hegemonyanın etkisini iyiden iyiye arttırdığı günlere ulaştık. Tüm insanlığı yönetme ve etraflıca kuşatma arzuları akli selim insanlar için çemberi her geçen gün daraltmaktadır. Aydınlanma döneminin alt yapısını oluşturduğu kapitalizm, kapitalizmin tetiklediği sanayi devrimi ve daha çok üretme kaygısı ve çabası modern dünya olarak ifade edilen süreci başlatmıştır. 1970’lı yıllarda uygulanan refah devleti politikaları modernleşme sürecini hızlandıran önemli unsurlardır. Kökeni her ne kadar XVI. Yy dayandırılırsa da aydınlanma çağı XVII. Yy’dan itibaren Avrupa’yı etkilemeye başlamıştır. Özellikle akılcılık ve liberalizmin öncülük ettiği çağ insanlık için büyük değişimler meydana getirmiştir. 2020 yılında yazmış olduğum Corona morona yazımda da ifade etiğim gibi sanayi devrimine kadar gerçekleşen olaylar endüstri 1.0 devrimi olarak görülebilir. Sanayi devriminden refah devleti politikaların uygulandığı 1970’lı yıllara kadarki süreç endüstri 2.0 devrimi ve 1970-2020 yılları endüstri 3.0 devrimi olarak değerlendirilebilir. 2020 yılı covid (olayın demosunu çektiler) bahanesiyle başlayan süreç endüstri 4.0 devrimi olarak görülmektedir. Bakara suresi 205. ayette Rabbimiz şöyle buyurmaktadır; “O iktidar olduğu zaman yeryüzünde ortalığı fesada vermek için ekini ve nesli bozmaya çalışır. Allah bozguncuları sevmez.” İlgili ayeti hatırdan hiç çıkarmamalıyız.

2020 yılına kadar kitle iletişim araçlarının yükseltilmesi ve yaygınlaşması (sosyal medya uygulamaları, 5G, metaverse, kripto para, alternatif sanal dünya vb), yapay zekâ, beslenme alışkanlıkları, toplumsal cinsiyet eşitliği, iklim ve çevre konularında toplumlar dönüştürülmüştür. İlk çözülen toplumlar İskandinav ülkeleri olmuştur. GSMH yüksekliği, konformist yaşam toplumların çözülmesinde önemli rol oynamıştır. Küresel hegemonya sadece bir alan üzerinden politika üretmemektedir. Çok farklı ve birbirinden bağımsızmış gibi gözüken politikaları saha sürmektedir. Toplumların beslenme alışkanlıkları değiştirmekle başladılar. Beslenme alışkanlıkları toplumları yemek kültüründen ve sofra adabından kopartmıştır. Yemek kültüründeki toplumsal hafıza bir nesilde halledilmiştir. GDO ürünler yeni bir yaşam formu dikte etmiştir. Sofrada bir arada bulunan aile bireyleri artık kendi dünyalarına çekilmiştir. Ebeveynlerin kültürel aktarım yaptıkları ilk kale işgal edilmiştir. Dışarda ve hazır yemek konusu popüler olmuştur. Bireylerin kendilerini tanımlama, toplumdan farklı gözükme duygusu, moderniteyi yakalama iç arzusu aile bireylerinin yabancılaşmasını hızlandırmıştır.

Çözülmüş ve dünyaları ayrışmış aile bireyleri artık toplumsal cinsiyet eşitliğiyle avlanması kolay bir noktaya gelmiştir. Bir yandan yeniden tanımlanan cinsiyet tanımlamaları diğer yandan bireylere özgürlük başlığı altında sunulan cinsiyet yönelimlerini tercih etmeleri ve ev içinde feminist dalgaların kışkırtılması aile bireylerini birbirine kırdırmıştır. Çocuklarla arkadaş olunmalı söylemleri sonucu anne ve babalık makamının deforme olması sağlanırken arkadaş olma imkânı asla verilmemiştir (mümkün de değil zaten). Ebeveyn ailesini toparlamaya çalıştıkça dağıldığına şahit olmuştur ve maalesef acziyetini itiraf etmek zorunda kalmıştır. Günümüzde GSMH yüksekliğiyle gözümüze sokulan İskandinav ülkelerinin bağımlılık, intihar, taciz, tecavüz, taşıyıcı annelik vb. konularla ilgili verilere bakmanızı öneririm (bulabilirseniz). Dolayısıyla Batı toplumu bu hususlarda çözülmüş bir toplumdur. Endüstri 4.0 sürecinde çözülmesi ve yeni sürece dâhil olması gerekenler Doğu toplumlarıdır. Batı’ya yakın olması hasebiyle ilk gündem olan ülke de Türkiye’dir.

Ülkemizde liberal politikaların uygulaması cumhuriyetin ilk dönemlerinden başlamış olsa da uzun soluklu bir süreci kapsamıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın İzmir İktisat Kongresi sonrası kurmaya çalıştığı ithal ikameci ekonomik yapıdan kısa sürede uzaklaşılmış, H. Turgut ÖZAL iktidarı sonrası ciddi manada liberalizmden yana tavır takınmıştır. Korumacı ekonomik yapı kabuklarını kırmış rekabetçi, dışa açık bir görünüm elde etmiştir. Devletin küçülmesi ve özelleştirme politikaları sonraki her hükümetin en önemli stratejileri arasında yer almıştır. 1980’li yıllarda tarımda kendi kendine yeten yedi ülkeden biri olan Türkiye sanırım günümüzde tarım ve hayvancılıkta aynı konumda değildir. Ülkemizde de çözülen ilk mevzu tarım olmuştur.

Sistematik şekilde tarım ve hayvancılık konuları hep gerileyerek toparlanmaya çalışılmıştır. Her gelen hükümet ve bakan konuyla ilgili sorunları gidereceğini söylemesine rağmen sorun daha kronikleşmiştir. Tarım ve Köy İşleri Bakanı Sami GÜÇLÜ’nün koltuğundan edilme pahasına ülkemizde 2004-2005 yıllarında çözüme kavuşan Cargill konusunu ve tarımda konulan kotaları araştırmanız sizlere yeterli bir bilgi verir sanırım. Tarım politikasını ciddi manada etkileyen bu olaya tepki gösteren (ses getirecek) olmadı. Beslenme, yemek kültürü ve sofra adabını derinden etkileyen düzenleme sessiz sedasız kabul edildi.

Yukarıdaki satırlarda ifade ettiğimiz gibi beslenme alışkınlıklarındaki çözülme sonrası aile mevhumuna sıra gelmiştir. 2009 – 2011 yılları arasında Aile ve Sosyal Politikalar bakanlığı görevi yapan Selma Aliye KAVAF yaptığı açıklamalarla gündem olmuştur. Özellikle eşcinselliğin biyolojik bir rahatsızlık olduğunu açıklaması ve aile temalı çalıştaylar düzenlemesi hanımefendiyi LGBT+ derneklerinin hedefine koymuştur. 2000’li yılların ilk dönemlerinden itibaren seslerini yükselten LGBT+ dernekleri onur yürüyüşleri başlığı altında çok sayıda etkinliklere imza attılar. 2006 yılından itibaren faaliyetlerini artan dernekler (200 dernek olduğu yazılıyor) 2011 yılında imzalanan İstanbul Sözleşmesinde aktif roller üstlenmişlerdir. Türk aile formuna uymadığı gerekçesiyle mevcut bakan tarafından imzalanmayan, ancak sonrasında gelen bakan tarafından çekincesiz şekilde imzalanan İstanbul sözleşmesi, 20.03.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6284 sayılı yasayla (hala yürürlüktedir) birlikte Türk aile yapısını dejenere ederken her iki başlık altında Toplumsal Cinsiyet Eşitliği politikaları daha rahat uygulama imkanına sahip olmuştur. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği politikaları şuan birçok belediye (tüm belediyelerde kurulmuştur) bünyesinde kurulan komisyon marifetiyle resmi olarak yürütülmektedir.

Orijinalinde ev içi şiddet söylemi Türkçeye aile içi şiddet olarak tercüme edilerek şiddet ve aile kavramları ilişkilendirilmiştir. İstanbul sözleşmesinde geniş manada tanımlanan şiddet ve rıza kavramlarını gündemde tutma görevi medyaya verilmiştir. Her tv kanalının günlük en az bir kadın cinayeti, taciz, tecavüz ve kaza haberi vermesi tesadüf olarak değerlendirilemez. Bu olaylara ait veriler Avrupa’da çok yüksek orandadır. Özellikle din adamlarının pedofoli, boşanma ve taşıyıcı annelik sorunu. Bizdeki oranların da yükseltilmesi gerekmektedir. Medya gücüyle bu artış tutarlı bir şekilde gerçekleştirilmektir.

Çocukları cinsel sömürü ve istismara karşı korumak için 10 Eylül 2011 tarihi ve 28050 sayılı resmi gazetede yürürlüğe giren Lanzarote sözleşmesi de ilgi çekicidir. Her ne kadar amacı yukarıda zikredildiği gibi olsa da durum tam olarak böyle değildir. Zira cinsel rıza yaşı 15’e düşürülerek bu yaş kategorisindeki çocukların kendi rızaları karşılığında cinsel ilişki dâhil bununla ilgili görsellerin üretilmesine  olanak tanımaktadır. Her ne kadar Lanzarote sözleşmesi cinsel rıza yaşını 15’e düşürse de bugün 18 yaşın altında evlilik hala ciddi bir sorundur.

Yazımızın içeriğini bu şekilde tanzim etme sebebimiz yakın tarihte imzalanan Paris İklim Antlaşmasıdır. Tren kaçtı, kaçıyor. Bütün bunlar gözümüzün önünde ve biz yaşarken oldu. Mesele şahsım veya benim yaşlarındaki kuşağın sorunu değildir. Mesele henüz körpe çocuklarımız, gençlerimizin meselesidir. Gençlerimizi önce Z kuşağı olarak damgaladılar. Gençleri, toplumun orta ve üst yaştaki ihtiyarlarıyla çatıştırdılar. Şimdilerde de iklim krizi bahane edilerek onların geleceklerine müdahale edilmek isteniyor. Yaşadığımız birçok şey illüzyon, gerçek değil; hakikatle alakası yoktur. Oyun kurucular siyon protokolleri gereğince bir proje yürütmektedirler. Protokolleri okumdan birçok şeyi anlama imkânına sahip olamayız. Siyon protokollerinde sağlıklı, bilinçli, araştıran bir toplum istenmemektedir. Aptallaştırılan, ahmaklaştırılan bir kitle oluşturulmak istenmektedir.

Liberal politikalar, konfor ve kitle iletişim araçlarıyla koskoca bir toplum hissizleştirilmektedir. Yazının başında ifade ettim ayette bozulmak istenen iki hususa dikkat çekilmiştir; ekin (hars) ve nesil. Ekin kavramını ister yetişen nebat olarak anlayalım, ister irfan (kültür) olarak anlayalım her iki kavram nesil ile girift şekilde bağlantılıdır. Günümüzde herkes kartlarını açık oynamaktadır. Yapmak istediklerini süslü kelime ve kavramlara sarmalayıp bizlere yutturmaktadırlar.

Karbon ayak izi, büyükbaş hayvanların metan gaz salmaları, yapay et, yapay zeka, protein için böcek alternatifi, farklı coğrafyalarda çıkan yangınlar (ve buğday silolarının yanması), ailesiz toplum, cinsiyetsiz cinsiyet (pazarlama stratejisi; unisex diyorlar), toplumsal cinsiyet eşitliği, lgbtq+ vb. Doğu toplumlarını çözmek için uydurulmuş konulardır. Dünya Sağlık Örgütü dünya nüfusunu kontrol altında tutmak için kurulmuş bir yapıdır. DSÖ’nün yetkililerinin ülkeye girişlerini yasaklamak gerekirken onlara bürolar açtırmak doğru değildir. Paris İklim Antlaşması son dönemeçlerdendir. Son yıllardaki çevre ve hayvan hassasiyetini anlamakla birlikte bu iki kavramın gelişigüzel geliştiğini söyleyemeyiz. Köpekler için sokaklarda ve sanal platformlarda eylem yapanlar büyükbaş hayvanların telef sözleşmesi için kıllarının kıpırdatmamaları normal midir? Siyon protokolleri dünya nüfusunun 500 milyonda tutulması (ne kadar düşürülerse kar sayacaklar) gerektiğini ifade ederek dünyanın tek din (Yahudilik) ve tek bayraklı (Davut yıldızlı siyon yıldızı) tek bir devlete (Hz. Davut’un soyundan gelecek olan yüce kral) dönüşmesini arzulamaktadır. Ey Müslüman Efendimiz ne diyor lütfen kulak ver; “Mü’minin ferasetinden sakının. Çünkü O, Allah’ın nuruyla bakar.”

Vesselam.

NELER SÖYLENDİ?
@
Ahmet Yıldırım

Ahmet Yıldırım

DİĞER YAZILARI Ramazan Hoca’nın Ardından... Küresel İntifada Mı? Toplumsalın Dönüşümü... Yer Sarsıldıkça Sarsıldığı Zaman! Dönüşerek Olgunlaşmak ! Yalnızlaşmayı Fırsata Çevirmek Doğru ve Gerçekliğe Dair... Z Kuşağı Kimin Çocukları? Arabesk İçimizde Bir Yaradır... Sosyalleşme Girdabında Yalnızlık Var Mısın? Kadın Programları Neden Kaldırılmaz?.. Bir Mücadele İnsanı Corona Morona?* Ademoğlu Ve Haram Lokma * Yönetim, Öteki Ve Madunlaşmak... Güç, Egemenlik Ve Ehlibeyt Panoptikon Mahpusları Muhafazkarlık Artıyor, Hakikat Uzaklaşıyor. Biz Kopya Değiliz. Gerçeğin Sessiz Çığlığı Zamanın Telaş Kurbanları.. Histerik Kişilikler Ve Kerbela Olmadan Ölünmüyor. Bu Seçimlerde Kime Oy Vermeli? Gençlere Neden Kızıyoruz? Kudüs; Antakya’dır, Kilis’tir, Antep’tir Urfa’dır. Bir Şey Olabildik Mi? Ümmetten Ulusa... Düşünce Ekmek… Referanduma Dair... Korku Üzerine.... Bize Ne Oluyor? Bizde Ne Ölüyor? Aziz Dostum Ramazan! Göz Aydınlığımız Sen Hoş Geldin... Modernizm İllüzyonunda Halüsinasyon Görmeden Uyanmak... Dünden Bu Güne Neslin Değişimi. Gerçeklik, Hakikat Ve Doğruluk Üzerine… Geçmişi Anlamak Üzerine; Siyonizm Kralları.. Ölen, Öldüren Kim? Ölen Ne? Merhamet Ölmesin... Gençlerimize Hüseyni Misyonu Tanıtmak. Biz, Siz Arasında Arafta Kalmak. Darbe Sonrası Değerlendirme… Bürokratın Şakirtlik Hevesi.*** Aslına Rücu Et Ey İnsan. Gettolaşıyor muyuz? Bize Ne Oluyor?
Gazete Manşetleri
Yol Durumu
E-Bülten Kayıt
ARŞİV ARAMA