Modern dünya insanı olduk. Değerleri iflas etmiş, tabuları yıkılmış, kutsallarını kaybetmiş, gelecek kaygısı taşımayan, hissiyatı dumura uğramış varlıklar olduk. Varız, fakat sanki de yokuz. Tüm görseller var olduğumuzu söylüyor. Sosyal medya hesaplarımız, mütebessim çekip paylaştığımız görsellerimiz, tükettiğimiz giyecek ve yiyeceklerimiz, yığın yığın çöplerimiz, yaşamımız pahasına biriktirdiklerimiz, birbirimize seslenmelerimiz hepsi var olduğumuza işaret ediyor. Ancak Adaletin, Merhametin, Sevginin, Hürmetin, Bereket ve Kanaatin, Huzurun, Ahde Vefanın, Şükrün, Gerçeklik ve Hakikatin gözlerimizin önünde milim milim bizi terk ettiğini, yaşamımızdan çıkıp gittiklerini görüp tepki vermeden arkalarından el sallamanın varlıkla alakasını henüz kuramadık.
Var olmak neyi gerektirirdi? Varlığımızı neye borçluyduk? Var olmanın sorumluluğu neydi? Tüm değerleri istilaya uğramış, hissiyatı felç olmuş birinin nefes alıp vermesi var olmak mıydı? Oksijeni tüketmek varlık işareti olabilir mi? Yüce yaratıcının verdiği nimetleri tüketmek var olmak için yeterli miydi? Son model aracın penceresinden kafasını çıkarıp etrafa tüküren var mıdır? Hastalarına kurbanlık muamelesi yapan doktor, şehir estetiğini bozan mimar, hemcinslerini sayısal veriye dönüştürüp rakamlara indirgeyen mühendis, tarlasındaki mahsulü toplarken kurdu, kuşu düşünmeden toplayan çiftçi, hak etmediği halde kamu malına el uzatan bürokrat, eşini sokak ortasında 35 yerinden bıçaklayan koca ve milletinin güvenini küresel baronların masasında pazarlık konusu yapan siyasetçiler var mıdır? Var olmak neydi?
Taşa kesmiş kalbiyle merhamete bıçak bileyleyen zorba ve insanları üç kuruşla yaşamak zorunda bırakan patron var mıdır? Kendisine oksijen sağlayan bir bitkiye, bir ağaca eziyet eden var mıdır? Allah’ın dilsiz kullarını gecenin bir yarısında zehirleyen merhamet fukarası var mıdır? Yetimin, öksüzün, garip gurabanın içinde bulunduğu durumu sömürü unsuru yapan yardımsever var mıdır? Ölü bedenlerin kemiklerine basarak yükselen idareci var mıdır? Kardeşiz naraları altında kardeşliğe kılıç çeken var mıdır? Adalet iğfal edildiğinde çığlıklarını demagojik lakırdılarla bastıran var mıdır? Sen, ben, O var mı?
Birçoğumuz gerçekliği ve Hakikati kaybediyoruz. Kaybettiğimiz değerlerin, kavramların yerini yeni argümanlarla doldurmaya çalışıyoruz. Adaleti kaybettiğimizde merhamete sığındık. Helali kaybettiğimizde doğrularımıza sarıldık. Doğrularımızı, ilkelerimizi kaybettiğimizde gerçekliğimize sığındık. Her durakta yeni durumumuzu meşrulaştıracak bir şeyler bulduk. Modifiye edilmiş araba gibiyiz. Modifikasyon sebebiyle birbirimizi tanıyamıyoruz. İyi tanıdığımız birinin köklü değişiklikler yaşaması sonucunda durum değiştirmesi gibiyiz. Bu duruş, bu endam bir şeyler çağrıştırıyor eskiye dair. Tanıdık birçok harekete rağmen muhatabını tanıyamama hali. Birçok gösterge var olduğuna, insan olduğuna işaret ediyor, fakat bu kibir abidesi yüz, bu ekabir sözcükler ne oluyor? Birçok değerin tercihlerimiz sonucu hayatımızı terk ettiklerini görüyoruz. Bizi bencil, narsist, ekabir, vahşi davranışlarımızla baş başa bırakıp gidiyorlar. Başka diyarlarda yaşama arzusu taşıyan göçmen kuşlar gibi. Elimizde, etrafımızda çok bir şeyimiz kalmadı, kala kala bir insanlığımız, bir de varlığımız kaldı. Bu maçı buradan çevirebilir miyiz? Bilinmez. Helak olan milletlerin bireyleri gibiyiz, Tanrı inancımız var, davranışlarımız putlarımıza ayarlı. Putlarımızdan gelen bir işaretle tüm kutsallarımız değişiyor.
Göstergeler var olduğumuza delalet ediyor, ancak iş tutuşumuz, ahvalimiz bunu yalanlıyor. Nefes alıp verdiğimiz, oksijen tükettiğimiz doğrudur, ama bu insani varlık için yeterli mi? Son 200 yıldır insanlık trenini kovalıyoruz, yetişmek için; ancak tren ilk defa bu kadar arayı açtı. Gücünü kaybeden ve artık ne olacaksa olsun deyip salıveren maraton yarışçısı gibiyiz. Çölde seraba tutulmuş bedevi gibiyiz.
Olayları hep sonrasında tahlil ediyoruz. Haliyle gecikiyoruz. Varlığımızı ve insanlığımızı romantizm ve hamasete ciro ettiğimizden beri var olmaktan uzaklaşıyoruz. Çünkü romantizm duyargalarımızı zedelerken hamaset geleceğimizi iğdiş ediyor. Ve biz varlığın çıkmaz sokaklarında ellerinde zincir, ağzında ıslık, aylak aylak gezerek insanlığımızı arıyoruz. Pazarlama, dağıtım ve reklama aşırı anlam yükleyen firmanın önünde uzun kuyruklar oluşturuyoruz. Sunulan ürünün helalini haramına bakmıyoruz bile. Çoğu STK’nın, çoğu partinin bir şirket, firma ciddiyetiyle çalıştığından bihaberiz. Ne vereceklerine odaklandığımızdan, nasıl ve niçin verdiklerini ıskalıyoruz. Çok da önemli değil zaten.
Varlık kaygısı çekip bizi insanlığa davet eden elçilerin sesini duymuyoruz. Onlara tarihin köhne diyarlarından çıkıp gelen bedevi muamelesi yapıyoruz. Garipler firma sahipleri olmadıklarından tezgâh açmadan bir köşede duruyorlar; bağırmadan çağırmadan, sükûnet içerisinde var olma sancısı taşıyan insanları bekliyorlar. Mesela bir Akif, kulak versek bize neler anlatacak bilinmez. İtham etmeden, yargılamandan masasına oturdunuz mu Azabı Mukaddes’in muharriri Neyzen Tevfik’in?
Günümüz dünyasının en zor durumlarından biridir Var olduğunu iddia etmek. Varlığını sorgulayıp Varlık sancısı çekmek. Kavramların tersyüz edildiği bir zamanda ayak diremek, sabretmek, enayilik damgası yemeden insan kalabilmek ne zor. Her türlü menkul ve gayrı menkule borçlu kalmadan nevi şahsına münhasır Varlığını sürdürmek. Toplumun ve kendi doğrularından, gerçekliğinden sıyrılıp Hakikat yoluna yolcu olmak.
Bunca zorluğa rağmen varlığını, insanlığını ileri sürmek kolaycılık olmalı kanaatimce. Şeklimizin benzemesi o olduğumuz anlamına gelir mi? Dolayısıyla yaratıcı dünyaya gelen her bireyi Var Olmak ve İnsan kalmak temennisiyle yeryüzüne gönderir.
Ölmek, Var olanlara bir ödüldür; zira varlık kaygısı çekenler, var olanlar ölecektir. Kabuğunu sıyırıp, kabuğun altındaki parlaklığı, zarafeti ve sadeliği içselleştirenlerin beşeriyetten insanlığa terfi etmeleri kutlu olsun.
Bu zorlu yolculuğu tamamlayanlara, Var olmayı ölmekle taçlandıranlara selam olsun.