DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Ahmet Yıldırım
Ahmet Yıldırım
Giriş Tarihi : 03-06-2017 09:33

Aziz Dostum Ramazan! Göz Aydınlığımız Sen Hoş Geldin...

Aziz dostum! Göz aydınlığımız, kurtuluş vesilemiz sen hoş geldim. Ne çok zaman oldu. Hasretin, özlemin yüreğimizin üzerinde bir heyecan vesilesi. Gel bir sarılayım, bir hasret gidereyim. Üzerinde kadim çağlardan nice salihlerin, peygamberlerin, alimlerin kokusu var. Ciğerime çekeyim bu nurdan kokunu. İyi gördüm seni, her geçen yıl seni daha dinç görmek, hele şu mütebessim çehren umut veriyor, güven veriyor bana. Doğrusunu istersen son umudumsun.

Aziz dostum! Sen de bizi sorarsan eğer, pek de durumumuz iç açıcı değil. Gittikçe daha kötüye gidiyoruz. Aklımız duruma uğradı, ne oldu anlamadık; aklımız işlevsiz kaldı dostum. Neyin iyi, neyin kötü olduğunu seçemez olduk. Haliyle feraset el çekti bizden. Herkes konuşuyor dinleyen yok. Kulağımızı kaybettik; şimdi onunda görevini gözlerimize verdik. Gözümüz çok çalışıyor, olur olmaz her şeyi görüyor. Kulağımız tıkalı, lakin gözümüz açık. Bizler gözleriyle işiten bir millet olduk dostum. Görselliğimiz artarken, söz kaf dağının ardına çekildi. Söz gidince sevgi ayrıldı, farkına varmadık bile. Şimdi dilimizde konuşmuyor. Onunda görevini gözlerimize hasrettik. Meğer gözler neler duyar, neler konuşurmuş dostum. Kan çanağına dönmüş gözlerimizden kin ve nefret sözcükleri dökülüyor. Sevgi ayrılınca saygı ve hürmet kimselere duyurmadan boyunlarını büküp gittiler. Hani canımız, kanımız, malımız ve ırzımız birbirimize haramdı ya; maalesef artık onu helal gören gözlere sahibiz. Yüzün düşmesin ne olur! Son umudumuzsun. Bilmeni istedim.

Aziz dostum! Müslüman ismi bize yetmedi. Yeni yeni isimler kendimize tahsis ettik. O isimlerin bizi daha iyi temsil ettiğine inandık. Önce ikiye böldük. Kimimiz Şii oldu kimimiz Sünni. Bir şeyi hesaplayamadık; bir defa bölününce sonu gelmiyormuş bu bölünmelerin. Mitoz bölünme misali bölündükçe sayımız değil, fakat gruplarımız arttı. Ne keyfiyette ne de kemiyette değişen bir şey yok aslında; dedim ya isimlerimiz arttı. Yeni isimlerle anılmaya başlayınca dirlik, birlik, rahmet, merhamet ve berekette el çekti bizden. Kalbimizdeki her türlü kötü duygular gözlerimizde pusuya yatıyor. Utanıyorum, fakat ayrılığımız o kadar mesafe aldı ki; biri Allahu Ekber diye kılıcını kaldırınca diğeri kelimeyi şahadet getirip boynunu uzatıyor. Hayır, hayır senin hiçbir suçun yok. Hayıflanma, sadece durum tespiti yapıyorum; senin için. Gerçi sen benden daha iyi bilirsin, ama … Dert döküyorum işte sana. Ne demişler: Aşk ağlatır, dert söyletir.

Aziz dostum! Biz Şii ve Sünni diye bölündük ya; topraklarımızda bölünür oldu. Coğrafyalarımızda fink atıyorlar: Kab b. Ahbarlar, Vehb b. Münebbihler. Maksatları kadim hastalıkları tekrar çağa bulaştırmak, bizi zehirlemek istiyorlar. Kirlenmemizi istiyorlar. Tüm varlığımızla kirlenelim istiyorlar. Ellerimiz, ayaklarımız, kalbimiz, beynimiz kirlensin istiyorlar. Gözlerimizden, dilimizden kan dökülsün istiyorlar. Kirli bir bedenden sadece vahşet fışkırır bunu çok iyi biliyorlar. Kanla çizeceklermiş, coğrafyalarımızı. Hem de kendi kanımızla. Onun için tarihten hortlakları diriltme peşindeler. Mehdi diyorlar, deccal diyorlar, Mesih diyorlar; her iki yanımıza siyah sancaklılar sizsiniz diyorlar. Basiret ve feraset mi? Dostum onlar bizi terk edeli çok oldu, demiştim ya. Sen daha iyi bilirsin, bütün bu söylemleri Kab b. Ahbarın ve avenesinin uydurması şeyler. Bunlar olmayacak. Mehdi biziz, deccal yine biziz; nefsimiz, kibrimiz… Hayır, kanımı helal ettirme derdinde değilim. Kızdığıma bakma sen! Kızıyorsam yine kendime, öteki yarıma kızıyorum.

Aziz dostum! Görüyorsun ya bu sefer gelişinde farklıyız. Eskiden sen geldiğinde, sanki ayarlamışlar gibi kâfirlerde gelirdi coğrafyalarımıza. En kutsal zamanımızda canımız çok yanardı, kahrolurduk. Nerdeyse senin gelmen demek acının, feryat ve figanın gelmesi demek olacaktı. Ne münasebet, senin bunda bir dâhiliyen yoktur.  Bak, artık sen geldiğinde kafirler pek gelmiyorlar. Hemen sevinme, acımız dinmiş sanma. Bilakis coğrafyalarımızdan kan, vahşet, acı, şiddet, canlı bombalar ve silah tüccarları, kafirler el çekmediler. İstiyorlar ki bunlar dostumuz kalsınlar. Böyle bilinmemizi, böyle tanınmamızı istiyorlar. Müslüman coğrafyalar = kan, vahşet, şiddet, barbarlık, feryat vb. olsun istiyorlar. Esasen bunlar bize hiç yakışmıyor, biliyorsun. Bunlarla bizim adımız yan yana bile gelmez. Acımız dinmiş değil dedim, zira artık onlar gelmiyorlar; fakat bize karşı içimizdekileri kullanıyorlar. Meğer beterin beteri varmış. Kardeş eliyle can vermek de varmış.

Aziz dostum! Söz medeniyetinin çocukları artık lal oldular, araya kan girdi tekrar. Değer, kıymet, ahde vefa bir makam koltuğunun dönen tekerleğinin altında pas pas şimdi. Koltuk sahibi sağa sola döndükçe eziliyor garibanlar. Anlayacağın kimsenin kimseden pek haberi yok. Herkes kendi dünyasında yaşıyor. Bu çektiğimiz acıları azaltıyormuş! Yani görmeyince, duymayınca, konuşmayınca; daha rahat ve huzurlu olunuyormuş. Seküler yaşam diyorlar. Herkes konforlu olacakmış. Dünyevi materyallerle vicdanlarına sus payı, rüşvet veriyorlar. Vicdanları sussun, hatta körelsin istiyorlar. Onun için pahalı evlerde kalıyorlar, pahalı arabalara biniyorlar; yiyorlar, içiyorlar. Senin gelmen onlarda pek bir şey değiştirmiyor. Sen ve dostların mı? Aa Aziz dostum! Size özel alan açtılar; artık yaşamlarının sadece özel kısımlarında sen ve dostlarına yer vereceklermiş. Nasıl mı? İnan bilmiyorum.

İşte Aziz dostum! Bizim halimiz bu. Bir yılda ne çok şey değişmiş değil mi? Değişmeyen zaten değişmiyor. Anlattıklarımla üzdüm, kırdıysam ne olur bana darılma. Bütün bunların üstüne bir de senin kalp kırgınlığını kaldıramam. Son umudumsun dedim. İmamesini kaybetmiş tespih taneleri gibi dağıldık, bölük, pörçük olduk. Birliğimiz, dirliğimiz kalmadı. Beraberliği beraber el birlik kovduk. Kızma toparla, darılma birleştir, üzme barıştır, sırtını dönme yüzün dön, el çekme el uzat, şu mütebbessim çehreni üzerimizden çekme. Ne olur gönderdiklerimizi, kaybettiklerimizi bizlere geri getir. Sevgiyi, hürmeti, bereketi, merhameti, saygıyı, cesareti, basiret ve feraseti, aklı, vicdanı, ülfeti, vefayı, değeri, kıymeti, cömertliği… Rahmeti, ahlaki, erdemi, sözü, kulağı, dili, kalbi, acımayı, tövbeyi, şefkati getirmeden gelme ne olur! Bunlar senin dostların, sen istersen gelirler.

Ey Aziz dostum! Ramazan. Bakma bize, bizde bir şey kalmadı. Biz kalmadı. Anlattım işte herkes benliğinin çıkmaz sokaklarında volta atıyor, ellerinde otuz üçlük tespihlerle takır takır kibir çekiyor. Hocalarımıza, alimlerimize, idarecilerimize, memurlarımıza, tüccarlarımıza,  talebelerimize velhasıl bize bir şey değil, çok şey oldu. Tanıyamıyoruz artık birbirimizi. Eskiden kardeşim dediğimde kimse kızmazdı. Şimdi nereden kardeş oluyoruz sualli gözler dolaşıyor üzerimde? Şiilikten mi? Sünnilikten mi? Vahhabilikten mi? İran’dan mı? Türkiye’den mi? Mısır’dan mı? Tüm kalelerimizi kaybettik. Her şeyimizle işte karşındayız. Dediğim gibi Müslüman ismi artık bizi kesmiyor.

Aziz dostum, Ramazan! Sen geldiysen dostların nerede? Seni seviyorum, sen kadim dostumsun. Gençliğim, Adana’m, Seyhan’ım, sıcağım hararetimsin, iç çekişimsin. Sen geçmişim, umudumsun. Seninle dostluğumuz eskiye dayanır. Bu dostluğun hatırına ne olur yalnız gelme dostlarınla birlikte gel.  

Rahmet ve bereketle…    

 

 

NELER SÖYLENDİ?
@
Gazete Manşetleri
Yol Durumu
E-Bülten Kayıt
ARŞİV ARAMA