TEFSİR
Giriş Tarihi : 28-09-2023 23:01   Güncelleme : 10-10-2023 11:57

Tefsir Notları: Bakara Suresi -30- Ayetler: 146-150

Bakara Suresinden ayetler... Rabbim Kitabını doğru anlayıp doğru yaşamayı Kuran Ahlakı ile ahlaklanıp Kuran'la inşa olmayı nasip eyle..

Tefsir Notları: Bakara Suresi -30- Ayetler: 146-150

146.Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (Peygamberi) oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Böyle iken içlerinden bir takımı bile bile gerçeği gizlerler.

 “Tanıma, bilme” ifadesinden anlaşıldığına göre kitap verilenlerden maksat, özellikle yahudi ve hıristiyan din bilginleridir.

Kendilerine kitap verilenlerin tanıdıklarının ne veya kim olduğu hususunda farklı görüşler var.

Taberî’nin rivayetlerine göre tanıyıp bildikleri şey, Mescid-i Harâm’ın kıble olduğu gerçeğidir.  Fahrettini Râzî burada Hz. Muhammed’in peygamberliğinin kastedildiği söylemektedir

Allame Tabatabai  el Mizan’da  "Kendilerine kitap verdiklerimiz onu, oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar." ayetini "Onu... tanırlar" ifadesindeki zamir, kitaba değil, Resulullah efendimize (s.a.a) dönüktür. Bunun kanıtı da söz konusu "tanıma" nın, oğulları tanımaya benzetilmiş olmasıdır. Çünkü böyle bir benzetme ancak insan için kullanıldığı zaman yerinde olur. Yani bir kitap için, "falanca adam oğlunu tanıdığı gibi ya da bildiği gibi bu kitabı da tanıyor" denmez. Şeklinde tefsir eder.

Allah, Tevrat ve İncil’de Hz. Muhammed’in geleceği ile ilgili bilgi vermişti. (İslâmî literatürde eski kutsal kitaplarda yer alan bu bilgiye “beşâret” [müjde] denir. Yahudiler de bir peygamber bekliyor, ancak ırkçı ve bağnaz bir zihniyete sahip oldukları için, onun kendi kavimleri arasından çıkması gerektiğini düşünüyorlardı. Bu sebeple Araplar arasından mütevazi bir aileden yetim bir çocuğun büyüyüp Allah tarafından peygamber seçilmiş olmasını hazmedemediler; onun peygamberliğini, diğer tebliğlerini, bu arada kıble ile ilgili yeni hükmü reddettiler; böylece aslında kendi kutsal kitapları vasıtasıyla bilgi sahibi oldukları bir gerçeği de gizlemiş oldular. [1]

Peygamberimizin geleceğine dair tevratta ve kilise tarafından resmen tanınmış İncillerde yer alan ihbarları Muhammed Esed Bakara 147 ve Saf suresinin 6. Ayetinin tefsirinde anlatıyor.

Bu ayet Kâbe'nin Hz. İbrahim'in kıblesi olduğu gerçeğine, hem de içinden bir gün Hz. "Musa gibi" bir peygamberin çıkacağı bir "büyük millet"in atası olarak Hz. İsmail ile ilgili Kitâb-ı Mukaddes'deki habere (Tekvîn xxi,13 ve18) işaret etmektedir. Çünkü kıble ile ilgili buyruk, Hz. İsmail'in soyundan gelen Arap Peygamber vasıtasıyla vahyedilmişti.

Yuhanna İncili'nde Hz. İsa'dan sonra geleceği belirtilen Paráklêtos'a (ki genellikle "Tesellî Edici/Rûhu'l-Kuds" olarak çevrilir) yapılan muhtelif atıflar tarafından desteklenmektedir. Bu deyim, Ârâmî Mawhamana isminin veya teriminin tam Yunanca karşılığı olan Períklytos'un ("Çok Övülen") bozulmuş şeklidir. (Ârâmî dilinin, Hz. İsa zamanında ve ondan yüzyıllar sonra Filistin'de kullanılan ve İncil'in -şimdi ortada bulunmayan- orijinal metinlerinin dili olduğu hatırlanmalıdır.) Períklytos ile Paráklêtos'un fonetik olarak birbirlerine yakınlığı karşısında, çevirmenlerin -yahut, daha büyük bir ihtimalle sonraki tarihlerdeki yazıcıların- bu iki ifadeyi nasıl karıştırdıklarını anlamak kolaylaşır. Hem Ârâmî Mawhamana hem de Yunanca Períklytos'un ikisinin de hamide ("övdü/hamdetti") fiilinden ve hamd ("övgü") isminden türetilmiş olan Son Peygamber'in iki ismi Muhammed ve Ahmed ile aynı anlamı taşımış olmasının önemi büyüktür.

Peygamber Muhammed (s)'in zuhuru ile ilgili daha açık bir öngörü (ki bizzat ismiyle ve Arapça aslındaki şekliyle zikredilmiştir), şimdi uydurulmuş olarak görülse de, doğruluğu o zaman kabul edilen ve Papa Gelasius tarafından "zındıkça" görülüp yasaklanan ve M.S. 496 yılına kadar kiliselerde okunan Barnabas İncili'nde yer almıştır. Ancak bu İncil'in orijinal metni şimdi ortada olmadığından (sadece 16. yüzyılın sonlarındaki bir İtalyanca tercümesi elimizde olduğundan) bu hususun doğruluğu konusunda emin olmak mümkün değildir.[2]

147.Hak (ancak) Rabbindendir. Artık, sakın şüpheye düşenlerden olma!

Bu âyette Ehl-i kitap ne derse desin asıl gerçeğin, Allah katından ortaya konan bilgi ve hükümler olduğu belirtilerek Hz. Peygamber’in şahsında Müslümanlar, gerek kıble değişikliği gerekse diğer dinî ve sosyal konularda yahudilerle hıristiyanların yanlış telkinlerine kapılarak kuşkuya düşmemeleri yönünde uyarılmaktadırlar.

Bu ayet bir anlamda önceki ayeti pekiştirme amacına yöneliktir.

Görünürde bu uyarı Peygamberimize yönelik gibi gözükse de mesaj Müslümanlara yöneliktir. Hakkı ve hak’ın doğrunun ölçüsünün ne olduğunu ortaya koyan Allah’tır. İnananların bu konuda şüpheye düşmeden teslim olmaları gerekir.

Özellikle müslüman aydınların, son yüzyıl boyunca yahudi-hıristiyan fikir dünyasının etki alanına girerek, dinî ve kültürel alanlarda kuşkucu, taklitçi ve giderek inkârcı anlayışlara kapılmaları ve bu yozlaşmanın doğurduğu kimlik bunalımları, bu bunalımların zamanla ahlâkî, sosyal, siyasî ve ekonomik çalkantılara ve krizlere dönüşmesi, Kur’an’ın bu uyarısının İslâm toplumları için ne kadar hayatî bir öneme sahip olduğunu göstermektedir.[3]

148. Herkesin yöneldiği bir yön vardır. Haydi, hep hayırlara koşun, yarışın! Nerede olsanız Allah hepinizi bir araya getirir. Şüphesiz, Allah'ın gücü her şeye hakkıyla yeter.

Her toplum, ibadet ve ayinlerinde farklı yönlere dönmeyi âdet edinmiştir. Geçmişteki peygamberler de farklı yönleri kıble edinmişlerdi. Şu halde daha önce yahudiler Beytülmakdis’e yöneliyorlardı diye mutlaka o tarafın kıble olarak devam ettirilmesi gerekmez. Allah insanlara kıbleyi bildirmiştir, bu kıblede Mekke’deki Kabe olarak belirlenmiştir,  artık bunda tartışmaya gerek yoktur. Bundan sonra asıl yapılacak şey iyilikte yarışmaktır. Allah, âhirette insanları bir araya toplayacak ve yapıp ettiklerinden sorguya çekecektir.

Namaz kılmak isteyen herkes yüzünü Kabe’ye döndürmelidir. Fakat asıl önemli olan şey, yönünü doğuya yada batıya dönmek değil, namazda yüzünü bir yöne döndürmek değil, namaz kılarak güzel ahlaka yönelmektir. Kötülüklerden fahşadan sakınmaktır. Adil olmak iyiliği yaygınlaştırmak için çalışmak, hayırda yarışmaktır.

Ayetteki ifade lafzen, "herkesin... bir istikameti vardır". Hz. Peygamber'in Ashâbı ile sonraki dönemlerde yaşamış hemen hemen bütün klasik müfessirler bunu, çeşitli dinî topluluklara ve onların ibadetlerindeki farklı "Allah'a yöneliş" biçimlerine bir atıf olarak görürler.

İbni Kesîr, bu ayet ile ilgili yorumunda, bunun, 5:48'de yer alan "her biriniz için [farklı] bir sistem ve [farklı] bir hayat tarzı tayin ettik" ibaresi ile içsel bağlantısını vurgular. "Her toplumun" Allah'a teslimiyetini ifade ederken "kendi istikametine doğru yöneleceği" ifadesi, ilk olarak, insanın namazda Allah'a yaklaşma niyetinin çeşitli zamanlarda ve çeşitli toplumlarda farklı biçimler aldığına (mesela, Hz. İbrahim'in kıble olarak Kâbe'yi seçmesi, Yahudilerin Kudüs'e öncelik vermeleri, ilk dönem Hristiyan kiliselerinin doğuya yönelmeleri ve Kur'an'ın Kâbe ile ilgili buyruğu); ikinci olarak, namazın hangi yöne doğru kılındığının -sembolik anlamı ne kadar önemli de olsa- inancın özünü teşkil etmediğine işaret eder; çünkü Kur'an, "gerçek erdemlilik, yüzünüzü doğuya veya batıya çevirmeniz ile ilgili değildir" (2:177) ve "Doğu da Batı da Allah'ındır" (2:115 ve 142) buyurmuştur.

Sonuç olarak, Kâbe'yi Müslümanların kıblesi olarak tayin eden vahiy, ne öteki itikadların mensupları ile bir tartışmanın konusu yapılmalı, ne de onların Kur'an vahyinin gerçekliğine inanmamaları için bir sebep teşkil etmelidir (Menâr II, 21 vd.)[4]

149. (Ey Muhammed!) Nereden yola çıkarsan çık, (namazda) Mescid-i Haram'a doğru dön. Bu elbette Rabbinden gelen gerçek bir emirdir. Allah, sizin işlediklerinizden asla habersiz değildir.

Mekke dışında bulunanların kıbleye yönelmelerinin gerekmeyeceği gibi bir kanaati önlemek üzere yolculuk sırasında kılınacak namazlarda da Mescid-i Harâm’a dönülmesi emredilmiş, bu emrin Allah tarafından gelen bir gerçek olduğu ifade edilmiş; ayrıca bunun sadece Hz. Peygamber için değil diğer müslümanlar için de geçerli olduğuna işaret buyurulmuştur.

150. (Ey Muhammed!) Nereden yola çıkarsan çık, yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. (Ey mü'minler!) Siz de nerede olursanız olun, yüzünüzü Mescid-i Haram'a doğru çevirin ki, zalimlerin dışındaki insanların elinde (size karşı) bir koz olmasın. Zalimlerden korkmayın, benden korkun. Böylece size nimetlerimi tamamlayayım ve doğru yolu bulasınız.

İnsanların kıble ile ilgili olarak müslümanlar aleyhinde nasıl bir delil ileri sürecekleri hususunda tefsirlerde farklı açıklamalar yer alırsa da kanaatimize göre, 144-150. âyetler arasında hem Hz. Peygamber’e hem de müslüman topluma hitaben Mescid-i Harâm’a dönmeleri hususundaki emrin birkaç defa tekrar edilmesinden şöyle bir anlam çıkmaktadır: Eğer bütün bu buyruklara rağmen yine de Mescid-i Harâm’a dönmez de eskisi gibi Kudüs tarafına yönelirseniz, o zaman insanlar (yani müşrikler, Ehl-i kitap ve hatta münafıklar), “Muhammed gerçekten peygamber, ümmeti de vasat ümmet olsaydı hem kıblenin değiştirildiğini ilân edip hem de hâlâ eskisi gibi Kudüs’e yönelmezlerdi” diyerek bu tutarsızlığınızı aleyhinize delil olarak kullanırlar. Fakat kıble emrini titizlikle uygularsanız artık söyleyecekleri söz kalmaz. Yalnız, siz ne kadar dikkatli ve ihtiyatlı olursanız olun, mutlaka hakkınızda ileri geri konuşmaya devam eden “zalimler” (haksızlığa saplanmış olanlar) bulunacaktır. Ama artık bunlara da aldırmamak gerekir. Müslümanlar yalnız Allah’ı düşünüp O’na saygı göstermeli, O’ndan korkmalıdırlar.

Bu şekilde müslümanlar Allah’a ve O’nun buyruğuna saygı duyarak ibadetlerinde daima Mescid-i Harâm’a dönerlerse Allah onlara nimetini de tamamlayacak ve onları hidayete erdirecektir; onları “ehl-i kıble” diye de anılan bir büyük İslâm milleti haline getirecektir. Nitekim öyle de olmuş; müslümanlar şunun bunun dedikodusuna bakmadan, zalimlerden korkup çekinmeden, yalnız Allah’ı düşünüp O’nun hükmünü önemsedikleri sürece Allah onlara her türlü maddî ve mânevî nimetlerini bol bol ihsan etmiştir. Yüzyıllar boyunca Arabistan çölüne sıkışıp kalmış, durmadan birbirleriyle savaşan, birbirini yiyip tüketen Câhiliye dönemi kabileleri, Allah’ın birliği, Hz. Muhammed’in peygamberliği, müslümanların kardeşliği, Kâbe’nin kıble oluşu gibi birleştirici ilkeler etrafında toplanmışlar, bunun ardından diğer bazı milletlerin de İslâmiyet’e girmesiyle çok kısa zamanda müslümanlar üç kıtaya hâkim olan bir dünya toplumu haline gelmişler; dünyanın en büyük devletlerini geride bırakan bir sosyal, siyasî, askerî, idarî, bilimsel ve kültürel yapı oluşturmuşlardır.

Üstad Mevdudiye göre Buradaki nimet, Allah'ın İsrailoğulları'ndan alıp müslümanlara devrettiği önderlik görevidir. Bu, doğru yolu izleyen ve tüm dünyayı doğru yola çağırmakla görevlendirilen bir topluluğa verilebilecek en büyük mükâfattır. Burada Allah müslümanlara şöyle demektedir: "Kıblenin değiştirilmesi, önderliğin değiştirilmesinin bir sembolüdür. İsyanınız ve nankörlüğünüz nedeniyle önderliğin elinizden alınmaması için bu emre uymalısınız. Eğer emre uyarsanaz, bu nimet tamamen size lütfedilecektir."

 

 

[1] Kuran yolu

[2] Muhammet Esed Kuran Mesajı

[3] Kuran Yolu

[4] Muhammed Esed Kuran Mesajı

ZehraZehra

seyyidezehra@outlook.com