TEFSİR
Giriş Tarihi : 21-07-2023 10:16   Güncelleme : 27-07-2023 22:58

Tefsir Notları: Bakara Suresi -28- Ayetler: 136-140

"Allah'ın boyası; Allah(ın boyasın)dan daha güzel boyası olan kim? Biz (yalnızca) O'na kulluk edenleriz."

Tefsir Notları: Bakara Suresi -28- Ayetler: 136-140

136- Deyin ki: "Biz Allah'a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa'ya verilen ile peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. Onlardan hiç birini diğerinden ayırdetmeyiz ve biz O'na teslim olmuşlarız."

"Onlar arasında hiçbir ayrım yapmayız" ifadesi Allah'ın gönderdiği bütün peygamberlere inanırız ve hiçbirini inkâr etmeyiz anlamına gelir. Allah'tan gelen bütün peygamberlerin aynı Hakk'ı (gerçek) getirdikleri ve insanları aynı Hidayet'e (Doğru Yol) çağırdıkları bir gerçektir.

Bu nedenle Hakk'a (Doğru Yol) uyan herkes, bütün peygamberleri kabul etmelidir. Bir peygamberi kabul edip de diğerini inkâr eden kişi, gerçekte kendi kabul ettiği peygamberi de reddetmektedir. Onlar Hz. Musa, Hz. İsa ve diğer peygamberlerin (Allah'ın selamı üzerlerine olsun) öğrettiği evrensel davete uymuş olsalardı, diğer peygamberleri (Örn. Hz. Muhammed'i (s.a.)) inkâr etmezlerdi.

Gerçekte onlar hiçbir peygamberin öğretisine uymamaktadırlar. Onlar sadece kendi peygamberlerine uyduklarını iddia ederler, çünkü babaları öyle yapmıştır. Bu nedenle onların gerçek dini, önyargı, ırkçılık ve gözü kapalı bir şekilde atalarına uymaktır.

137- Şayet onlar da, sizin inandığınız gibi inanırlarsa, kuşkusuz doğru yolu bulmuşlardır; yok eğer yüz çevirirlerse, onlar elbette bir (çelişki ve) aykırılık içindedirler. Sana ise, onlara karşı Allah yeter. O, işitendir, bilendir.

Sizin inandığınız gibi..! Onların, problemi sadece eksik inanmalarında değil İnandığı değerleri tahrif ederek inanmaları da ikinci bir problem. Onlar hem eksik inanıyorlar hemde inandıkları değerleri tahrif ediyorlar.

Aynı şeyi biz kendimize soralım biz inanılması gereken tüm şeylere inanıyor musunuz bu bir. Buna evet cevabı vermeniz yetmiyor. İnanılması gerektiği gibi inanıyor muyuz. Yoksa tahrif ederek bozarak mı inanıyoruz.

Bu soruyu kendimize sormamız gerekiyor.

Bu anlamanın yolu da inancımızı vahiyle sünnetle test etmektir. Kendilerine nimet verilen canlı Kuran olan alimlerle test etmektir.

Bugün Müslümanların Peygamber inançları var, ancak peygamberi hayatlarına önder ve örnek seçmiyorlarsa burada bir problem var demektir.

Bugün Müslümanların bir ahiret inancı var. Öldükten sonra dirileceklerine inanıyorlar belki. Ama bu inançları hayatlarına hiç yansımıyorsa, ölümden sonrasına inanmamış insanlar gibi yaşıyorlarsa. İşte burada da bir  problem var demektir.

Yani Allah’ın Nebi’si Hz. Muhammed (as) Yahudi ve Hıristiyanları Hz. İbrahim’e çağırdı.

Oysa ki onlar Müslümanları Yahudileşmeye çağırdılar. İslam ise onları kendilerine dönmeye çağırdı. İsa’nın bozulmamış mesajına, Musa’nın bozulmamış mesajına, Tevrat ve İncil’in bozulmamış mesajına çağırdı.

Bunu yaptıktan sonra hala onlar ayırımcılık yaparlarsa, Allah sana yeter. Allah sana kâfidir. Yani dönüp te arkana bakma. Bunlar niye Müslüman olmuyorlar diye üzülme. Allah sana yeter.

138- Allah'ın boyası; Allah(ın boyasın)dan daha güzel boyası olan kim? Biz (yalnızca) O'na kulluk edenleriz.

"Biz rengi Allah'tan alırız" anlamına da gelebilir. Rengi Allah’tan almak Allah’ın emirlerine göre, Allah’ın rızasına göre yaşamak, Allah’ın rızasına göre kimlik kazanmak, inşa olmaktır.

Hıristiyanlıktan önce, Yahudiler arasında, Yahudiliği kabul eden kimseleri yıkamak bir âdet olmuştu. Yıkanan (vaftiz edilen) kimsenin bütün günahlarının temizleneceği ve onun yeni bir hayat rengine kavuşacağı ifade edilmek üzere böyle yapılırdı.

Daha sonra bu âdet Hıristiyanlar tarafından benimsendi ve "vaftiz" adını aldı.

Vaftiz, suya batırma ve su ile ıslatma şeklinde yerine getirilen bir başlangıç ayini veya kilise'nin kutsama törenidir. Sadece dine yeni girenlere değil, yeni doğan bebeklere de uygulanır. Kuran, bu "renk verme" töreninin kurtuluş için gerekli olmadığından, özünde zaruri bir şeylerin bulunmadığını söyler.

Bu amaçla kişi, O'nun yolundan gidip, O'nun kanunlarına uyarak Allah'ın rengine boyanmalıdır.

139. [Yahudi ve Hristiyanlara] de ki: "Allah hakkında bizimle tartışıyor musunuz? Nasıl olur? O, bizim gibi sizin de Rabbinizdir; bizim işimiz bize, sizin işiniz de size aittir; ve biz kendimizi yalnızca O'na adamışızdır."

Ehl-i kitap, Allah’nın, İsrailoğulları dışındaki bir milletten peygamber göndermesinin mümkün olmadığını ileri sürerek Hz. Muhammed’in peygamberliğini reddediyorlardı.

Bir peygamber gelecekse, bunun Araplar’dan değil, eskiden olduğu gibi yine kendi kavimleri arasından çıkması gerektiğini savunuyorlardı.

Yahudilerin yalınızca Yahudilerin Hıristiyanlar ise yalınızca Hıristiyanların cennete gireceklerini iddia ediyorlardı.

Halbuki Allah, ne yalnız Müslümanların ne de yalnız Ehl-i kitabın rabbidir; O, bütün insanlığın, bütün yaratılmışların rabbidir. Böyle olduğu halde Ehl-i kitabın, mesnetsiz birtakım iddialar ileri sürerek,  Allah konusunda tartışmaya girişmeleri son derece anlamsızdır.

İsrâiloğulları Allah’ın, iyi yolda oldukları sürece kendilerine verdiği seçilmişliği mutlak ve şartsız bir üstünlük saymışlardı. Oysa onların, doğru yoldan sapsalar bile yine de Allah nezdinde üstün bir millet olmaya devam edecekleri şeklindeki inançları, Allah’a karşı  yapılmış bir iftiradır.

Muhammed Esed Bu ayetin tefsirinde şöyle der: Yani, peygamberliğin devamı ve insanın nihaî kurtuluşu konusundaki Allah'ın iradesi hakkında. Yahudiler, peygamberliğin yalnız İsrailoğulları'na bahşedilen bir imtiyaz olduğuna inanırken Hristiyanlar, Hz. İsa'nın -ki o da İsrailoğulları soyundan gelen biriydi- Allah'ın yeryüzündeki nihaî tezahürü olduğunu iddia ederlerdi ve bu iki zümreden her biri de kurtuluşun yalnızca kendi mensuplarına özgü olduğunu ileri sürerlerdi (bkz. 2:111 ve 135). Buna mukabil Kur'an, bir sonraki cümlede Allah'ın bütün insanlığın Rabbi olduğunu ve her ferdin yalnızca kendi inançlarına ve davranışlarına bakılarak yargılanacağını vurgulamak suretiyle bu fikirleri reddeder.

Ayetullah Mutahhari Adli İlahi isimli eserinde Allah’a iman edip hayırlı ve güzel şeyler yapan güzel ahlak sahibi insanların Müslüman olsun yada olmasın cennet gideceğini söyler. Cennetin tekbir mertebe olmadığını Kerbela şehitleri ile bu güzel insanların gideceği cennetinden aynı olmayacağını ifade eder.

Muhammed Esed’in bu tefsiri ile Mutahhari’nin ifadesi aynı gerçeği anlatıyor gibi.

140. "İbrahim'in, İsmail'in, İshâk'ın, Yakub'un ve onların soyundan gelenlerin Yahudi' yahut Hristiyan' olduklarını mı iddia ediyorsunuz?"  De ki: "Allah'tan iyi mi biliyorsunuz? Allah tarafından kendisine verilen bir delili örtbas edenden daha zalim kim olabilir? Ama Allah yaptıklarınızdan gafil değildir."

Bu soru, cehaletleri nedeniyle gerçekten bu büyük peygamberlerin Yahudi veya Hıristiyan olduklarına inanan sıradan Yahudi ve Hıristiyanlara yöneltilmektedir.

Ehl-i kitap, kendilerinin Müslümanlardan daha üstün ve seçkin oldukları şeklindeki kuruntularını kanıtlamak veya güçlendirmek için İbrâhim, İsmâil, İshak, Ya‘kub ile onun soyundan gelenlerin de kendileri gibi yahudi ya da hıristiyan olduklarını söylüyorlardı. Oysa Âl-i İmrân sûresinin 65. âyetinde de ifade edildiği üzere, Tevrat ve İncil Hz. İbrâhim’den sonra indirilmiş; bu dinlerle ilgili Yahudilik ve Hıristiyanlık isimleri de yine bu peygamberden asırlarca sonra ortaya çıkmıştır. Nitekim yahudi kelimesi, Hz. Ya‘kub’un on iki oğlundan dördüncüsü olan Yahuda’nın ismine nisbetle türetilmişti ve başlangıçta bir dinin adı olmayıp Yahuda sıbtına mensup olanları ifade eden bir kabile veya boy ismi idi. Ancak Hz. Mûsâ’dan en az yedi yüzyıl sonradır ki, İsrâil soyuna aynı zamanda yahudi, bunların dini inançlarına da Yahudilik denilmiştir. Bu sebeple âyette anılan peygamberlere ne dinî ne de ırkî anlamda yahudi demek mümkündür. Aynı şekilde bu peygamberler hıristiyan da sayılamazlardı, çünkü bunların hepsi de Hz. Îsâ’dan asırlarca önce yaşamışlardır. Hatta Îsâ’nın dini için bile başlangıçta Hıristiyanlık kelimesi kullanılmıyor, o dönemde Hz. Îsâ’ya tâbi olan topluluğa “Nâsıralılar” deniliyordu; “hıristiyan” kelimesi ise ilk defa Hz. Îsâ’dan sonra ona inanan Antakya halkı için, sadece onlarla sınırlı olarak kullanılmıştır. Şu halde “yahudilik” ve “hıristiyanlık” kelimeleri Hz. İbrâhim ve âyette anılan diğer peygamberlerin dinlerini ifade etmek şöyle dursun, Mûsâ ve Îsâ’nın dinlerini bile tam olarak ifade etmez. Çünkü bu isimler, söz konusu peygamberler tarafından tebliğ edilen dinlerin tahrife uğradığı ve dolayısıyla özünde bulunmayan inanç ve ibadet unsurlarının katılmasıyla bu dinlerin yapı değişikliği sürecine girdiği dönemlerde ortaya çıkmıştır.[1]

Muhammed Esed’e göre  “Allah tarafından kendisine verilen bir delili örtbas edenden daha zalim kim olabilir?” ifadesi Yahudilerin, Kitâb-ı Mukaddes'deki Hz. Musa'nın "Tanrın Rab, sizin için aranızdan, kardeşleriniz içinden tıpkı benim gibi bir peygamber çıkaracak, siz o'nu dinleyeceksiniz" (Tesniye xviii, 15) şeklindeki sözlerini ve bizzat Allah'a izafe edilen: "Kardeşlerin arasından onlara senin gibi bir peygamber göndereceğim ve o'nun ağzına kendi sözlerimi koyacağım" (Tesniye xviii, 18) şeklindeki sözleri gözardı etmelerine veya kasden yanlış yorumlamalarına işaret eder.

Açıktır ki İsrailoğulları'nın "kardeş"leri, Araplardır ve özellikle onların musta‘ribe ("Araplaşmış") gurubudur ki kökleri Hz. İsmail'e ve Hz. İbrahim'e kadar uzanır: ve Arap Peygamberi'nin kendi kabîlesi "Kureyş" de bu guruba mensup olduğundan, yukarıdaki Kitâb-ı Mukaddes ifadeleri o'nun ortaya çıkacağına işaret olarak kabul edilmelidir.

 

‘

 

[1] Kuran Yolu

ZehraZehra

seyyidezehra@outlook.com