TEFSİR
Giriş Tarihi : 08-06-2023 23:24   Güncelleme : 21-07-2023 23:39

Tefsir Notları: Bakara Suresi -25- Ayetler: 121-125....

Bakara Suresinden ayetler... Rabbim Kitabını doğru anlayıp doğru yaşamayı Kuran Ahlakı ile ahlaklanıp Kuran'la inşa olmayı nasip eyle..

Tefsir Notları: Bakara Suresi -25- Ayetler: 121-125....

121- De ki: "Kuşkusuz doğru yol, Allah'ın (gösterdiği) dosdoğru yoldur." Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların heva (arzu ve tutku)larına uyacak olursan, senin için Allah'tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı. Kendilerine verdiğimiz Kitabı gereği gibi okuyanlar, işte ona iman edenler bunlardır. Kim de onu inkâr ederse, artık onlar kayba uğrayanların ta kendileridir.

Yani, "Bu insanların Sen'den hoşlanmamalarının nedeni, Hakk'ı arayan samimi kimseler olmaları ve Sen'in Hakk'ı, gereği gibi açıkça anlatmayı becerememen değildir. Aksine, onların sana karşı çıkmaların nedeni, senin Hakk'ı o denli açıkça ortaya koyup onlara, dini kendi arzu ve isteklerine göre değiştirebilecekleri bir boşluk bırakmamandır. Bu nedenle onları bırak ve uzlaşmaya çalışma; çünkü, sen dine karşı onların takındığı tavrı takınmadıkça, onlar senden razı olmazlar. Eğer sen de onlar gibi iki yüzlülük yapsan ve Allah'a ibadeti nefse tapınma için bir kılıf olarak kullansan, o zaman senden hoşnut olurlardı. İnanç ve kötü amellerinde onlara uymadıkça, onları hoşnut edemezsin."

Kendilerine verdiğimiz Kitabı gereği gibi okuyanlar, işte ona iman edenler bunlardır.

Hakkıyla okumak; Ezbere okumak, manasını bilmeden okumak değil. Tefekkür ederek anlayarak, yaşamak hayatını Kuran’la inşa etmek için okumaktır.

Bunu peygamberimiz şöyle tefsir ediyor. “O’nu hakkıyla okuyanlar, onu hayatına aktaranlardır.”  Diyor.

Bu bir anlamda ona Kuran’a imanında bir gereğidir. “işte ona iman edenler bunlardır.” Diyor ayet.

122- Ey İsrailoğulları, size bağışladığım nimetimi ve sizi (bir dönem) alemlere muhakkak üstün kıldığımı anın.

Üstad Mevdudi 122. Ayetten itibaren yeni bir hitap başlıyor. Bu hitabı anlayabilmek için şu noktalar göz önünde bulundurulmalıdır der ve maddeler halinde şöyle sıralar:

1) Hz. İbrahim (a.s.) Hz. Nuh'tan (a.s.) sonra Allah tarafından İslâm'ın evrensel mesajını yaymakla görevlendirilen ilk peygamberdi. Davetine kendi ülkesi olan Irak'ta başladı ve insanları İslâm'a (Allah'a teslim olmaya) çağırdı. Daha sonra aynı görevle Suriye, Filistin, Mısır ve Arabistan'a gitti. Bunu takiben, çeşitli yerlere elçilerini gönderdi. Yeğeni Lut'u eski Ürdün'e; oğlu İshak'ı Suriye ve Filistin'e; büyük oğlu İsmail'i de Arabistan'a gönderdi. Daha sonra Allah O'na, Mekke'de, Kâbe adı verilen bir ibadetgâh yapmasını ve orayı davetinin merkezi olarak belirlemesini emretti.

2) Hz. İbrahim'in (a.s.) iki oğlundan iki kavim meydana geldi; İsmailoğulları ve İsrailoğulları. Birincisi Arabistan'a yerleşen Hz. İsmail'in (a.s.) torunlarıydı. Kureyş ve diğer bazı Arap kabileleri O'nun doğrudan torunları oluyorlardı. Fakat gerçekte Hz. İsmail'in (a.s.) torunları olmayan Arap kabileleri de, O'nun davetinden az çok etkilendikleri için O'nun torunları olduklarını iddia ediyorlardı. İkincisi, yani İsrailoğulları, İshak'ın oğlu Yakub'un torunlarıydılar. Hz. Yusuf, Hz. Musa, Hz. Davud, Hz. Süleyman, Hz. Yahya, Hz. İsa (Allah'ın selâmı hepsinin üzerine olsun) ve birçok peygamber bunların arasından çıkmıştır. Bunlar Hz. İsrail'den (Yakup'un ikinci ismi) sonra İsrailoğulları adını almışlardı. Onların dinini kabul eden başka gruplar da bu kavme katılmışlardır. Hz. İsa (a.s.) dahil bütün İsrail peygamberleri İslâm'ı, Allah'a teslimiyeti yaymaya çalışmışlardır. Fakat İsrailoğulları bozulup dinlerini (İslâm) kaybedince, Yahudiliği, daha sonra da Hıristiyanlığı icat etmişlerdir.

3) Hz. İbrahim (a.s.) bütün insanları Allah'a teslim olmaya çağırmak ve onları Allah'ın hidayeti doğrultusunda ıslah etmekle görevlendirilmişti. Kendisi de teslim olmuş, Allah'tan aldığı bilgiye uygun hareket etmiş, bu bilgiyi yaymak ve bütün insanları Evren'in Hâkimi'ne boyun eğmeye ikna etmek için elinden geleni yapmıştı. Bu nedenle de, dünyaya önder olarak seçilmişti. Daha sonra O'nun liderliği, tüm sorumluluklarıyla birlikte İshak ve Yakup'un torunları olan İsrailoğulları'na devredilmişti. İsrailoğulları'ndan tekrar tekrar hatırlamaları istenen özel nimet işte budur. Buna uygun bir şekilde, Kudüs'teki Kutsal Mâbet, Hz. Süleyman (a.s.) döneminde merkez ve Allah'a ibadet edenlerin kıblesi (namazda yüzün döndürüleceği yer) yapılmıştı. İsrailoğulları bu görevin önderleri olarak kaldıkları sürece de Kutsal Mâbet aynı şekilde korundu.

4) Buraya kadar yapılan hitaplardan (40-121. ayetler) Allah, İsrailoğulları'nı önderlikleri sırasında işledikleri günahlar nedeniyle suçluyor. Bu nedenle Kur'an onların ahlâkî durumuna işaret ederek diyor ki: "Siz, size verilen nimete lâyık olmadığınızı gösterdiniz. Size verilen önderlik vazifelerini ihmal etmekle kalmayıp, Allah'ın hidayetini de hayatınızdan çıkardınız. Şimdi olaylar öyle bir dereceye geldi ki, artık siz önderliğe uygun olmayan bir millet haline geldiniz."

5) Onlara, insanlığa önderlik etmenin Hz. İbrahim'in (a.s.) soyundan gelenlerin tekelinde olmadığı; çünkü, hiç kimsenin doğuştan getirdiği özellikleri nedeniyle böyle bir hak iddia edemeyeceği söyleniyor. O, sadece Hz. İbrahim (a.s.) gibi kendisini Allah'a teslim eden ve O'nun hidayeti üzere olan kullarına lütfedilen bir mertebedir. İsrailoğulları, yoldan saptıkları ve önderliğe uygun olmadıklarını gösterdikleri için bu görevden alınmışlardır.

6) Hz. İbrahim'in (a.s.) soyundan geldikleri için övünen İsrailoğulları dışındaki Yahudi ve Hıristiyanların da Hz. İbrahim'in (a.s.) yolundan saptıkları bildiriliyor. Aynı şekilde Hz. İsmail kanalıyla Hz. İbrahim'e (Allah'ın selam'ı üzerine olsun) bağlandıkları için övünen Arabistan müşriklerine de Hz. İbrahim ve Hz. İsmail'in yolundan saptıkları için önderliğe lâyık olmadıkları söyleniyor.

7) Artık İsrailoğulları önderlik görevlerinden alınmışlardır. Bundan sonra Hz. İsmail (a.s.) ve Hz. İbrahim'in (a.s.) dualarına uygun olarak neden Hz. İsmail'in (a.s.) soyundan Hz. Muhammed'in (s.a.) peygamber olarak seçildiği gösteriliyor. O'nun peygamber olarak seçilmesinin nedeni, kendinden önceki bütün peygamberlerin uyduğu yola tâbi olmasıdır. O ve O'na uyanlar Allah tarafından gönderilen bütün peygamberlere inandılar ve bütün dünyayı, daha önceki peygamberlerin çağırdığı yola davet ettiler. Bu nedenle, sadece Hz. Peygamber'e (s.a.) uyanlar önderliğe uygun niteliklere sahiptirler.

8) Önderliğin el değiştirmesiyle merkezin de değişmesi gerekiyordu. İsrailoğulları'nın önderlik ettiği dönemde Kudüs'teki Mâbet merkez ve tüm Hakk'a inananların kıblesi idi. Bu nedenle ilk önceleri, Hz. Muhammed (s.a.) ve O'na inananlar namazda o tarafa dönüyorlardı. Fakat İsrailoğulları önderlikten alındıklarında doğal olarak Mescid-i Aksâ kıble olmaktan çıktı. Bundan sonra Hz. Muhammed'in (s.a.) davete başladığ yer olan Mekke'deki Kâbe'nin kıble olacağı ilân edildi. Kâbe aynı zamanda Hz. İbrahim'in (a.s.) davet merkezi olduğu için ne İsrailoğulları, ne de Araplar buna karşı çıkamazlardı. Çünkü her iki grup da Hz. İbrahim'i (a.s.) ataları olarak kabul ediyorlardı. Bu nedenle Kâbe'nin merkez yapılmasına karşı öne sürebilecekleri hiçbir sebepleri yoktu. Fakat inatçı insanların, Hakk'ın hak olduğunu bildikten sonra da O'na karşı çıkmaya devam ettikleri bir gerçektir.

9) Allah Müslümanları önderler olarak ilân ettikten ve Kâbe'yi merkez tayin ettikten sonra, önderlik görevlerini yapabilmeleri için onlara belli talimatlar veriyor. (Bkz. 153-186. ayetler)

123- Ve hiç kimsenin hiç kimse adına bir şey ödeyemeyeceği, hiç kimseden bir kurtuluş karşılığı (fidye) alınmayacağı ve hiç kimseden bir şefaatin kabul edilmeyeceği ve yardım görülmeyeceği bir günden korkun. Hani Rabbi, İbrahim'i birtakım kelimelerle denemeden geçirmişti.

Şefaat meselesine daha önce değinmiştik....

"Hani Rabbi, İbrahim'i birtakım kelimelerle denemeden geçirmişti."

Kuran'ın değişik yerlerinde Hz. İbrahim'in (a.s.) insanlara imam ve rehber tayin edilmeden önce tâbi tutulduğu zor imtihanlardan bahsedilir.

Ateş, Çocuksuzluk, Kurban, eşini ve çocuğunu ıssız bir arazide bırakma, ilk aklımıza gelen denenmeleridir Hz. İbrahim’in

Hz. İbrahim (a.s.) bu imtihanları başarıyla atlatıp bu büyük sorumluluğu yerine getirebileceğini ispatladığında bu yüksek dereceye ulaşmıştı.

Hakikat O'na vahyolunduktan sonra tüm hayatı bir dizi fedâkarlıklarla geçmişti. O, hayatında değerli olan her şeyi feda etmiş ve Hakk yolunda her türlü zorluğa göğüs germişti.

124- O da bunları tam

olarak yerine getirmişti. (O zaman Allah İbrahim'e): "Seni şüphesiz insanlara imam kılacağım" demişti. (İbrahim) "Ya soyumdan olanlar?" deyince (Allah:) "Zalimler benim ahdime erişemez" demişti.

Allame Tabatabai bu ayetin tefsirinde şöyle der: "Hani Rabbi bir zaman İbrahim'i birtakım kelimelerle sınamış, o da onları tamamlayınca, 'Ben seni insanlara imam yapacağım.' demişti." ifadesi, Hz. İbrahim'e bahşedilen imamlık misyonunun, ancak yüce Allah'ın onu birtakım sınavlardan geçirip denemesinden sonra ona verildiğini göstermektedir. Yüce Allah'ın da belirttiği gibi, bu olayla Hz. İbrahim ömrünün son demlerinde karşılaşmıştı: "İhtiyarlık çağında bana İsmail'i ve İshak'ı lütfeden Allah'a hamdolsun. Şüphesiz Rabbim duayı işitendir." (İbrâhîm, 39) "İmâmet"ten maksat, bazı tefsir bilginlerinin ileri sürdükleri gibi peygamberlik görevi değildir.

"Nübüvvet"in anlamı, Allah katından haber getirmektir. "Risalet"in anlamı ise, tebliğ misyonunu üstlenmektir. Halifelik ise, bir tür naipliktir. Vasilik de öyle. Başkanlık kavramı da itaat edilirliği ifade eder. Bu da toplumsal yönetimde otorite işlevini görür. Ama bunların hiçbirisi imamlığın anlamını ifade etmez. İmamlık bir insanın başkalarınca izlenmesidir, söz ve fiillerinin tıpatıp uygulanmasıdır. Dolayısıyla, itaat edilmesi zorunlu olan bir peygambere, "Seni insanlara imam yapacağım." ya da "Peygamberliğinin gereği sunduğun mesaj noktasında seni itaat edilen biri yapacağım." demenin bir anlamı yoktur. İlâhî kelâma baktığımızda görüyoruz ki, imamlık kavramına yer verilen her yerde, açıklayıcı bir unsur olarak da peşinden "hidayet" kavramına yer veriliyor. "Onların içinden, emrimizle doğru yola ileten imamlar yaptık." (Secde, 24) Bu bakımdan imamlık misyonu batınî olarak insanların işleri üzerinde bir tür velâyet yetkisine sahip olmak demektir. Allah'ın emri ile hidayet etmesi de, insanları istenen hedefe ulaştırmasıdır; salt bir yol gösterme işi değildir. Çünkü yol gösterme, nebi ve resulün görevidir. Her mümin de nasihat ve güzel öğüt aracılığı ile insanlara Allah'ın yolunu gösterebilir.

Mustafa İslamoğlu ise şöyle tefsir eder:

İmam “üm” kökünden gelir. Üm anne demektir. Ümmet te aynı kökten gelir, ikisi akraba kelimelerdir. Aynı kökten gelirler. Neden böyle bir kökten gelir derseniz, çünkü lider, önder, lider olduğu toplumun annesi gibidir de onun için. O topluma anne gibi kucak açacak, anne gibi şefkatli, anne gibi merhametli, anne gibi rahmetli davranacaktır da onun için.

Bir şeyin Üm mü, yani annesi arap dilinde

1 – O şeyin varlığına sebep olan,

2 – O şeyi terbiye eden,

3 – O şeyi ıslah eden,

4 – O şeyi koruyan ve gözeten kimsedir.

Demek ki imamın özelliği de bu. Yöneticinin, liderin, öncünün özelliği; Öncülük yaptığı kimseleri, insanları, halkları, toplumları, cemaatleri bir anne gibi koruyup kollaması görüp gözetmesi terbiye etmesi, onlara önderlik ve örneklik etmesi, onları gözetmesidir. İşte Hz. İbrahim bu anlamda imam seçildi.

Yine ümmette aynı kökten gelir. Ümmet, ileriki ayetlerde de işleyeceğimiz gibi insanlık ailesinin ana toplumu demektir. Nasıl imam ümmetin anası ise, ümmette insanlığın anasıdır. İmam ümmete öncüdür, ümmet insanlığa. İmam ümmetin örneğidir, ümmet insanlığın örneğidir.

Bunun üzerine Hz. İbrahim şöyle bir dua etti; “Benim neslimden de önderler yarat”

(İbrahim) "Ya soyumdan olanlar?" deyince (Allah:) "Zalimler benim ahdime erişemez" demişti.

Yani, "Bu vaad, sadece, senin soyundan iyi ve yetenekli olan kimseler için geçerlidir, zalimler için değil." Bu nedenle sapık İsrailoğulları ve putperest İsmailoğulları bu vaade dahil değildirler.

125-Hani Evi (Kâ'beyi) insanlar için bir toplanma ve güvenlik yeri kıldık. "İbrahim'in makamını namaz yeri edinin", İbrahim ve İsmail'e de, "Evi'mi tavaf edenler, itikafa çekilenler ve rükû ve secde edenler için temizleyin" diye ahid verdik.

"İbrahim'in makamını namaz yeri edinin", Bugün İbrahim’in makamı olarak Kâbe’nin avlusunda bir camekân içerisinde korunan ve Hz. İbrahim Kabe’yi yaparken iskele taşı olarak kullandığı söylenilen ve ayak izleri olan, bir kaya parçasının olduğu mekan kabul ediliyor.

Oysa ki bu anlayış doğru değil. Bu ayette beyan edilen, özellikle bu ayette ifade edilen makamı İbrahim; Sahabe ve tabiin çoğunluğu tarafından tarafından, Kâbe’nin etrafındaki toprakların, mukaddes toprakların tümü olarak ifade edilmiş. Yani Harem-i şerif ya da bizim haç mekânı olarak bildiğimiz tüm mukaddes mekânlar olarak izah edilmiş makamı İbrahim.

İbn Abbas, Cabir, Katade ve Mücahid namazgâh edinilecek yeri, Kıble olarak anlamış ve  anlatmışlar.

Fahrertin Razi’de bu ayeti tefsir ederken İbrahim’in makamını namazgâh edinin den kasıt, Kıblemiz olarak İbrahim’in mekânını tutun demektir diyor.

Abdul Rezzak’ın el Musannef’ inde Bir rivayet yer alır, Daha önce o taş Kâbe’ye bitişik iken, Hz. Ömer o taşı Kâbe’den ayırıp daha arkaya, namaz saflarının ve tavafın dışına almıştır. Mantıkta bunu rivayetin doğruluğunu gerektirir. O ayak izleri Kabe yapılırken oluşmuşsa Kabe’ye bitişik olması gerekirdi.

İlginçtir oysaki bugün hacca gidenlerin hemen tamamı, o taşın arkasında Hz. İbrahim’in ayak izi olan yerde  namaz kılmak için birbirini ezmektedirler ciddi izdiham olmakta tavaf aksamaktadır.  Makamı İbrahim’i doğru anlamak gerekiyor.

Hatta Hz. İbrahim’in ayak izi olan cemakan Mescid-i Haram’ın daha sakin bir yerine taşınabilir diye düşünüyorum.

İbrahim ve İsmail'e de, "Evi'mi tavaf edenler, itikafa çekilenler ve rükû ve secde edenler için temizleyin" diye ahid verdik.

Ev'in temizlenmesi sadece pislik için değil, Allah dışında tapılan her şey için de geçerliydi. Allah'ın Evi'nin gerçekten temizlenebilmesi demek, orada Allah'tan başkasının adının anılmaması demektir. Çünkü başka birine ibadet veya yardım için başka bir ismin anılması evi kirletir. Bu ayet kapalı bir şekilde, Kâbe'de put bulunduran ve Allah yerine onlara tapan Kureyşlileri uyarmaktadır.

Hz. İbrahim (a.s.) Irak'ta, Ur şehrinde doğdu. Ateşe atılmaktan kurtulduktan sonra Harran'a gitti. Daha sonra Filistin'e gitti; orada, davetinin merkez şehirleri olan Methel, Hebran ve Beir Sheba'yı kurdu. Yeğeni Hz. Lut'u (a.s.) Lut gölünün doğusuna gönderdi. Kendisi Filistin'den ayrılıp, Irak'dan sonra medeniyet ve kültür bakımından en gelişmiş ülke olan Mısır'a gitti. Orada daveti için bir merkez kurup kurmadığı hakkında güvenilir bir haber yoktur. Oradan da Hicaz'a gitti. Hicaz'da, Mekke'de "Allah'ın Evi"ni kurdu ve oğlu Hz. İsmail'i (a.s.) onun koruyucusu olarak tayin etti. Bundan sonra Hebran'ı (Filistin) daimi merkez olarak seçti. Orada öldüğünde ikinci oğlu Hz. İshak (a.s.) O'nun görevini devam ettirdi. O'ndan sonra da Hz. Yakup (a.s.) bu görevi üstlendi.

ZehraZehra

seyyidezehra@outlook.com