TEFSİR
Giriş Tarihi : 09-12-2022 09:33   Güncelleme : 22-12-2022 11:00

Tefsir Notları: Bakara Suresi -10- Ayetler: 45-49

Şefaat nedir, Ve İslam’da şefaatın konumu nedir?

Tefsir Notları: Bakara Suresi -10- Ayetler: 45-49

45- Sabır ve namazla yardım dileyin. Bu, şüphesiz, içi saygıyla ürperenlerin dışında kalanlar için bir ağırlıktır.

46- Onlar, (mü'minler ise), hiç şüphesiz, Rableriyle karşılaşacaklarını ve (yine) hiç şüphesiz, O'na döneceklerini bilirler. 

Arapça sabır kelimesinin sözlük anlamı "kontrol etme ve bağlama"dır. Sabır, daha çok dayanmak, zorluklara göğüs germek anlamlarında kullanılır.
Kur'an sabır kelimesini, kişinin vicdanına başvurarak seçtiği yolda, karşılaştığı zorluklara katlanması, baskılar karşısında cesaret ve dayanıklılıkla inandığı yolda yürümesi ve Ahlaki disiplin içerisinde inancında sebat etmesi olarak kullanır.

Namaz ancak Allah'a asi olan ve Ahiret gününe inanmayan bir kimseye "zor" gelir. 

Gönülden gelerek Allah'a itaat eden ve bir gün Allah'ın huzuruna döndürüleceğine inanan kimse için ise, namaz zevkli bir görevdir ve öyle olmalıdır. 

"Sabrederek ve namaz kılarak yardım dileyin." İfadenin orijinalinde geçen "isteînû" fiilinin mastarı olan "istiane" kelimesi, yardım istemek demektir. Ancak öyle bir yardım isteme ki, gerçekte Allah'tan başka yardım edebilecek kimse yoktur, bilinci ile yardım istemektir.

Allah’tan yardım isterken namaza koşmak ve inandığın ve yardım istediğin noktada sabırla beklemek gerekir.

Namaz ile Allah’a yönelerek Allah’tan yardım istiyorsanız, sürekli Allah ile iletişim hâlinde olmanız gerekir.

İnsanın zorlukların üstesinden gelebilmesi için Allah'a yönelmesi, kendini O'na ve O'nun yoluna adaması gerekir. Bu ise, sabır ve namazdır. Yardım dilemenin en güzel yolu bu iki olgudur. 

Çünkü sabır her olağanüstü gelişmeyi, her felaketi insanın gözünde küçültür, sıradanlaştırır. 

Allah'a yönelmek ve O'na sığınmakla da iman ruhu uyanır ve insanın zihnine şu anlayış egemen olur: İnsan yıkılmaz bir dayanağa ve yerinden kopmaz bir sebebe dayanmaktadır.  

“O'na döneceklerini bilirler. “ ayetinin tefsirinde Allame Tabatabai “Bilgiyi algılayan nefis, aşamalı olarak önce sorunun farkına varır, sonra kuşkulanmaya başlar, ardından karşıt düşüncelerden biri daha ağır basmaya başlar, bunu izleyen aşamada karşı ihtimaller peyderpey devre dışı kalırlar ve nihayet kesin kavrama gerçekleşir. İşte bilgi budur.” Diyor. 
Rabbi olduğunun farkına varan bir insan, bu konuda kesin bilgi edinmek için fazla bir şeye ihtiyaç duymaz. Bu iman, onu kesin bilgiye ulaştırmaya kâfi gelir. 

Buradan hareketle diyebiliriz ki, bu ayet-i kerime, içerik olarak şu ayeti kerimeye benzemektedir: "Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, salih amel işlesin." (Kehf, 110) 

İmam Caferi Sadık'ın şöyle dediği rivayet edilir: "İmam Ali korkunç bir hadise ile karşılaşınca, hemen namaza durur ve 'Sabrederek ve namaz kılarak yardım dileyin' ayetini okurdu." 

Bu ayetle ilgili olarak İmam Caferi Sadık "Bu ayette geçen 'sabır' kavramından maksat oruçtur. Bir adam zor bir durumla karşılaştıysa veya başına bir musibet geldiyse, oruç tutsun. Çünkü yüce Allah, 'Sabrederek yardım dileyin.” buyuruyor.

İmam Rıza'dan şöyle rivayet edilir: "Sabır, oruçtur. Bir adam zor bir durumla karşılaştıysa veya başına bir musibet geldiyse, oruç tutsun. Çünkü yüce Allah, 'Sabrederek ve namaz kılarak yardım dileyin. Ve kuşkusuz o Allah'a huşû, edenler, saygı gösterenlerden başkasına ağır gelir.' buyuruyor. 

47- Ey İsrailoğulları, size bağışladığım nimetimi ve sizi (bir dönem) alemlere üstün kıldığımı anın.

Şevkani, İsrail oğullarına verilen nimetin, onları baskıdan, Firavun’a kulluktan kurtarması, üstün kılınmalarının ise krallık, nübüvvet ve kitap verilmesi olduğunu söyler. 

Yahudi kaynakları üstünlüğün tevratın verilmesi ve öğretilmesi ile ilgili olduğunu söyler. 

Yahudiler kendilerini seçilmiş halk olduklarını söylediler ancak dünyanın hakimleri olarak isimlendirmediler Tevrattaki ifade şöyledir: “Siz benim için bir koenler krallığı ve kutsal bir halk olacaksınız”  Yahudilikteki seçilmişlik kavramı Yahudiler insanlığın öğretmeni olarak tanrıyı insanlığa tanıtmak için seçilmişlerdir. Bu ifade esasen bu ayetle örtüşmektedir. Ancak ayetin ifadesi ile bir dönem seçilmişler ancak görevlerini hakkı ile yapamamışlardır.   

48- Ve hiç kimsenin, hiç kimse adına bir şey ödeyemeyeceği, hiç kimseden bir şefaatin kabul edilmeyeceği ve hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği günden korkup-sakının.

Hakikatin kendini bütün çıplaklığı ile açığa vuracağı bir gün olduğu gibi herkesin yapıp ettiklerinin bir bir ortaya döküleceği her fiil ve eylemin hesabının sorulacağı bir gün olacaktır.

Bu ayette İsrailoğulları, bozulmalarının asıl nedeni olan ahiret hakkındaki yanlış tasavvurlarına karşı uyarılıyorlar. Onlar, büyük peygamberlerin torunları oldukları için ebedî kurtuluşa ereceklerini sanıyorlardı. Bu nedenle de hak dini terk etmişler ve günaha batmışlardı. 

Burada onlara kutsal ve değerli bir kişi ile olan ilişkileri ve onun şefaati sayesinde, yaptıkları kötü amellerin sonucundan kurtulamayacakları bildiriliyor. 

Bu nedenle onlara İsrailoğulları'na verilen nimet (ayet: 47) hatırlatıldıktan hemen sonra, kendilerinin de bu dünyada iken Ahiret'e inanmayan günahkâr insanlar gibi cezalandırılacakları haber veriliyor. 

Şefaat nedir, Ve İslam’da şefaatın konumu nedir?

Şefaat, ‘Şef’ kelimesi, sözlükte tek olanın zıddı, yani “çift olmak” anlamına gelir. Bir insanın bir başkasından kendisi dışındaki birine faydalı olmasını veya ondan bir zararı uzaklaştırmasını istemesidir. Yardım etmek, bir başkasından yardım ve aracılık yapmasını istemektir.

Şefaat; terim olarak ise, âhiret gününde Peygamberimizin, ve diğer peygamberlerin ve kendilerine izin verilen sâlih kimselerin mü’minlerin bağışlanmaları için Allah katında duâ ve niyazda bulunmalarıdır.

Şefaat anlam olarak nedensellik ve etkinlik açısından bir tür aracılığa, tavassuta dönüktür. Şefaat için sınırsız bir nedensellik ve etkinlik anlamı söz konusu değildir.

“Göklerde ve yerde olanların hepsi O'nundur. O'nun izni olmadan kendisinin katında kim şefaat edebilir." (Bakara, 255)

"O gün Rahman'ın izin verip sözünden hoşlandığı kimseden başkasının şefaati fayda vermez." (Tâhâ, 109)

Allame Tabatabai Şu hâlde şefaat, mülk ve emir yetkisi kendisine özgü olan yüce Allah'ın bazı kimselere tanıdığı bir yetkidir der. 

Ancak falanca gruptan olan insanlar veya bütün insanlar işledikleri suçlardan dolayı cezalandırılmazlar, günahlarından dolayı kesinlikle sorgulanmazlar gibi bir şefaat anlayışı olmaz bu batıldır.

"Herkes kendi kazandığının rehinidir. Yalnız sağ ehli hariç. Onlar cennetler içinde, suçlulardan sorarlar: 'Sizi bu yakıcı ateşe ne sürükledi?' Derler ki: '"Biz namaz kılanlardan olmadık. Yoksula da yedirmezdik. Boş şeylere dalanlarla birlikte dalardık. Ceza gününü yalanlardık. Sonunda bu hâlde iken ölüm bize gelip çattı."' Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez." (Müddessir, 38-48)

Sağ ehli olanlar, suçlulara yakıcı ateşe nasıl sürüklendiklerini soruyor, onlarsa kendilerini ateşe sürükleyen bazı sıfatlarına işaret ederek kendilerine yöneltilen soruyu cevaplandırıyorlar. Bu sıfatların sıralanmasının ardından, bundan dolayı şefaatçilerin şefaatlerinin kendilerine bir yarar sağlamadığı şeklinde bir ayrıntıya yer veriliyor. 

Şefaat konusundaki ayetleri bütün halinde düşündüğümüzde Allah’ın izin verdikleri dışında kimse şefaat edemeyecektir. Ve onlarda istediği herkese değil sadece Allah’ın izin verdiklerine şefaat edebileceklerdir.

49. Sizi, en dayanılmaz işkencelere uğrattıklarında, Firavun ailesinin elinden kurtardığımızı anın. Onlar, kadınlarınızı diri bırakıyorlarken, erkek çocuklarınızı boğazlıyorlardı. Bunda sizin için Rabbinizden büyük bir imtihan vardı. 

İsrailoğulları yaklaşık M.Ö. 1900 yıllarında Mısır’a gitmişlerdi. Hz. Yusuf’un Mısır’da yönetici olduğu dönemlerdi. Mısır’da iyi karşılandılar ve iyi bir konum kazandılar. Uzun bir süre Mısır’ın idari ve ticari hayatında söz sahibi oldular. 400 yıllık Mısır hayattı bir süre sonra aleyhlerine döndü. Hz. Musa’nın doğduğu yıllarda Mısır’da hayat onlar için çekilmez olmuştu. Köle durumuna düşmüşler kurtarıcı beklentisine girmişlerdi.

Bazı tefsir kaynaklarına göre, İnsanlar İsrailoğulları içerisinden bir kurtarıcının çıkacağını konuşmaya başlamış bazı rahipler bu yıllarda bir çocuğun doğacağı ve onun İsrailoğullarını kurtaracağını Firavunun saltanatını yıkacağını söylüyorlardı. Bunu duyan Firavun o yıl doğan erkek çocuklarının öldürülmesini emretmişti.

Ali Bulaç bu ayetin tefsirinde “Böyle bir rivayeti kabul etmek kahinlerin gaybı bileceğini kabul etmek olur ki bu doğru değildir. Gaybı ancak Allah bilir. Ayetin genel akışından bu erkek kıyımının bir defa değil birkaç defa zaman zaman yapıldığı anlaşılıyor. Firavun muhtemelen İsrailoğullarının çoğalmasını ve toplum içinde nüfus kaynaklı güçlenmesini engellemek için böyle bir zulme başvuruyordu. Hz. Musa’da böyle bir erkek kıyımının yapıldığı dönemde dünyaya gelmişti” diyor.  

"Al-i Firavun", hem Firavun'un ailesinden olan kişileri, hem de Mısır'ın yönetici sınıfına mensup olan kimseleri ihtiva eder. 

Firavun Mısır idarecilerinin genel ismi idi özel bir idarecinin adı değildi. 
Burada değinilen olaylar Yahudiler tarafından çok iyi bilinmekteydi. Bu nedenle, onların şükretmediklerini ve Allah'ın verdiği bütün nimetlere karşılık kötü ameller işlediklerini hatırlatmak üzere bu tarihî olaylara kısaca değiniliyor.

Üstad Mevdudi “Bu, onlar için bir karakter imtihanıydı. Onların sıradan bir maden mi, yoksa saf altın mı olduklarının anlaşılması için ateşte denenmeleri gerekiyordu. Bunun yanısıra onlar, mucizevî kurtuluşlarından sonra Allah'a şükredip şükretmeyeceklerinin ortaya çıkması için de imtihana tâbi tutulmuşlardı” diyor.

Buradaki İmtihan zor bir imtihandı. Doğan erkek çocuklarımızın elimizden alınıp öldürüldüğünü düşüne bilirsek nasıl zor bir imtihandan geçtiklerini anlarız sanıyorum. Tabi imtihanın zorluğu nimetinde büyüklüğünü gösterir. 
50- Ve sizden dolayı denizi ikiye yarıp sizi kurtardığımızı ve Firavun'un adamlarını -siz seyredip dururken- boğduğumuzu da hatırlayın. 
Bu ikinci nimet kurtarıcı mucize idi. Bu sıradan bir olay değildi. İsrail oğulları Firavun ve askerlerinden kaçıp Kızıldeniz’in kenarına geldiklerinde onlar için görünürde kurtuluş kalmamıştı. 

İşte o an Allah tarihe müdahale etti. Kızıldeniz ikiye ayrılıp önlerinde bir yol açıldı. Kurtarıcıları Hz. Musa ve Hz. Harun önderliğinde Kızıldeniz’in içinden geçtiler. Arkalarından gelen Firavun askerleri ile Kızıldeniz’de boğuldu. (Yunus-90) 

İsrailoğulları bu mucizeyi sadece seyretmediler  bizatihi yaşadılar. 
İşte Allah İsrailoğullarına bizatihi yaşadıkları bu mucizeyi hatırlatıyor.

ZehraZehra

seyyidezehra@outlook.com