ANALİZ
Giriş Tarihi : 16-05-2023 13:55   Güncelleme : 28-05-2023 15:19

Atasoy Müftüoğlu Yazdı: İlkesizliğin Sefaleti...

Atasoy Müftüoğlu Yazdı: İlkesizliğin Sefaleti...

Atasoy Müftüoğlu İslami Analiz'de "İlkesizliğin Sefaleti..." başlıklı bir yazı kaleme aldı.

İşte o yazı: 

Günümüz dünyasında, statükonun, geleneğin, konformist kültürün ve konformist din algısının sınırları içerisine hapsedilen Müslüman halklar/toplumlar ve kültürler, İslam’ı, bir bütünlük ve özgünlük içerisinde temsil ve tecrübe etmedikleri, edemedikleri için büyük bir ufuk daralması içerisinde, bilinç özürlü halklar olarak mevcudiyetlerini sürdürüyor.  Müslüman halklar/toplumlar/ülkeler, bilinç özürlü oldukları için, yerli ve milli bencillikleri aşamıyor, İslami büyük dayanışmayı düşünmüyor, yeni emperyalizm çağında, stratejik rekabete, nüfuz alanları rekabetine dönüşen ABD-Çin ilişkileri karşısında, etkin bir gelecek vizyonu üretemiyor. Konformist kültür ve konformist din algısı, Müslüman halkları her alanda kötürümleştiriyor, değersizleştiriyor, nesneleştiriyor, anlamsızlaştırıyor.

Bilinç özürlü halklar haline gelen Müslüman halklar, akılsız ve düşüncesiz umutları, kehanet kültürünü, komplo teorilerini çok seviyor, sağcı ve muhafazakâr olmaları koşuluyla bütün oportünist diktatörleri ve diktatörlükleri, sağcı ve muhafazakar olmaları koşuluyla bütün putları ve putperestlikleri de maalesef çok seviyor. Bu toplumlarda hakikate ihanet pahasına, hamaset söylemi ile komplo teorileri ısrarla gündemde tutuluyor. Entelektüel cesaret, liyakat, sorumluluk, irade ve adanmışlığa sahip, bağımsız-eleştirel kadrolara sahip olmadıkları için, varoluşsal sorular sorma, sorgulamalar yapma yeteneğini kaybeden toplumlar, akıl sağlığını kaybettikleri için, muhafazakâr sağcı/milliyetçi/oportünist diktatörlerin makamını aziz Peygamberimiz Efendimizin (s.a.v.) makamıyla eşitleyebilecek ölçüde çok derin bir şizofrenik zihniyet sergileyebiliyor.

İslam dünyası toplumlarında, gelenek/görenek, bir yığın ayrıntı, bir yığın aşırılık, bir yığın yüzeysellik ve çerçöple malûl bulunan kitleler, taklit yoluyla zihinsel köleliği meşrulaştırıyor, kurumsallaştırıyor. İslam toplumlarında, toplumun bir kesimi, modern-seküler-Aydınlanmacı ideolojiyi, bir diğer kesimi ise geleneği-geçmişi taklit etmek suretiyle, büyük bir yanılsama içerisinde, kendi kendilerini düşüncesizleştirerek etkisiz hale getiriyor. Toplumsal bilinci, bilgeliği ve yüzleşmeyi imkansız kılan ideolojik-seküler, popülist-muhafazakar karşıtlıklar, birbirlerini tanımayan, tanımak istemeyen ve çatışan iki ayrı bağnaz gerçeklik oluşturuyor. Sözünü ettiğimiz karşıtlıklar, toplumu, toplumlarımızı varoluşsal niteliklere yabancılaştırarak, kirli önyargılara, kirli propaganda sloganlarına mahkûm ediyor.

İslam dünyası toplumlarında, geçmiş hırdavatçılığı yaparak varlığını sürdürmeye çalışan düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatı, zamanın/tarihin sorunlarıyla yüzleşebilecek, hesaplaşabilecek bir düşünce-kültür-dünya görüşü iklimi oluşturamıyor, büyük teknoloji şirketleri tarafından belirlenen online toplumlarda özellikle genç kuşakların kişilik ve karakterleri pazarlama yöntemleriyle değişime/dönüşüme tabi tutuluyor, insani varoluşlar, satılık varoluşlara dönüştürülebiliyor. İnternet sisteminin belirlediği kültürel çevrelerle sınırlı toplumlarda tekno modernizmin ve tekno kültürün yapay dünyası, dijital itaate koşullandırılan dijital kimlikler oluşturuyor. Kendilerini geçmişin hırdavatçılığına adayan toplumlar ve kültürler, tekno-feodalizm çağında hiçbir güvencesi olmayan toplumlar haline geliyor.

Hamaset ve fütühat söylemi, kehanet ve komplo teorileri söylemi/söylemleri, bir toplumun kendi kendisini nasıl sistematik bir biçimde aldattığını, aldatmaya devam ettiğini gösterir. Arabesk hamaset dili ve söyleminin, kehanet dili ve söyleminin, komplo teorileri dili ve söyleminin düşüncesiz tiranlığı, kitleleri hakikate yabancılaştırırken, gerçekliği örtbas ederken, İslam’ı da bir ütopyaya dönüştürerek, radikal edilgenlikler oluşturuyor. Komplo teorileri, toplumun/toplumların, karşı karşıya bulundukları bütün sorunların dış güçlerden kaynaklandığını iddia ederek, toplumsal sorumsuzluğu/keyfiliği ve edilgenliği toplumsallaştırıyor. Egosantrik arabesk hamaset dili ve söylemi, kendisinden başka herkesi suçlayarak, herkesi etiketleyerek/aşağılayarak, paranoyak bir zihinsel iklimi sıradanlaştırıyor. Konformist tekdüzeliği içselleştiren bir toplum tercihlerinde ve eylemlerinde özgür değildir. Bu tür toplumlarda savrulmak ve sürüklenmek bir kader haline gelmiştir. Sömürgeleştirilmeye ve istismara açık toplumların, özgürlüğe istihkakı olamaz. Konformist tekdüzelik, bağımsızlığa/özgürlüğe, eleştirel düşünceye, eleştirel kültüre, eleştirel bağlılıklara, özgün farklılıklara, farklı yoruma, bağımsız üretkenliğe hayat hakkı tanımaz. Tekdüzelik ağır bir bağımlılık ve tutsaklık biçimidir. Konformist tekdüzelikle bütünleşen, politik popülizmlerin, kültürel popülizmlerin, varoluşsal meselelerle ilgili, temel meselelerle ilgili içerik/yorum/çözümleme ürettikleri görülmemiş, duyulmamıştır.

Modern dünya sistemi, içerisinde yaşamakta olduğumuz dönemde bir bunaklık durumu sergiliyor, bu bunaklık durumu öngörülemez bir dünya tablosu oluşturuyor. Bütün toplumlar ideolojik bir köhneleşme içerisinde yaşıyor. İslam toplumlarında ataerkil toplumsal değerler, otoriter politik yapıları daha güçlü, daha yasakçı hale getiriyor. Ataerkil gelenekler/değerler/zihniyet, otoriter muhafazakarlıkla, sağ-faşist unsurları aynı düzlemde buluşturuyor. Ataerkil gelenekler, otoriter/yasakçı yapılara meşruiyet kazandırıyor, devlet iktidarlarını kişisel iktidarlara dönüştürebiliyor. Her tür bencillik, benmerkezcilik, ulus-devlet ve mezhep bencillikleri, etnik köken bencillikleri, toplumların medenileşmelerini, medeni ilişkiler geliştirmelerini ve evrensel iletişim-etkileşim ve dayanışmayı engelliyor. Bu tür bencillikler ve benmerkezcilikler, tahammül edilemez bir faşizan-barbar iklim oluşturuyor. Kültürel niteliksizlikler, lümpenlikler, Kürt karşıtı, Şii-Alevi karşıtı patolojilere ve şiddete hayat veriyor. Türkleşme politikalarını tahkim eden bir yaklaşım, Kürt sorununu derinleştiriyor.

İslam toplumlarının ortak bir tarih ve siyaset felsefesi, dünya görüşü misyon ve vizyonları olmadığı için bu toplumlar, kendi İslami varoluş ve mevcudiyetlerinin sorumluluklarının bilincine sahip olma yetisine ve iradesine sahip değiller. Bu toplumlar böyle bir sorumluluk ve iradeye sahip olmuş olsalardı, bugün, aynen Kızılderililerin maruz kaldıkları zulme ve soykırıma maruz kalan Filistin halkına siyasal yardımda bulunuyor olacaklardı. Sistematik zulme ve soykırıma maruz kalan Filistin halkına siyasal yardımda bulunma iradesine sahip olmayan İslam dünyasında ve toplumlarında, siyasal İslamcılıktan söz etmek, ucuz bir propaganda klişesinden söz etmek demektir. Aziz İslam’ı, yerli-milli-makyavelist bir muhafazakarlığa dönüştüren, Türklüğü ve kapitalizmi de içselleştirerek meşrulaştıran, tek vatan, tek bayrak, tek millet, tek devlet sloganlarını şiar edinen bir politik sürecin ve yaklaşımın “siyasal İslamcılık” olarak yorumlanması çok kirli ve çirkin bir yakıştırmadan ibarettir. Makyavelist muhafazakarlığı, “siyasal İslamcılık” olarak okumak, önyargılı-ideolojik bir okuma biçimidir.

Günümüzde, emperyalist gerçekliğe, siyasal cevaplar veremeyen, duygusal-hamasi tepkilerle yetinen, bu gerçeklik karşısında geri çekilmeyi alışkanlık haline getiren toplumlar ve kültürler, hiçbir şekilde hiçbir zaman bağımsızlıklarını tamamlayamaz. Günümüz İslam toplumlarında yanlış bilinç temelinde şekillenen otoriter popülizmler, kültürel anlamda, entelektüel anlamda, entelektüel/felsefi anlamda mutlak bir iktidarsızlık, etkisizlik sergiliyor. İslam toplumlarında yanlış bilincin içselleştirilmesi, normalleşmesi, sıradanlaşması; bilinç merkezli bir entelektüel özgürlük mücadelesini imkânsız kılıyor. İslam toplumlarında, kendilerini, tek adamın ufkuna, tarzına, tavrına, diline, vicdanına hapseden toplulukların, bağımsız ufku, tarzı, tavrı, tercihi ve vicdanı olamayacağını hatırlamak ve hatırlatmak gerekir. Sığ, kaba, ötekileştirici, bayağı, saldırgan otoriter politik popülizmi, İslam’ı araçsallaştırmak suretiyle meşrulaştırmaya çalışmak, İslam’a ihanet anlamı taşır. İslami farkındalığa sahip her Müslüman, yerli-milli bir İslamcılığın mümkün olmayacağını bilir. Kurmaca bir tarihle, manipülasyon ürünü bir tarihle İslamcılık yapılamaz. Bugün, İslam toplumlarında iktidar çıkar ve ayrıcalıkları adına, İslami akıl, bilinç ve ahlak paramparça ediliyor. Bu durum, ilgili toplumlarda çok ciddi bir ilkesizlik sefaleti yaşandığını gösterir. Toplumlarımızda yaşanan ilkesizlik sefaleti nedeniyle, kendilerini muhafazakâr-dindar olarak tanımlayan kesimler, politik bencillikler ve tarafgirliklerle bütünleştikleri için, otoriter politik popülist propaganda dili tarafından, bütün bir toplumun her alanda varoluşsal niteliklere yabancılaştırılarak taşralılaştırılması karşısında, eleştirel ahlaki ve vicdani bir tavır alamıyor, seslerini yükseltemiyor, bu taşralılaştırılmayı, lümpenleştirilmeyi onaylıyor. Tek adamların ufkunu tek ufuk haline getirerek kutsallaştıran toplumlar, bu tercihleriyle hiçliği seçmiş olurlar. Tek adam rejimlerini meşrulaştırarak-yücelten, takdis eden toplumlarda, tek adam’lar dışında adam kalmamış demektir. Din’i ya da politik popülizm uyuşturucularına maruz kalan bir toplum, hiçbir yabancılaşmayı, hiçbir yozlaşmayı, lümpenleşmeyi ve istismarı teşhis edemez, bunlarla yüzleşemez. İslam toplumlarında içerisinde yaşayarak gördüğümüz üzere, karizmatik din’i ya da politik figürlerin büyüsüne kapılan muhafazakâr topluluklar, kadrolar, yapılar, hareketler, ilkesizliğin sefaleti doğrultusunda sürüklendikleri için kimi dönemlerde oportünist kimlikleri, kimi dönemlerde oportünist jeopolitiği, kimi dönemlerde oportünist İslamcılığı ya da mezhepçiliği, kimi dönemlerde oportünist milliyetçiliği seçiyor, her dönemde oportünist bir konumlanmanın yollarını arıyor. Oportünist iktidarlar, din’i motifler temelinde geliştirdikleri propaganda klişeleriyle, toplumun eleştirel dikkatini/hassasiyetini gasp ediyor.

Günümüz dünyasında, bütün toplumlar ya ideolojik anlamda ya da duygusal anlamda sistematik bir biçimde güdümleniyor. Modern dünya sistemi, tekno-modernizm ve tekno kültür hayatın bütün alanlarını sömürgeleştiriyor. Kimi toplumlarda Türkiye örneğinde görülebileceği üzere, toplumun bir kesimi sömürgeci seküler-ideolojik çerçevelerin içerisine hapsedilen ve mutlaklaştırılan kavramlar aracılığıyla kendi inanç ve değerler dünyasına yabancılaştırılarak düşüncesizleştirilirken; toplumun bir diğer kesimi de akla/bilgi ve bilgeliğe değer vermeyen, ihtiyaç duymayan popülist/konformist hamaset kültürü aracılığıyla düşüncesizleştiriliyor, sömürgeleştiriliyor. Her iki durumda da düşüncesizlik kitleselleştirilmiş oluyor. Düşüncesizliğin kitleselleştirilmesi karşıtlık kültürünü de derinleştiriyor, müşavere-müzakere-muhasebe kültürü imha ediliyor. Karşıtlık kültürü medeni ilişki biçimlerini dışladığı için, kültürel çoğulculuk gelişmiyor, iletişimsizlik normalleşiyor. Medeni aklın yerini, bilgeliğin yerini, partizan akıl alınca ya dışlayıcı ve baskıcı otoriter bir popülizm, otoriter bir muhafazakarlık; ya da otoriter-dışlayıcı bir laiklik hayata geçiriliyor. Otoriter popülizm ve otoriter muhafazakarlık, İslami bilincin ölümcül bir kriz’le karşı karşıya gelmesine neden oluyor. Otoriter muhafazakarlığın, yasakçı muhafazakarlığın ürettiği propaganda ve çıkar dindarlığı, araçsal dindarlık, İslam’ın içini bütünüyle boşaltıyor. İslami ilgi, dikkat ve etkinlik sloganlara/folklore indirgeniyor. Propaganda dindarlığı, araçsal dindarlık, hayatlarımızı ve umutlarımızı bayağılaştırıyor.

İçerisinde bulunduğumuz dönemde, internet sokağında yetişen genç kuşaklar, küresel internet şirketlerinin ideolojik-ırkçı-sömürgeci niyetlerinin farkında ve bilincinde değiller. İnternet sokağında yetişmek, bütün anlam ve değer sistemlerine yabancılaşmakla sonuçlanıyor. Teknobilimin araçsallaştırıcı içeriği-işlevi, anlamlı bir varoluşu imkânsız kılarken, insani-ahlaki-vicdani bağlamından koparılmış bir sistem oluşturuyor. İnternet dünyasının yeni bir sömürgeci söylem/bakış/yorum oluşturduğunu görmek gerekir. Bunun yanında, yerli ve milli retoriğinin, ezan-bayrak retoriğinin, şanlı tarih retoriğinin de İslami bütünlük bilincini tahrif ve tahrip ettiğini anlamak/farketmek hayati önem arzeden bir tartışma konusudur.

Teknoloji ve bilimi fetişleştiren kapitalist-seküler ve ideolojik ihtirasların, fıtri-doğal-biyolojik-insani sistemi değersizleştirerek, bu sistemin yerine dijital sistemi koymaya, geleceği metalaştırmaya, insanilikten ve ahlakilikten bağımsız korkunç bir dünya oluşturmaya çalıştığı bir dönemde, İslam toplumlarının, toplumlarımızın, popülist/oportünist-sağcı-hamasi sloganların-klişelerin içerisine hapsedilmesi, çok büyük bir ufuk ve dikkat körlüğü oluşturuyor. Toplumlarımızda politik kazançlar, nicel/sayısal kazançlar adına üretilen sansasyon-menkıbe-demagoji-spekülasyon-manipülasyon dili ve politik entrikalar, ne yazık ki kitlelerin dikkatini sömürgeleştiriyor, algıları standartlaştırıyor, popülist-muhafazakâr propaganda söylemi aracılığıyla toplumun homojenleştirilmesi, mekanikleştirilmesi, İslami bilincin tahrif edilmesine, çarpıtılmasına neden oluyor.

Evrensel İslami bilincin sesini, çağrısını, uyarısını duymayan, bilinç açlığı ve özlemi duymayan toplumlar, gündelik/yüzeysel/çıkarcı varoluşlar/beklentilerle oyalandıkları, avundukları için, sahici varoluşlara, sahici kişiliklere ve sahici karakterlere yabancılaşıyor. Bilim ve teknolojiyi putlaştıran çevreler, bilim ve teknolojinin neden olduğu küresel sorunların, hayatı/suyu/toprağı/okyanusları zehirleyen, kirleten sorunların kimler tarafından ve nasıl çözümlenebileceğini bilmiyor.

Hangi toplumda olursa olsun, her türlü popülizm ve oportünizm ahlaki hayatın, entelektüel hayatın çöküşüne neden olurken, aynı zamanda, çıkar ve iktidar mücadelesi de kültür ve bilgelik mücadelesini imkânsız kılıyor. Kültür ve bilgelik yoksulluğuna maruz kalan toplumlarda, ilahi hakikati bütün boyutlarıyla temsil ve tecrübe eden ahlaki ve entelektüel bağımsızlık sahibi, kamusal zihinler ve ruhlar yetişmediği için, çıkar ve iktidar mücadelesi adına aziz ve mükerrem İslam kolaylıkla bir istismar nesnesi haline getirilerek, acımasızca tüketiliyor, hırpalanıyor ve örseleniyor. Romantik hamaset dili ve söyleminin aklı ve mantığı olmadığını gerçek dil ve söylemin ahlaki ve entelektüel bir dikkat ve sorumluluktan oluştuğunu hatırlamak gerekir. Karşı karşıya bulundukları sorunlarla yüzleşmeye cesaret edemeyen toplumlar bu sorunları biriktirmeye devam ederler.

ZehraZehra

seyyidezehra@outlook.com