MAKALE
Giriş Tarihi : 04-05-2023 12:04

Ali Bulaç Yazdı: Yakın Tarih Perspektifinden 14 Mayıs Seçimleri..

Ali Bulaç Yazdı: Yakın Tarih Perspektifinden 14 Mayıs Seçimleri..

Türkiye, 14 Mayıs günü önemli bir seçim için sandığa gidiyor. Kişisel olarak muhtemel seçim sonucuyla ilgili herhangi bir tahminde bulunmayacağım. Sandıktan çıkacak sonuçtan daha önemli temel bir konu üzerinde durmak, bunun ulu’l elbab, iyi niyetli insanlar tarafından müzakere edilmesini önermek istiyorum.

150 senedir siyasi sistemde özünde, mahiyetinde bir iyileşme yok. Bunun sebepleri nelerdir.

Ana hatlarıyla ve çok kısa olarak 1876’dan 2023’e kadarki tarihe bakalım:

Birinci Meşrutiyet

23 Aralık 1976’da ilen edildi. Anayasası Kanun-i Esası; yasama meclisi Meclis-i Umumi, yürütmesi II. Abdülhamit idi.  Literatürde sisteme Anayasal monarşi denir. Köhnemiş, kurumları iş göremez hale gelmiş Osmanlı’nın yine kurucu ideolojisi İslam ve batının yaşadığı siyasi tecrübeden gerekli dersleri çıkararak ayağa kalkmak mümkündü.

İslamcılar bu tarihi fırsatın doğru değerlendirilmesini istediler, kendini sistemin merkezine yerleştiren II. Abdülhamid bu fırsatı elinin tersiyle itti; Rus Savaşını bahane ederek 1878’de Meclis”i dağıttı, anayasayı lağvetti, 33 sene sürecek bir istibdat rejimi kurdu.

İkinci Meşrutiyet

23 Temmuz 1908’de İkinci Meşrutiyet ilan edildiğinde Abdülhamid’in istibdadından kurtulduk diye insanlar sevinç gösterileriyle meydanlara döküldü. İslam alemi bayram yaptı adeta. Gönlü Osmanlı’dan yana olan Arnavutlular, Mısırlılar ve başkaları çocuklarına “Enver” ismini koydular. (Arnavutluk’ta Enver Hoca, Mısır’da Enver Sedat, Kıbrıs’ta Niyazi Berkes’in ağabeyi Enver Berkes).

Osmanlı’nın her bölgesinden insanlar mecliste temsil edilir ve büyük ümitler beslerken, fakat zaten öteden beri yeni bir istibdat döneminin gizli hazırlıklarını yapan İttihatçılar 23 Ocak 1913’da Bab-ı Ali baskını ile inisiyatifi tamamen ele geçirdiler. Hürriyetler bir yana Abdülhamid’in istibdadını arattılar, bununla da yetinmediler 600 yıllık Osmanlı devletinin dağılmasına sebep oldular.

Darbe, suikast, cinayet ve komitacılıktan başka siyasi araçları olmayan İttihatçı çetenin (Enver, Talat, Cemal paşalar) gerekçesi Bulgarların kuşatması altındaki Edirne’nin kurtarılmasıydı (Dış tehdit)!

İttihatçılar gerçekten insanlara hayatı dar ettiler ama Abdülhamid’in yönetimi de boğucu bir istibdat rejimiydi. Tencere dibin kara, seninki benden kara misali! Abdülhamid’in istibdadını tolere edip Namık Kemal, Ziya Paşa, Mehmet Akif, Elmalılı Ahmet Hamdi Yazır ve Said Nursi gibi zatlara kem gözle bakanlar, allame-i cihan olsa benim gözümde müstebid ruhlu insanlardır; günde bin rekat namaz kılsalar da onlara İslamcılık şerefini layık görmem.

Cumhuriyet

Abdülhamid’in istibdadını İttihatçı çetenin komitacılığı ve baskıları, İttihatçıları da Cumhuriyetçiler takip etti. Cumhuriyetçilerin ilham kaynağı Fransa’nın jakoben 3. Cumhuriyet modeliydi.

Başlangıçta, yani 1920-1925 arası nisbi özgürlük ve serbestiyet dönemidir. 1921, 1924 Anayasaları var; bugün için de dahi bu iki anayasada hayli ileri maddeler, amir hükümler var. Ne var ki 1925’te Şeyh Sait Ayaklanması ve 1926 İzmir Suikastı bahane edilerek Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatıldı, 1950’ye kadar sürecek tek parti yönetimi başladı ki, bu dönemin de Abdülhamid’in veya İttihatçıların baskılarından geri kalır yanı yoktur.

Hala bunun derin özlemi içinde olanlar az değildir.

DP dönemi

Almanların ve İtalyanların savaşı kaybetmesi üzerine, Türkiye Batı İttifakı içinde yer alma mecburiyetiyle karşı karşıya gelir; NATO’ya girişin iki standardı çok partili sisteme geçmeyi ve dini özgürlükleri tanımayı kabul eder. 14 Mayıs 1950 seçimleri ile DP iktidara gelir, yeni getirilen demokratik atmosfer içinde 1954’e kadar işler iyi gider, 1957’ye kadar da eh idare eder ama 1957’dan sonra baskı dönemi başlar, basına sansürler gelir, Tahkikat Komisyonları kurulur vs. Bunu 1960 (27 Mayıs) askeri ihtilali takip eder.

AP-Demirel

1961 Anayasası kısmi özgürlükler getirir. 1965 ‘de Demirel’in AP’si iktidar olur, önemli adımlar atılır, iktisadi büyüme belli bir istikrar gösterir, darbenin yaraları sarılmaya çalışılır. Fakat bu da uzun sürmez, 1970 (12 Mart) muhtırası (aslında darbe) ile dönem son bulur. Ecevit-Erbakan (CHP-MSP) koalisyonu bir umut ışığı olur ama sistem buna izin vermez, MC hükümetleri başlar; artık ülke tam anarşiye teslim olmuştur; kontrollü anarşiyi işletenler bir sene gecikmeyle 12 Eylül 1980’da kanlı askeri darbe yaparlar.

Özal dönemi

1982 Anayasasına halkın yüzde 91,37’si “evet” der, Kenan Evren’in açık taleplerine ve Bülent Ulusu’nun tehditlerine rağmen halk 1983 seçimlerinde ANAP’ı iktidara getirir. Yeni bir dönem başlar, transformasyon politikaları uygulanır ama Özal bile siyasi yasaklardan yana tavır koyar. Restorasyona devam edilemez; iki muhafazakar parti arasındaki çatışma her dönemde Abdülhamid ile İttihatçıların izdivacından mütevellit baskı başka bir kılığa girer, sahnedeki yerini alır. Artık 83 ruhu çoktan mezara gömülmüştür.

Erbakan dönemi

1995 Çiller Hükümetinin arkasından yeni hükümet kurulur.  Her ne kadar yeni kurulan hükümete Refahyol deniyorsa da, aslında döneme siyasi damgasını Erbakan vurur (28 Haziren 1996-30 Haziran 1997). Erbakan tam bir reform hükümeti kurar; denk bütçe ve havuz sistemi ile ekonomiyi kontrol altına alır, memurlara cumhuriyet tarihinin en yüksek zammını yapar; D-8 ile Türkiye’nin önüne yeni bir ufuk açar ama küresel güçlerle iç rantiyecilerin işbirliğiyle 28 Şubat 1997’de darbe olur. Yine başa dönülür.

AK Parti-Erdoğan dönemi

Merkez sağın ve merkez solun çöktüğü 3 Kasım 2002 seçimleriyle AK Parti iktidara gelir. Milli Görüş’ün en seçkin siyasetçileri yeni bir “Türkiye partisi” profili çizer. İlk seçimde parti yüzde 34 almış ama altı ay içinde toplumsal destesi yüzde 50’le çıkmıştır. Sadece Türkiye’de değil, batıda, AB çevrelerinde ve İslam aleminin tamamında büyük umutlar yeşermiştir. 8-9 senelik övgüye değer bir başarı hikayesinden sonra film makarası tekrar başa sarar.

2011’de yakalanılan Neo Osmanlıcılık hastalığı sonucu A’dan Z’ye yanlış Suriye politikası ve 15 temmuzda iki muhafazakar gücün uğradıkları güç zehirlenmesiyle eski tas eski hamam dönemi eskiye dönülür, yeni dönemin rol modeli 1925-1950 arası sistemdir.

Bu sayede Cumhuriyet fabrika ayarlarına döner; 2000’li yıllarda emekli generallerden ve ilkokul çocuklarından başka Kemalist-Atatürkçü yok iken, bir anda toplum Kemalist moda sokulur, yüzbinler Anıtkabir’e akın eder; kısaca Kemalizm kendini restore eder.

Türkiye’de Abdülhamid’i, İttihatçıları, Kemalistleri, demokrat partiyi, muhafazakarlığı, solu, milliyetçiliği  yüceltenler var. Ama temel sorunlar çözülmüyor; her birinin konumu diğerini yok sayma veya kendine tabi kılma stratejisi üzerine kurulmuş. Seçimler oluyor, yöneticiler değişiyor, fakat statüko her defasında kendini restore ederek varlığını devam ettiriyor.

Geldik 14 Mayıs 2023’e

Genel kabule göre, AK Parti’nin sahneye çıkışında takip ettiği rotadan sapması yaklaşık 12 senedir sürüyor, şimdi 14 Mayıs 2023 günü Türkiye yeni bir seçime gidiyor. 85 milyon insan ya “tamam” ya “devam” diyecek.

“Devam” derse mesele yok. Abdülhamit dönemi 33 sene, Kemalist tek parti dönemi 27 sene sürmüştü. AK Parti’nin geldiği nokta ile bileşenlerine baktığımızda, sistemin yeni bir sıçrama yapacağı ihtimali zayıf görünüyor, nitekim Cumhur İttifakı’nın seçim kampanyasında yeni demokratik vaadler, yeni bir hikaye yok! Ana tema yeni bir yüzyıla Türkiye’nin bu siyasi, idari ve sosyo ekonomik formasyonla yoluna devam edeceği konusudur.

Bazılarına göre R. Tayyip Erdoğan’da etkin bir realizm var, geçmişte ve öncesinde kendince ne yanlış yapmışsa hepsini siler, yepyeni bir siyasi hikaye ile çıkar ve seçmenini ikna eder, yani 14 Mayıs için Erdoğan lehine ümit beslenebilir. Bu değerlendirmede doğruluk payı var ama 7 senedir birlikte hareket ettiği bileşenleriyle gönlünden geçeni rahatlıkla yapıp yapamayacağı sorulmaya değer.

CHP ve bileşenleri ne gelince. Haliyle muhalif pozisyonları dolayısıyla bu dönemi tamamen sona erdireceklerini söylüyorlar.

Farz edelim ki Millet İttifakı seçimleri kazandı.

Beni hayli düşündüren soru şudur:

1876’dan bugüne kadar yaşadığımız tecrübe bize şunu gösteriyor: Mehter marşı yürüyüş düzeninin tersine “bir ileri iki geri” adım atıyoruz. Herkesin güvenlik, özgürlük, refah ve haklarının korunduğu, adil paylaşımın olduğu, herkesin kimliğini serbestçe özel, sivil ve kamusal alanda ifade edip görünür kıldığı bir siyasi ve idari sistemi bir türlü kuramıyor, belli kısa aralıklarla başarı göstersek bile, birkaç yıl arayla her defasında başa dönüyoruz.

Diyelim ki AK Parti veya Cumhur İttifakı seçimi kaybetti; CHP ve Millet İttifakı kazandı, 1,5 asırdır (147 sene) yaşadığımız tecrübeyi tekrar etmeyeceğimizin garantisi nedir?

Şu veya bu partinin, şu veya bu ittifakın taraftarı veya muhalifi olmadan aklı başında, gündelik siyasette gözü olmayan, zihnini ve gözünü partizanlık bürümeyen insanların şu sorulara cevap aramaları gerekir:

Nerede hata yapıyoruz?

Neleri ıskalıyoruz?

Hangi sorunların kaynaklarına inemiyoruz?

Farklı Bakış

ZehraZehra

seyyidezehra@outlook.com