ANALİZ
Giriş Tarihi : 11-09-2023 20:58   Güncelleme : 16-09-2023 06:24

Ali Bulaç Yazdı: Kerkük Üzerine..

Ali Bulaç Yazdı: Kerkük Üzerine..

Yirmi senedir Irak’taki etnik gruplar arasında tartışma konusu olan Kerkük‘te olaylar yine çatışma noktasına geldi. Bu sefer ki konu Ordu Binasının kimni kontrolünde olacağıyla ilgili: Bina peşmergenin mi, Bağdat Hükümetinin mi kontrolünde olacak. Aslında bina zahiri ve bir yerde halli kolay bir mesele, ihtilaf konusu çok daha derinlerde. Derindeki düzeyde çözülmedikçe her fırsatta ihtilaf çatışma potansiyeli taşıyor.

Bu açıdan ben 2007 yılında bu konuyu ele almıştım, yeniden ele almakta fayda var.

Türkmenlerin iddiasına göre Saddam zamanında Kerkük’ten sürülen Kürtlerin sayısı tamı tamına 11.800 kişiydi, 2003’ten bu yana bu şehrin kadim sakinlerini eski yerlerine getirtme bahanesiyle 600 bin Kürt getirtilmiş bulunuyor. Arapların iddiasına göre ise Saddam zamanında Kerkük’ten çıkarılan Kürt sayısı 9.000 idi, 2003-2007 arasıda şehre yerleştirilen Kürtlerin sayısı 400 bine ulaşmış durumda. Kısaca hem Türkmenler hem Araplar, Federal Irak Anayasası’nın 140. maddesi çerçevesinde Kerkük’te olup bitenlere tepkili. Tepkinin gerekçesi Kerkük’ün Türkmenlere göre “Bir Türkmen şehri iken Kürt şehri”, Araplara göre “Kerkük bir Arap şehri iken Kürt şehri” haline getirilmiş olmasıdır.

Konuyla ilgili rakamlar, bilgiler çoğu zaman birbirini tutmuyor. Her etnik grup politik amacına göre tarihi bilgileri ve rakamları manipüle edebiliyor. Öyle de olsa şikayetlerin ana çerçevesi belli. Irak Türkmen Cephesi Lideri Sadettin Ergeç şunları söylüyordu: “Saddam 2003’te düştüğünde Kerkük’ün nüfusu 873 bin idi. Şimdi 1,5 milyona çıktı. Araplar tehcir ettirildi (sürüldü), Türkmenler varlığını koruyor. Pekiyi bu 700 bin ilave nereden geldi? Irak işgal edildiğinde ilk olarak nüfus ve tapu dairelerine saldırıldı. Erbil gibi Kerkük’ün de nüfus yapısı değiştirildi. Son seçimlerde Kürt seçmen sayısı 250 bin olarak tespit edildi. Transfer edilen nüfus, Saddam’ın ordusunun tahliye ettiği binalara, boş arazilere, futbol stadyumlarına, çadırlara yerleştirildi. Yeni Anayasa Kürt nüfusun takviyesini öngörüyor.” (25 ağustos 2006, TGRT, Başbaşa Programı, Saat: 22.00)

     

Türkmenlerin ve Arapların tepkileri ortak.

Kerkük, sadece Irak’ın değil, bölgemizin de önemli yerleşim merkezlerinden biridir. Şu veya bu düzeyde bu şehirle ilişkili olanların Kerkük üzerinde yoğunlaşması garip değildir. Irak’ın Amerikalılarca işgal edilmesi Arapları –özellikle Sünnileri- ve Türkmenleri güçsüz duruma düşürdü. Kürtler ise, -Şiiler gibi- işgal kuvvetleriyle paralel politikalar izledi, Amerika hala Irak üzerinde galip bir gücün patronajı olarak etkisini devam ettiriyor. Kürt önderliği bu süreçten azami faydayı elde ederek çıkmak istiyorlar. Bu real politik bir hesaptır; ideal politik tutum açısından değer hükmünü başka fasılda ele almak gerekir.     

Real politik açıdan Kürtler üç sebepten hareketle Kerkük üzerinde nüfuz kurmaya çalışıyorlar:  

1) Geçmişte, yani 1950 ve 1970’lerde Türkmenler gibi bu şehirden sürülen nüfuslarını geri getirme isteği. Bu son derece doğal, insani ve haklı bir taleptir.

 

2) Kuzey Irak’ta fiilen bir Kürt federe devlet kurulmuş bulunuyor, bu devletin tarihsel ve kültürel bakımdan köklü bir yerleşim merkezine sahip olması arzu edilir; Kerkük bunun için ideal konumdadır.  

3) Ve elbette Irak petrollerinin önemli bir kısmının bu şehirde bulunuyor olması Kerkük’ü cazibe merkezi haline getirmektedir.Ali Bulaç’ın Tüm Yazıları    

Söz konusu üç faktörden biri insani ve temel bir haktan; ikincisi kültürel bir vizyon ve bir ulus inşadan, üçüncüsü de real politik ve ekonomik hesaplardan ilhamını almaktadır.

 

Pekiyi, bu hengamede kim haklı? Veya şöyle de sorabiliriz: Kerkük’le ilgili sağlıklı çözümü hangi referans çerçevesini temel alarak düşünmemiz lazım? Mevcut durumda Kerkük, bölgemizin küçük bir minyatürü gibi.

Bugün Kerkük üzerinde süren ihtilafın, bu şehrin kadim sakinleri Türkmen, Arap ve Kürt elitlerinin kendi etnik kimliklerini şehre baskın bir damga olarak vurmak istemelerinden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Bu ihtilafın tarihi uzak bir geçmişe dayanmaz, modern ulus devletin bölge halklarının ideali haline geldiği yakın zamana dayanır.

     

Hemen şunu belirtmekte fayda var, Müslüman dünyada bir şehrin salt etnik bir kimlikle ilişkilendirilmesi olayına ilk defa rastlıyoruz; İslam tarihinde Mekke ve Medine hariç, bir şehrin salt din veya mezhep kimliğiyle ilişkilendirilmesi de yenidir, modern telakkiye aittir. Bir şehrin bütünüyle tek bir din, tek bir mezhep veya tek bir etnisite tarafından domine edilmesinin kökenleri yakın tarihe dayanır. Meşruiyet gerekçesini iki argüman dayandırmak mümkün: Biri, bir şehirden geçmişte kadim sakinlerinin yerlerinden sürülmesi, diğeri yeni bir ulus inşa etme amacıyla bir şehrin mevcut/verili yapısının yeni bir sosyo-politik işleme tabi tutulması. Her iki argüman ve buna bağlı işlem de “yeni”dir, ilhamlarını İslam’ın ana referans çerçevesinden ve Müslümanların tarihi tecrübelerinden almazlar.

    

Araplar bunu açıkça telaffuz etmeseler de, 1950 ve 1970’lerde Arap milliyetçileri, yeni bir Irak ulusu inşa etme amacında olan Basçıların Kerkük’ten Türkmenleri ve Kürtleri etnik arındırmaya tabi tuttuklarını biliyoruz. Modern zamanlarda ulus devletler kendilerine yeni uluslar inşa etmeye çalışırlarken ya asimilasyonlara veya etnik/dini arındırmalara baş vurmuşlardır. Federal Anayasa’dan şikayet eden Arapların bir kısmı Kerkük’ün kadim sakinleri ise de, bir kısmı tam da bu çerçevede, yani “modern Irak-Arap ulusu” inşa etme sürecinde sonradan güneyden buraya transfer edilen Araplardır.

     

Kürtler de doğal olarak Ahıska Türkleri gibi geçmişte buradan haksız yere sürüldüklerini ve kadim yerleşim birimlerine dönmek istediklerini söylüyorlar. Tarihte şu veya bu sebeplerle önemli nüfus transferleri ve demografik değişiklikler olsa da, Kürtlerin dikkate alınır bir nüfus potansiyeliyle bu şehirde her zaman varoldukları bir gerçektir. Türkmenlere göre 11.800, Araplara göre 9 bin Kürt sürülmüştür. Yaklaşık 10 bin Kürt’ün sürüldüğünü kabul etsek bile, bunların 50 yıl içinde ne kadar çoğaldıkları önemlidir.

     

Türkmenler ise malum, bu şehrin her bakımdan bir “Türk ve Türkmen şehri” olduğunu vurguluyorlar. Ta 1950’lerden beri milliyetçi çevreler “Kerkük Türktür, Türk kalacaktır” sloganını söyleyip duruyorlar. Hakikaten de Türkmenlerin bu şehrin dokusu üzerinde önemli etkilerinin olduğunu, şehrin genel, yani en azından dışa yansıyan manzarasından da anlamak mümkün. Kerkük’e özgü müzik dendiğinde akla Türkmen tınısı ve türküleri gelir; geleneksel Diyarbakır ve Urfa müziğinde Kerkük müziğinin bariz etkisi var. Kerkük’e ait bir Arap veya Kürt türküsü hatırlamıyorum. Zaten önemli bir nüfusa sahip olarak bir yerde yaşayan bir insan grubunun o yerleşim üzerinde herhangi bir etki bırakmadan yaşaması düşünülemez. Bu, farklı derecelerde da olsa benzer bir etki müziğin dışında başka alanlarda Araplar ve Kürtler için de söz konusudur. Geçmişte bu üç etnik grup arasında önemli sayılabilecek hiçbir çatışma olmadı. Aslında bugün de milliyetçilik ve milliyetçiler tarafından provake edilmese halk düzeyinde herhangi bir çatışma veya memnuniyetsizlikten bahsedilemez. Etnik grupların siyasi elitleri, aydınları ve elbette yeni bir ulus devlette imtiyazlı zümre olmaya aday küçük çevreleri (kavmiyetçiler), temsil ettikleri etnik grubun şehirdeki görünür etkisinden hareketle Kerkük’ün kendilerine ait olduğunu öne sürmektedirler. Bu çerçevede Kürtlerin de, “Kerkük’ün kadim bir Kürt şehri olduğuna ilişkin tarihi tanıklıklar var, Kürtler hiçbir zaman bu şehirden vazgeçmeyeceklerdir” dediklerini biliyoruz.

     

Evet, Kerkük Kürt şehri mi, Türkmen şehri mi, Arap şehri mi? Hemen belirtelim ki, Kerkük; mimarisi, müzik ve mutfak kültürü ile sosyal hayatını meydana getiren dokusuyla İslam medeniyetinin önemli merkezleri arasında yer almaktadır. Bu özelliğiyle Basra, Isfahan, Merakeş, Konya, Üsküp veya Amman’dan çok farklı bir karakter arzetmez.

     

Mekke ve Medine hariç tutulacak olursa –Peygamber Efendimiz (s.a.)’in özel statüye bağladığı Haram Bölge- geçmişte İslam dünyasının diğer bütün belli başlı yerleşim merkezlerinde farklı etnik ve dini gruplar bir arada yaşamıştır. Yani Kerkük de diğerleri gibi hem Türkmenlerin, Arapların ve Kürtlerin, hem de Nasturilerin, Süryanilerin, Ermenilerin, Yahudilerin vd. bir arada yaşadığı şehirdir. Milliyetçilik veya milli/ulus devlet bölgenin tabii dokusunu parçalayıcı ve tahrip edicidir.

     

Hıristiyan Batı’da olduğu gibi İslam tarihinde “İslam şehri” olmamıştır. Batı’da neredeyse bütün şehirler birer “Hıristiyan şehri” olarak kurulmuşlardır. “İslam şehri“ batı etkisine giren müslümanların “Hıristiyan şehri“ İslam’a tercümeleriyle literatüre girdi. Sömürgecilik, keşifler ve deniz aşırı hegemonya dönemiyle birlikte Batı ele geçirdiği Avrupa-dışı yerleşim merkezlerini de “Hıristiyan şehri” formuna sokmuştur. Hıristiyan şehri, Hıristiyanların mutlak hakimiyetlerinin tesis edildiği; beşeri, dini ve kültürel olarak başka insan topluluklarının zaman içinde tasfiye edildiği şehir modelidir. Bu açıdan bakıldığında tarihte “İslam şehri” yoktur. İslam devletlerinin hüküm sürdüğü bütün yerleşim merkezlerinde hem farklı etnik grupların (ırklar, kavimler, kabileler, halklar), hem farklı din ve mezhepten insanların birlikte yaşadığı şehir modelinin teşekkülü ve yaşama kabiliyetine sahip olması İslam dini sayesinde mümkün olmuştur.

     

Cumhuriyet’e kadar İstanbul’da gayr-ı müslim nüfus yüzde 40 civarında idi; Anadolu’da da yüzde 20 ila 30 arasında değişiyordu. Bugün de Şam ve Kahire gibi şehirlerde yüzde 10’un üzerinde gayr-ı müslim yaşamaktadır. Müslümanlarla bir arada yaşayan gayr-ı Müslimler ne gettolara hapsolunmuşlardı ne de kimliklerini sıfır derecede silikleştirmişlerdi. Tam aksine şehrin ana dokusunda onların varlığını görmek mümkün olmuştur. Zaten bugüne kadar süren varlıkları, kendilerini toplumsal hayatta ve şehrin mekanlarında ifade ettiklerinin belgesidir. Oysa İspanya’da İslam’ın ve Müslümanların varlığı adeta kazınarak silinmiş, yok edilmiştir. Bu anlam çerçevesinde “Müslüman veya İslam şehir modeli”nden söz edilebilir; Batılı anlamda söz edilemez.

     

Kerkük’ün de tarihi, mimari, kültürel dokusuna yakından bakıldığında, İslam’ın sunduğu birlikte yaşama modeli sayesinde bu dokunun teşekkülünde Türklerin, Kürtlerin ve Arapların ve gayr-ı Müslimlerin zengin katkılara sahip olduklarını görürüz. Kerkük bütün etnik grupların şehridir. Eğer modern tanımsal çerçeveden hareketle Kerkük’e tek bir etnisite (Türkmen, Arap ve Kürt) damgasını vuracak olursa, hem bu şehir tarihi dokusunu ve zenginliğini kaybedip Batılı şehirler gibi tektipleşip yoksullaşacak, hem de hakim etnik grup dışında kalan öteki etnik gruplar birer “azınlık” durumuna düşeceklerdir.

     

Bu, Kerkük için olduğu kadar diğer bütün şehirler için de söz konusudur. Kerkük’ün Medine Sözleşmesi’nden ilhamını alan şehir kimliğinin öne çıkarılması politik açıdan zaruridir de. Aksi halde üç Müslüman kavim birbiriyle savaşacak ve maalesef cahiliye asabiyeti yüzünden kanlar akacaktır. Bölgede uygulanmakta olan stratejik projenin, bölgede yaşayan insanları mezheplerine, etnik gruplarına (ırk ve kavim), kabilelerine ve hatta mümkünse aşiretlerine, en ufak birimlerine kadar ayrıştırıp çatıştırmak olduğunu unutmamak lazım. Eğer tarihte olduğu gibi, bu üç Müslüman topluluk Kerkük’te ve başka yerlerde bir arada yaşama becerisini gösteremiyorlarsa, başlarına gelecek felakete müstahaktırlar demektir. Günahlarının kirinden arınıncaya kadar kanları akacak. Hangi etnisitenin veya kavmin davası olursa olsun, milliyetçiliklerin tümü adalet duygusunun dumura uğradığı, vicdanın karardığı cinnet halidir. Allah hepimize basiret, kardeşlik ruhu ve birlikte hareket etme ferasetini nasip etsin.

Farklı Bakış

ZehraZehra

seyyidezehra@outlook.com