ANALİZ
Giriş Tarihi : 23-07-2023 08:45   Güncelleme : 12-08-2023 02:40

Ali Bulaç Yazdı: Bir Menzil hatırası...

Ali Bulaç Yazdı: Bir Menzil hatırası...

Geçenlerde Menzil cemaatinin şeyhi Muhammed Abdulbaki Erol’un vefatı (Allah rahmet eylesin, sevenlerinin başı sağolsun) çeşitli tartışma ve spekülasyonlara yol açtı. Tartışmalar sürerken 1970’lerde yaşadığım bir olayı hatırladım.

yeni deneme bonusu veren siteler

Bugün bunu paylaşmak istiyorum:

Beyazıt Beyaz Saray’ın arkasında bulunan Düşünce Yayınlarında oturuyorduk. 4-5 arkadaş idik. İkindiye doğru genç bir delikanlı geldi, selam verdikten hemen sonra

yeni deneme bonusu

-Ali Bulaç abi burada mı? diye sordu. “Benim” deyince, başladı anlatmaya:

-Ben Sivas’tan geliyorum. Doğma büyüme İstanbullu’yum, Ajda Pekkan’ın bateristi ve Karagümrük futbol kulubünde futbolcuydum. Tövbe edip hem müziği hem futbolu bıraktım, Menzil tarikatına intisap ettim. Elhamdulillah bu gibi münker işlerle uğraşmıyorum, namazımı kılıyor, haramlardan kaçınmaya çalışıyorum. Size gelmemin sebebi şu:

-Ben Sivas’ta askerlik yapıyorum. Alay komutanım benim ordu futbol takımında oynamamı istiyor, ben ise oynamak istemediğimi belirttim.

-Neden, diye sorunca şöyle dedi:

-Aslında futbolu bıraktım, komutanım da ‘tamam’ diyor, bu profesyonel bir takım değil, terhis olduktan sonra oynamazsın. Ama ben ona kısa şort giymenin haram olduğunu söyledim, çünkü dizden yukarısını gösteriyor. O ne kadar ısrar ettiyse de kabul etmedim, bunun üzerine bana

“-Sana üç gün izin veriyorum, İstanbul’a git, Ali Bulaç’a sor, eğer haram derse oynama”, dedi, beni size gönderdi. Ben de ona:

-Hanefi, Şafii ve Hanbeliler’e göre erkeğin avret yeri diz kapağı ile göbek arasıdır, bu bölgenin başkalarına gösterilmesi haramdır. Ama Malikiler, her ne kadar söz konusu bölge konusunda üç mezheple aynı düşünüyorlarsa da avreti “galiza” ve “hafife” olmak üzere ikiye ayırmışlardır. Galiza bölge önden cinsel organ, arkadan mak’attır; uyluk ile diz kapağı ise “hafife”dir, aklımda Ca’feri mezhebindeki hükmün de Malikiler gibi olduğu bilgisi kalmıştır. Sen Malikiler uy ve oyna, bana göre mahzuru yok, dedim.

Yayınevin’de olan Ahmat Ağırakça ise “bu fetvanın kat’iyyen geçerli olmadığını” söyledi. Ahmet’la bir müddet müzakeresini yaptıysak da bir neticeye varamayınca, delikanlı dedi ki:

-Valla ben Ali Bulaç’a sormaya gelmiştim, ama Ahmet abi de kuvvetli alim görünüyor. İkiniz arasında tereddütte kaldım. Ben iyisi mi Adıyaman Menzil’e gidip şeyhime sorayım, artık onun vereceği fetvaya göre hareket edeceğim.

-Peki, deyip delikanlıyı uğurlarken, ona

-Senden şunu isteyeceğim, Şeyh hazretlerinin sana vereceği fetvadan bizi haberdar et, benim için önemli, dedim. O da tamam deyip gitti.

Aradan birkaç gün geçtikten sonra, Sivas’tan aradı ve:

-Şeyhim, Ahmet abi gibi dizüstü şortla futbol oynamama cevaz vermedi, dedi.

-Ne dedi, neyi gerekçe gösterdi? diye sordum, o

sahabetgir.org

-Hiçbir şey konuşmadı, deyince

-Peki, nasıl anladın cevaz vermediğine, diye sordum. Şöyle izah etti:

-Şeyhi ziyarete gittim, bulunduğu yerde uzun bir kuyruk vardı. Ben de elini öpmek veya musafaha için kuyruğa girdim. Epey kuyrukta bekledim. Tam sıra bana gelmişken, eline yapışacak oldum, sırtını dönüp gitti. Anladım ki, dizüstü şort giymeye cevaz yok.

X

Bu olay üzerinde uzun uzun düşündüm. Baterist ve futbolcu bir genç, günün birinde Menzil cemaatinden biriyle tanışır, yaşadığı hayatının doğru olmadığına hükmeder ve tövbe edip cemaate intisap eder. Futbolla ilişkisini kesmiş, ama bir süreliğine de olsa oynamak istiyor, belli ki iyi bir futbolcu, alay komutanı oynamasını çok istiyor. Kendisi de askerlik süresi içinde oynamaya meyilli, ama kısa şort giymenin haram olduğuna inanıyor; bize geliyor, ben ile Ahmet iki farklı seçenek sunuyoruz, ikimize de fetva konusunda itibar etmiyor; son çare şeyhine müracaat ediyor, şeyhinin de tek kelime etmeden cevaz vermediğine karar veriyor.

Olayın bu yönünün fıkıh-tasavvuf açısından usuli bir boyutu var, bu önemli ama sosyolojik açıdan boyutu da, bir o kadar önemli.

1978’lerde ben şöyle düşündüm:

Salt fikir ve bilgi düzeyinde düşünen bizler topluma yabancı kalıyoruz, onlara ulaşamıyoruz, fikirlerimiz doğru, bilgilerimiz sahih olsa bile, karizmatik liderler, cemaat ve tarikatlar halka kolayca ulaşabiliyor, hayat tarzlarını değiştirebiliyor, mobilize edebiliyorlar.

Burada takınılacak iki tutum var, diye düşündüm:

Ya tarikat ve cemaatlere savaş açmalı, ya da insanlara, onların getirdiği noktadan fikir ve bilinç odaklı çalışmalar yapmalı. Bunun için cemaat ve tarikatlarla çatışma içinde değil, diyalog içinde olmak lazım. Genellikle siyasi mecrada faaliyet gösteren İslami oluşumların toplumu manevi, ahlaki, entelektüel/kelami düzeyde dönüştürmeleri mümkün değil, aksine hem düşünmeye pek vakitleri olmuyor hem iktidar dürtüsüyle inhisarcı ve istilacı olduklarından zararlı olabiliyorlar.

O günkü idealist çözümüm buydu. Bu yolu da takip ettim. Hiçbir cemaat ve tarikata, siyasi İslami harekete hasmane tutum takınmadım; hep sulh ve salah yolunu tavsiye ettim.

Ama her grubun kendi küçük iktidar alanını koruma konusunda çok muhteris ve acımasız olduğu, diyalog ve işbirliğinin fikir adamlarının, şairlerin, şeyhlerin, üstad ve fakihlerin, ağabey ve vaizlerin işine gelmediği hususunu hesaba katmadım.

Eğer sosyal (cemaat/tarikat), entelektüel-fikri ve siyasi İslami hareketler karşılıklı diyalog ve alışveriş içinde olurlarsa, biri diğerini tamamlar ve bundan yepyeni bir İslam hayat ve dünya tasavvuru doğar. İslam tarihinin ikinci yarısından sonra Müslüman kişilik fıkıh, kelam ve tasavvuf arasında bölünmüş, her biri diğerine karşı kendini özerkleştirmiş hatta mutlaklaştırmış; siyasi iktidarlar da İslami karakterlerini çoktan kaybetmiş; tarihte sultanlar ve padişahlar, modern zamanlarda muhteris liderler sadece kendi iktidarlarını yüceltmişler.

İçinde bulunduğumuz trajik durumun bir sebebi bu!

Ama bu bizim kaderimiz değil; değiştirebiliriz.

Farklı Bakış

ZehraZehra

seyyidezehra@outlook.com