TEFSİR
Giriş Tarihi : 19-09-2022 08:53

Tefsir Notları: Fatiha Suresi -2- Ayetler:3-7

Tefsir Notları: Fatiha Suresi -2-  Ayetler:3-7

3. Allah Din gününün malikidir.

Malik güç iktidar yetki ve tasarruf sahibi kimsedir. Kral manasında melikte bu köktendir. Fakat malik melikten daha kapsamlı bir kelimedir. Melik bir beldenin veya ülkenin hükümdarı fakat insanların özel mallarının maliki değilidir. Malik ise bütün varlıkların bu arada melikin yani kral yada hükümdarında malikidir.[1] Hakiki manada yegane malik Allah’tır. İlah ve Rab olarak ortagı olmadığı gibi malik olarakta ortağı yoktur.

Gün denilince güneşin batışına kadar olan süreyi anlarız. Bedir günü ile kastedilen bedir savaşının sürdüğü üçgünü ifade eder. Din günü hesap günüdür. Güneşin doğup batışı ilede bir ilgisi yoktur. “Kimsenin kimseye bir faydasının olmadığı gün ki o gün Hüküm Allah’ındır” (infitar- 17-19)

Din günü yani hesap günü Allah’ın mülkünde tek sahip ve ortaksız olduğu bir kere daha apaçık ortaya çıkacaktır. Din günündeki büyük mahkemede herkes yapıp ettiklerinin hesabını verecek “O gün Allah hak ettikleri cezayı eksiksiz verecektir. Ve onlarda Allah’ın hak olduğunu bileceklerdir.” (Nur- 25)  

Din gününde ‘Din’ ile ifade edilen bütün maksatlar hikmetler o gün tahakkuk edecektir. Bunda hiçbir şüphe yokturki o gün hakikat apaçık ortaya çıkacaktır. Ve gerçek tam adalet o gün gerçekleiecektir. Her hak sahibi hakkına kavuşacaktır.

Rabbimiz  Rahman ve Rahim olduğu söylendikten sonra hemen  Din (Hesap) Günü'nün sahibi olduğunu ifade ediyor. Böylece esirgeyicilik ve bağışlayıcılık özellikleri, O'nun, Kıyamet Günü'nde gelmiş ve geçmiş bütün insanları toplayacağı ve herkesten yaptıklarının hesabını soracağı gerçeğini unuturmasın.

Bu nedenle bir müslüman, Allah'ın sadece merhametli değil, aynı zamanda adil olduğu gerçeğini de hiç bir zaman unutmamalıdır. Allah, dilediğini bağışlama ve dilediğini cezalandırma yetkisine sahiptir. Çünkü O'nun herşeye gücü yeter.

Hesap günün varlığı ve insanlık vicdanın adalet arayışı ahiretin varlığının en büyük kanıtıdır. Bu dünyada görüyoruz ki onca zalim zulmü ile onca mazlumda ahı ile ahirete göçüyor. Bir hesap günü gerekiyorki bu zalimlere cezasını versin, bu mazlumların hakkını alsın. Adalet ihtiyacı hesap gününü gerekli kılıyorki hesap günü var gelecek ve mutlak adalet gerçekleşecek.

4. Biz yalnızca Sana ibadet eder ve yalnızca Sen'den yardım dileriz.

İbadet; kulun kendini Allah’ın mülkü olarak görüp Allah’a itaat etmesidir. Kulluk, büyüklenmenin karşıtıdır. Kulluk kavramının aslı boyun eğmedir itaat etmedir. Kulluk inanan insanın bütün bir hayatını kuşatır. Kulluk, Hayatında Allah’ı dikkate alma bütün yaşamında Allah’a itaat üzere bulunmaktır.

Ayetin birinci kısmı ‘iyyake na’budu’ tüm ibadetleri kapsar, ikinci kısmı ise ibadetler deki tevhid ve ihlası ifade eder.  İbadet Allah’ın razı olduğunu yapmak, ubudiyet Allah’ın yaptığından razı olmaktır.

Kayıtsız şartsız itaat edilecek itaat edilecek tek otarite Allah’tır. Onun dışındaki tüm otaritelere kayıtlı şartlı itaat edilir.

Arapça "İbadet" kelimesi üç anlamda kullanılır:

a) Tapma ve bağlılık;

b) Boyun eğme ve itaat etme;

c) Hükmü altına girme ve kulluk yapma.

İbadet kavramı burada bu üç anlama da gelir.  Allah’ın kulları olarak diyoruz ki "Biz yalnız sana ibadet ederiz, yalnız senin kulların ve köleleriniz. Sen'den başka hiç kimseyi mâbud kabul etmiyoruz. Senin yardımını diliyoruz, çünkü senin Alemlerin Rabbi olduğunu, herşeye kâdir olduğunu ve her şey üzerinde hükümran olduğunu biliyoruz. Bu nedenle, istek ve ihtiyaçlarımızın karşılanması için yardımı senden isteyerek sana yöneliyoruz."

İbadet’in bir boyuru hayatımızı, yaşamımızı Allah’ın emir ve yasaklarını dikkate, haram ve helal sınırı içerisinde yaşamaktır. İbadetin diğer boyutu ise, Namaz gibi, oruç gibi, hac gibi şekilsel ibadetlerimizdir.

Bu ibadetler, Allah’a imanımızın kulluğumuzun somut ifadeleridir.  Bunlar Rabbimizin bizden yapmamızı istediği şekli zamanı belli ibadetlerdir. Kul olarak Allah’ın emrettiği farz ibadetleri kesinlikle yapmamız gerekir. Dahası nafile ibadetlerlede Allah’a daha fazla yaklaşmanın yolarını aramalıyız.

Hz. Ali Nehcül Beleğa’da “Bir kısım insanlar bir beklenti ile Allah’a ibadet ederler bu tüccarların ibadetidir. Bazıları korkudan dolayı Allah’a ibadet eder bu kölelerin ibadetidir. Bazıları Allah’a şükrünün bir ifadesi için ibadet ederler buda özgür insanların ibadetidir.” Der.

İmam Cafer aynı sözü kendi şahsında şöyle ifade eder: “Bazıların cehennem korkusundan, bazıları cennet beklentisinden Allah’a ibadet eder ben ise Sadece sevgimden dolayı Allah’a ibadet ederim”

5. Bizi dosdoğru yola ilet,

Sırat; yol demektir, mustakim; doğru, Sırat-ı musatakim doğru yol demektir.

Rabbimiz Kuran’da yol anlamına gelen sırat ve sebil kelimelerini bolca kullanıyor. Sırat kelimesini Allah’a giden mutlak dosdoğru yol olarak kullanırken sebil kelimes Allah’a giden yolar  başkalarına nispet edilerek kullanılıyor.

Allame Tabatabai bu gerçekten hareketle diyor ki: Sıratı Mustakim tek ve değişmezdir. Ancak Allah’a giden yollar Allah’a kulluk sunanların  sayısı ve çokluğuna göre Allah’a giden tali yolllar sebiller farklılık gösterebilir. Ve tüm bu tali yollar ana yolda Sıratı Mustakim’de birleşirler.

Ama Sonuçta iki ana yol var. Biri Allah’ın hidayet yolu diğeri şeytanın delalet yolu.

“Ey Adem oğulları ben size and vermedim mi şeytana kulluk etmeyin, o sizin apaçık düşmanınızdır, bana kulluk edin, doğru yol budur diye.” Yasin 60-61)

Ve biz Fatiha’da rabbimize dua ediyoruz: "Rabbimiz hayatın her safhasında bizi doğruluğa iletecek yolu bize göster, bizi hatalardan, kötü akibetlerden koru ve sonunda bizi başarıya ulaştır." Diye.

Üstad Mevdudi, bu kulun Kur'an okumaya başlamadan önce Allah'tan istediği şeydir. Kul Allah'a kendisini hayatın her döneminde bilgi eksikliğinden kaynaklanan şüphe ve kararsızlıklardan koruması ve doğru yola iletmesi için rabbine dua eder. Kul aynı zamanda Rabb'inden, bunca sapık yol arasından kendisine hayatta doğru yolu göstermesini diler. Allah’ta kulunun duasını kabul ederek Kuran’da doğru yolun ne olduğunu anlatır.

İşte doğru yolun özelliklerini anlatan iki ayet:

“İnananlar ve imanlarına zulüm karıştırmayanlar elbette güvende olacaklardır. Doğru yolu bulanlarda onlardır” Enam-82 “Rabbim  beni doğru yola sıratı mustakime iletti. Dosdoğru dine Allah’ı bir bilen İbrahim’in dinine”  Enam-161

Bu anlamda Kuran’da birçok ayet var ama örnekleri çoğaltarak hem konuyu uzatmak hemde dağıtmak istemiyorum.

Cihan Aktaş’ın Bizi dosdoğru yola ilet,  ayeti ile ilgili olarak “Günde kırk kere ya rabbi bizi doğru yola ilet diyen Müslümanların konuşurken mutlak doğruda imişcesine konuşmasını anlamıyorum” demişti.

Bu tespit bence çok önemli ve üzerinde düşünmemiz gerekiyor.. Bir Müslüman, yada bir düşünce yada ekol Allah’tan vahiy almadığına göre kendi düşüncesin nasıl mutlak doğru diğer düşüncenin yanlış olduğunu düşünebilir. Hepimizin kendi düşüncemizin yanlış diğer düşüncelerinde doğru olabileceği ihtimalini unutmamamız gerekiyor.

Allame Tabatabai’nin Allah’a giden farklı yoların olabileceği gerçeğini sebil kelimesi üzerinden anlatmasınıda hatırlarsak arkadaşlar Kuran’ın bize farklı düşüncele saygılı olmamız gerektiği dersini verdiğini, hatta bizim yanılıp, yanlış sandığımız düşüncelerin doğru olma ihtimalini düşünmemiz gerektiği dersini verdiğini düşünüyorum.

 

6. Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna,

Rabbimize dua ederken doğru yolun bir özelliğinide zikrediyoruz, bizim istediğimiz "doğru yol", "senin nimet verdiğin ve desteklediğin kimselerin takip ettikleri yoldur." Diyoruz. Peki bu nimet verilenler kimler:

“Kim Allah’a ve resulüne itaat ederse işte onlar Allah’ın kendisine nimet verdiği Peygamber, doğrular/doğrulayanlar, şehidler vesalihlerle beraberdir. En iyi arkadaştır onlar bu fazl Allah’tandır. Bilen olarak Allah yeter.” Nisa-69-70

Bu ayet Kuran’ı anlamada Canlı Kuran’ların önemini ortaya koymaktadır. Sıratı Mustakim dosdoğru yol kendilerine nimet verilenlerin yoludur. Öyle ise bu nimet verilenlerin iyi tanınması gerekirki, hem Sıratı Mustaki doğru anlaşılsın, hemde ilahi kitap doğru anlaşılsın...

Bu, "nimet verilen kimseler", yeryüzünün geçici nimetlerinden yararlandıkları halde sapan ve Allah'ın gazabına uğrayan kişiler değildir.

Gerçekten kendilerine nimet verilen kimseler doğru yaşayışları nedeniyle kurtuluşa erenlerdir. Bundan da anlaşılacağı üzere "nimetler" kelimesi ile zalimlerin, Firavunların, Nemrudların ve Karunların bile yararlandıkları ve bugün de doğru yoldan sapan, birçok kötü işlerle uğraşan kimselerin yararlandıkları bu dünyanın geçici faydaları değil, doğru bir şekilde yaşamanın ve Allah'ın rızasını kazanmanın sonucu olarak bahşedilen hakikî ve sürekli nimetler ilahi nimetler kastedilmektedir. Peygamberlik gibi, şehitlik gibi, salihlik gibi...

7. Gazaba uğrayanların ve sapıklarınkine değil.

Gazaba uğrayanlar yapıp ettikleri ameller dolayısı ile uğradıkları kötü akibetle Allah’ın azabına mustahak olanlardır. ‘Dalal’ kelimesi küfre düşmek, küfür kastı olmaksızın doğruluktan haktan ayrılmak, şaşırmak gibi çeşitli anlamlara gelir. Bu ayette sapmış olanlarla kast edilen doğru yoldan hak yoladan ayrılanlar. Gazaba uğrayanlarda, delalete düşenlerde haktan ayrılmışlardır. Ancak gazaba uğrayanlara kasıt, delate düşenlerde kusur vardır.

Ayettin konusu geçmişte yaşayanlardan çok gelecekte bu duruma düşeceklerdir. Peygamberimiz bir hadiste gazaba uğrayanların Yahudiler, delalette olanların Hırıstiyanlar olduğunu söyler. İslamoğlu Kuran’da maide 77 ayette gazaba uğrayanlar olarak yahudileşen İsrailoğullarının, Bakara 90 ilede delalate düşenlerin teslis inancına düşen Hiristiyanları örnek verildiğini söyler. Peygamberimizin ifadeside bu örnekliği tamamlar.

 

[1] Ali Bulaç tefsir c.1 s. 50

ZehraZehra

seyyidezehra@outlook.com