Histerik Kişilikler Ve Kerbela

Ahmet Yıldırım

20-09-2018 14:57

İnsanlık süreci kıskaçlıkla başladı. Hz Adem Allah’ın kendisine karşı beslediği sevgiyi doyasıya yaşayamadan İblis’in kendisine karşı beslediği kıskançlıkla tanıştı.   Hz Adem neredeyse sevgiden hemen sonra tanıştığı duygulardan biridir kıskançlıktır. Bu yönüyle İnsanlık tarihi biraz da kıskançlık tarihidir.  Kabil’in Habil’e karşı beslediği müşahhas duygudur kıskançlık. Kin ve nefretin babası, mayası şeytan olan duygudur. Her ne kadar mayası İblis olsada şeytani olguları içselleştiren insanlar aracılığıyla yeryüzüne yayılmıştır. Kendini mükemmel şekilde kamufle edip her işletim sistemine ayak uydurabilen, girdiği sistemi ifsad veya imha etmeden sükunete eremeyen bir virüstür. Dahası çökerttiği sistemden sonra kendi benliğine dönüp kendini de bitiren, helak en bir virüstür.

İslami ıstılahta Hased olarak yeralan kıskançlık kin ve nefreti koynunda besleyerek yol alır. Kıskançlık rekabetten beslenir. Rekabetin olmadığı veya terbiye edildiği alanlarda yayılım gösteremez. Rekabet ise kendini, varlığını ispat etme ihtirasıdır. Tanınma, kabul görme, saygın olma isteğinin olumsuz yansımasıdır. Rekabet temelde zayıflık, acziyet göstergesidir. Zira içten içe bir ispat etme gayretini barındırır. Halbuki güçlü olanın kendini ispat etmeye ihtiyacı yoktur. Güçlü olan bu tür yollara tevessül etmez, tevessül ettiği alanda gücünü kaybeder.

Hem kendini hem de muhatabını imha edecek kadar ileri giden ilk kıskanç insan Kabil’dir. Kabil kendine rakip gördüğü Habil’e karşı acziyetini kaba kuvvetiyle örtme yoluna gitmiştir. Gözde olmak, göz önünde bulunma isteği gözlerini o denli kararttı ki kardeşine karşı iç dünyasında öfke, kin ve nefret duygularını büyüttü. Büyüttüğü bu olumsuz duygular kendisi için bumeranga dönüşüp duygularının girdabında heder oldu, kaybetti. Belki de kardeşini ortadan kaldırdığında huzura kavuşacağını düşünmüştü, fakat durum hiç de öyle olmadı. Derin bir pişmanlığın ortasında buldu kendisini.

İlk olup son olmayacak kıskançlık; nesilden nesile aktara gelerek kimi zaman büyüdü kimi zaman duruldu, ancak insanlar arasında varlığını hep hissettirdi. Süreçte bazan asırları bulan rekabetlere yol açtı. Velâkin bu duyguyu içinde barındırıp günden güne büyütenler eni sonu katil oldular. Kendilerini bu eylemden koruyamadılar. Ellerine rakip gördüklerinin kanları bulaştı. Bu zayıf karakterli şahıslar sistem de kursalar, emirlerinin altında binleri bulan askerleri de olsa, ihtişamın zirvesine de ulaşsalar acziyetlerini saklayamazlar. Tüm debdebelerin altından zayıflık, acziyet arzı endam eder. Arzı endam eder de; sahibinin zayıflığını büyük bir hınçla haykırır.

Bazı insanlar yardım faaliyetlerinde ne kadar aktif rol alsalarda toplumsal kabulü sağlayamazlar. İstedikleri kadar yardımsever olsunlar, öyle görünsünler; insanlar açık yardımlarını görmelerine rağmen bu insanlar toplum tarafından sevimli görünmezler. Bir şey ters gidiyor, bir şey eksiktir sanki. Halbuki malını, emeğini o denli seferber eder ki kendini helak edecek dersiniz. Buna rağmen yaptığı yardım, hayır faaliyetleri onu olumlamaz, ona yakıştırılamaz. Kalbimiz ısınmaz. Yapılan hayrı ona yakıştıramayız, hayır onun üzerinde eğreti duran bir elbise gibidir. (Birçok sebebi olabilir.) İşte Efendimizin serüveni de böyle başlıyor az biraz.

Haşimoğullarıyla Ümeyyeoğulları rekabetini bu minvalde görüyorum. Kardeşlerde başlayan rekabet zamanlar üstü bir hal alıp birkaç nesilli içene almıştır. Kıskançlık histerisine tutulan şahıslar bu hastalıkları çocuklarına bulaştırmak kaydıyla birçok nesli ifsad edebiliyorlar. Haşim ile Şems arasında başlayan rekabet derinleşerek birkaç kuşağı içine alan bir girdaba dönüşüyor. Bu girdaba kapılanlar telef oluyorlar. Şems rekabeti kaybedip Mekke’yi 10 yıllığına terk eder. Peki, 10 yıl boyunca nereye yerleşir? Elbette bu yer Dımaşk, yani Şam’dan başka bir yer değildir. 10 yıl ticari (Mekke kervanları), siyasi (Yönetim Becerisi, Entrika vb), sosyal (Akrabalık bağını kuvvetlendirme) ve kültürel olgunlaşma için uzun bir süredir. Sosyal olan Şems’in Şam’da etkili bağlantılar kurduğunu bilmek için âlim olmaya gerek yoktur. (Haliyle Şam Ehli ile ilgili Hadislerde anlaşılmış oluyor.) Şems’in Mekke’ye büyük tecrübe ve donanımla döndüğünü öngörmemiz gerekir. Tecrübe elde etmenin yanında rekabeti canlı tutacak ve derinleştirecek nesillere ihtiyaç vardır. Bunun için nesilleri kıskançlık histerisiyle beslemek icap eder. (Şahsen kıskançlığı histerik kişilik bozukluğu olarak değerlendirmekteyim.)  Ümeyye b. Abduşşems bu kişilik bozukluğunu derin şekilde yaşayan bir figürdür. (Bu tür insanlar eksik dünyaya gelmişlerdir. Bir tarafları eksiktir, bir ömür o eksiği tamamlamaya gayret ederler. Eksik olan sevgidir, babalarının sülblerinden annelerine sevgisiz geçmişlerdir.) Ümeyye amcası (ve zadeleri) Haşim’e karşı kıskançlığı derinleştirmek ve kendi sülalesi içinde bu duyguyu yaymakla kendini sorumlu hissetti.

Efendimiz (sav) dönemine gelindiğinde Mekke’nin liderliğini ellerinde bulundurmalarına rağmen bu kişilik bozukluğu ve hastalığı terbiye etmemelerinden dolayı hep daha fazlasını istediler. Liderliği kaba kuvvetle götürme yolunu tercih ettiler. Doğal olarak hayır hasenat işlerini sürdürselerde insanlar onları sevmek yerine saygı (Korkuyla) duymayı tercih ettiler. Risalet ile görevlendirilen Efendimizin çıkışını doğru okuyamayıp, devam ettirdikleri rekabetin bir yansıması olarak gördüler. Zira (tabirimi hoş görün) Haşimoğullarını gömdüklerini, onlara galip geldiklerini düşündükleri bir süreçte Efendimizin rekabeti tekrardan başlattıkları vesvesine kapıldılar. Histerik kişilik bozukluğunun yansıması olan kıskançlık böyle bir şey işte. Akide - kabile savaşı Efendimiz (sav) risaletinin üstünlüğüyle neticelendi. Fakat akide zaferinde Haşimoğulları çok kan kaybettiler. Zira Haşimoğullarının gençlerinin çoğu akide savaşında canlarını İslam’a feda ettiler. Efendimizden geriye bu işi aktif olarak sürdürebilecek 34-35 yaşlarında İmam Ali, 7- 8 yaşlarında bulunan Hz Hasan ve Hüseyin Efendilerimiz kalmışlardır. Ancak Ümeyyeoğulları tüm devlet tücrebesi, yetenekleri, siyasi entrikaları ve hünerleriyle orada öylece durmaktaydılar.

Ne hazindir ki Ehlibeyt imamları yaşları 60’a ulaşmadan şehid oldular. Sanki gizli bir güç her daim peşlerine düşmüş onları gözetleme ve kontrol etmeye çalışmıştır. Yönetim erki ile aralarına girmiş, onları devletten uzak tutmuşlardır. Ancak devletin zaafa düştüğü, yardım diye sağa sola baktığı her dönem de tecrübesi, birikimi ve canıyla hep en önde onlar yer almışlardır.

Ümeyyeoğulları saltanatlarını pekiştirmek için yönetimlerinde sükeler, monarşik ve Makyavelist bir çizgi takip etmişlerdir. Merhum Ali Şeriati’nin dediği gibi “Zer, Zor ve Tezvir” kavramlarıyla iş görmüşlerdir.  Adalet, merhamet, iyilik, hak, hukuk, kul hakkı, özgürlük, erdem vb kavram ve unsurlara ise neredeyse hiç yol vermemişler. Bu değerlerin insanlar arasında yayılmasına dahi müsaade edilmeksizin insanları yığın haline getirip şuursuz, fikirsiz, tepkisiz hale dönüştürmenin yollarını aramışlardır. İnsanları sürekli kendilerine bağımlı hale getirerek saltanatlarını uzun süreli kılmanın yollara bakmışlardır. Ümeyyeoğulları yönetim için her şeyi meşru gören Makyavelist tavırlarla yapılan siyasi entrikalar, manipülasyonlar, toplum mühendisliği çabaları (Tezvir), insanlara maddi imkanlar, ulufeler takdim ederek (Zer, altın) sisteme entegre etme gayretleri ve direnen unsurları imha etme, katletme (Zor) (hatta Kabe’yi yakma yıkma dahil) hususlarındaki maharetleriyle ön plana çıkarlar.

Üç merhalede gelişen ve genişleyen üstün gelme rekabeti Ümeyye b. Abduşşems ile histerik görüntü verirken Yezid b. Muaviye ile ihtiras dönüşmüştür. Adaletten, liyakatten, ehliyetten yoksun yönetim anlayışı insanları kamplaştırmıştır. Doyumsuz, donanımsız, sevgisiz, göz önünde bulunma, kabul edilme, otoritelerini meşrulaştırma çabaları hep gayrı meşru gasp edilerek alınan iktidar içindir. Meşruiyetini kaba kuvvetten, baskıdan, imha hareketlerinden, işkencelerden vb faaliyetlerden almışlardır. Yani taşıdıkları elbise üstlerinde eğreti durmaya devam etmiştir.

Hâlbuki Ehlibeyt öyle değildir. Ön plana olan tüm liderlerin Toplumsal Kabul görme sorunları hiç olmamıştır. İnsanlar Ehlibeytte karşı hep derin ve doğal bir sevgi beslemişlerdir. Zira Ehlibeytti ayet ayet nübüvvet beslemiştir. Kiri, pası, entrikayı, fitneyi, siyasi manipülasyonları, ince hesapları kendilerinden uzak tutan ve tüm gıdaları ayetler olan bir topluluktan söz ediyoruz. Elbette bu gücün ve aşkın ta kendisidir. Böylesi bir gücün Yezid b Muaviye gibi önemsiz, sevgi yoksunu ve yoksulu, bereket ve rahmetten mahrum kalmış,  İslam’dan nasiplenmemiş birine tabi olması bu güce ihanet olurdu. Ehlibeyt sevgisi sakınanların yüreklerine Allah tarafından usulca yerleştirilen bir sevgidir. Nasipsiz kalanlar bunu bilemezler.

Tarihin hiçbir döneminde asaletin ihanete boyun eğdiği görülmemiştir. Asalet sahipleri canları, kanları pahasına Hakikati sahiplenmişler, bir sonraki kuşağa sağlıklı şekilde ulaştırmışlardır.  Tarihi asiller yazmışlardır, kıskançlık girdabına kapılanlar helak olmuştur. Kabil, Ümeyye, Ebu Süfyan, Muaviye, Yezid, Rey Valiliği hayalleri kuran ve benzeri tipler kazandıkları mecrada  kaybettiler. Mercane’nin oğlu ve Ebu Süfyan’ın torunu U. b Ziyad kaybetti. Ümeyyeoğullarına iktidar kapısını açan Muğira b. Şu'benin necis kölesi, Hz Ömer’in katili Ebu Lü'lü ve tetikçiliğini yaptığı patronu alçak Ka’b Al Ahbar kaybetti. Kazananlar ve kutlu davanın kahramanları; Habil’dir, Haşim’dir, Muhammed’dir (sav), Ali’dir, Hasan’dır, Hüseyindir. Kazananlar Efendimizin hırkasının altına giren Ehlibeyte liyakatle, sadakatle tabi olan, Efendimizin goncası Fatıma’nın mezarında dertli dertli inleyen Ali’nin sözlerine tabi olanlardır. Kazananlar Hüseyin’in avucuna sızarak göğe savurduğu Ali Asgar’ın kan damlalarıyla boy atan aşkın evlatlarıdır. Kazananlar Yezid’in sarayını kendisine dar eden Zeynep’in gür sedasına kulak veren mücahideler, susuzluğa gark olmuş Ehlibeyte dişleri arasında taşıdığı su kırbasını ulaştırmaya gayret eden Ebulfazl Abbas’dır. Kazananlar düşman orduları komutanı iken Hüseyin’in canı pahasına sunduğu özgürlüğü Yezid’in sırça makamlarını ret ederek, tercihini özgürlükten yana kullanan Hür b. Y. Riyahi’dir.    

Selam; Ehlibeyte, Kazananlara, Tabi Olanlara, Onlara Ulaşmaya Yol Arayanlara…

 

DİĞER YAZILARI Ramazan Hoca’nın Ardından... 01-01-1970 03:00 Küresel İntifada Mı? 01-01-1970 03:00 Son Kaçış Rampası... 01-01-1970 03:00 Toplumsalın Dönüşümü... 01-01-1970 03:00 Yer Sarsıldıkça Sarsıldığı Zaman! 01-01-1970 03:00 Dönüşerek Olgunlaşmak ! 01-01-1970 03:00 Yalnızlaşmayı Fırsata Çevirmek 01-01-1970 03:00 Doğru ve Gerçekliğe Dair... 01-01-1970 03:00 Z Kuşağı Kimin Çocukları? 01-01-1970 03:00 Arabesk İçimizde Bir Yaradır... 01-01-1970 03:00 Sosyalleşme Girdabında Yalnızlık 01-01-1970 03:00 Var Mısın? 01-01-1970 03:00 Kadın Programları Neden Kaldırılmaz?.. 01-01-1970 03:00 Bir Mücadele İnsanı 01-01-1970 03:00 Corona Morona?* 01-01-1970 03:00 Ademoğlu Ve Haram Lokma * 01-01-1970 03:00 Yönetim, Öteki Ve Madunlaşmak... 01-01-1970 03:00 Güç, Egemenlik Ve Ehlibeyt 01-01-1970 03:00 Panoptikon Mahpusları 01-01-1970 03:00 Muhafazkarlık Artıyor, Hakikat Uzaklaşıyor. 01-01-1970 03:00 Biz Kopya Değiliz. 01-01-1970 03:00 Gerçeğin Sessiz Çığlığı 01-01-1970 03:00 Zamanın Telaş Kurbanları.. 01-01-1970 03:00 Olmadan Ölünmüyor. 01-01-1970 03:00 Bu Seçimlerde Kime Oy Vermeli? 01-01-1970 03:00 Gençlere Neden Kızıyoruz? 01-01-1970 03:00 Kudüs; Antakya’dır, Kilis’tir, Antep’tir Urfa’dır. 01-01-1970 03:00 Bir Şey Olabildik Mi? 01-01-1970 03:00 Ümmetten Ulusa... 01-01-1970 03:00 Düşünce Ekmek… 01-01-1970 03:00 Referanduma Dair... 01-01-1970 03:00 Korku Üzerine.... 01-01-1970 03:00 Bize Ne Oluyor? Bizde Ne Ölüyor? 01-01-1970 03:00 Aziz Dostum Ramazan! Göz Aydınlığımız Sen Hoş Geldin... 01-01-1970 03:00 Modernizm İllüzyonunda Halüsinasyon Görmeden Uyanmak... 01-01-1970 03:00 Dünden Bu Güne Neslin Değişimi. 01-01-1970 03:00 Gerçeklik, Hakikat Ve Doğruluk Üzerine… 01-01-1970 03:00 Geçmişi Anlamak Üzerine; Siyonizm Kralları.. 01-01-1970 03:00 Ölen, Öldüren Kim? Ölen Ne? 01-01-1970 03:00 Merhamet Ölmesin... 01-01-1970 03:00 Gençlerimize Hüseyni Misyonu Tanıtmak. 01-01-1970 03:00 Biz, Siz Arasında Arafta Kalmak. 01-01-1970 03:00 Darbe Sonrası Değerlendirme… 01-01-1970 03:00 Bürokratın Şakirtlik Hevesi.*** 01-01-1970 03:00 Aslına Rücu Et Ey İnsan. 01-01-1970 03:00 Gettolaşıyor muyuz? 01-01-1970 03:00 Bize Ne Oluyor? 01-01-1970 03:00