Güç, Egemenlik Ve Ehlibeyt

Ahmet Yıldırım

08-09-2019 08:56

İktidar, egemenlik, otorite, güç tarih boyunca yönetme potansiyeli olanları cezb etmiştir. Bu duygu hali kimisinin hem dünyasını hem ahretini berbat eylemiştir. İktidarda bulunan her muktedir bir şekilde yönetim mekanizmasını saltanata dönüştürmeye çabalamış, hiç yoksa etrafını iktidarın nimetlerinden beslemenin yollarına bakmıştır. Tarihin birkaç istisnasının dışında bu durum hep böyle olmuştur. İktidar, güç muhatabını muhakkak dönüştürür. Bu dönüşümün olumlu olabilmesi için muhatabın gücü önemsememesi, gücü ötelemesi icap eder. Yani güçten daha güçlü olunması gerekir. Bunun için gücün şatafatına boyun eğmeyecek bir iman, asalet ve özgüvene ihtiyaç vardır. Bu değerlerden yoksun bir şekilde güç ile imtihan edilen herkes kaybetmeye mahkumdur. Hem de kazandığını var saydığı noktada kaybedecektir.

Yukarıdaki psikolojiden daha kötüsü onlarca yıl (belki yüzlerce) devlet yönetimini uhdesinde tutanların, o yönetimin ekmeğini, suyunu içenlerin, varlıklarını yönetime borçlu olanların ellerinden kutsadıkları yönetim erkinin alınmasıdır. Onlarca yıl devlet yönetimini kurgulayanların bir anda makamlarını, şöhretlerini vb kaybetmelerinin verdiği travmayı anlamak elbette bizim için güç bir şeydir. Zira güç muhatabını çepeçevre kuşatan, onura eden, onu yücelten bir unsurdur. Doğal olarak insan gücün verdiklerini ret etmesi kolay olmuyor. Onca debdebenin içinde ne tevazu kalıyor ne kanaat ne de şükür kalıyor. Bu gücü elde eden biri bulunduğu konumun güç kaynaklı olduğunu biliyor. Tahayyül etmesi bile insana kasvet veriyor; Otoritenin kendisini ne derece yukarılara çıkardığını gören ve bu otoritenin doğurduğu, büyüttüğü birinin akıbetini düşünmek. Tüm benliğini kibir, bürokrasi, ihtiras, egemenlik aşkı bürümüş birini düşünelim mesela.

Efendimiz (sav) gelene kadar Ümeyyeoğullarının durumu da budur. Var olan egemenlik erkini 150 - 200 yıl boyunca uhdesinde tutmuş veya erk tarafından bunca yıl çepeçevre esir alınmış bir ailenin hikayesidir. İhtiras böyledir özgürlüğüne en yakın olduğunda bile esareti tercih etme basiretsizliğidir. Asırlardır zulümden, haksızlıktan, haraç ve rüşvetten beslenmiş bir yapının birdenbire bürokrasiden, egemenlikten el çekmesini beklemek imkan dışıdır. Sahtekarca entrika kurmada, fitne çıkarmada, bürokratik hamleler ile adam harcamada, siyasi manevraları kullanmada, protokol diline sahip olmada dolayısıyla toplum ve bireyin sinir uçlarını iyi bilen ve iyi kullanan bir aileden bahsediyoruz. Parlatılmasını istedikleri adamı nasıl yücelteceklerini bilen yermek ve zarar vermek istediklerinin canını nelerin yakacağını çok iyi bir aileden bahsediyoruz. Her türlü davranışlarını bürokrasi, protokol ve monşerlerin belirlediği, çocuklarının gözlerini iktidarın nimetleri içinde açıp aynı ortamda yetiştikleri bir sürece dikkat çekmek istiyoruz.  Bu tür insanların kendi yaşamları, şahsiyetleri, seciyeleri olmaz. Bu insanlar tek başına, öz imkânlarıyla yaşama becerisi gösteremezler. Soylulukları, nezaketleri, görgüleri, kültürleri illüzyondan başka bir şey değildir. Tarihin en korkak insanlarıdırlar. En vahşi insanlar da bunların arasından çıkar. Korku ile canilik, vahşilik arasında kuvvetli bir bağ vardır. Böylesi insanların vahşiliklerinin sınırı yoktur.

Yezid’in dedesi Ebu Süfya’nın Mekke’nin fethinde gördüğü manzarayı Hz Abbas efendimize “Ey Abbas! Ben şimdiye kadar ne İran kralında ne de Rumların hükümdarında hakimiyet ve saltanatın böylesini görmüş değilim!” diye ifade etmesi bu bakış açısındandır. Onlarca yıl yapılan mücadelenin, çekilen sıkıntıların, işkencelerin, hicretlerin,  boykatlara sabretmenin neticesinde kurulan nizamın saltanatlıktan başka bir şey olamayacağı düşüncesine duçar olmak tam da gücün çocuğu olmaktır. Güç ile bürokrasi ile ölçüp biçmenin adıdır. Tüm değer yargıları egemenlik olan birinin dilinden başka bir şeyin çıkmasını beklemek ahmaklık olurdu. Efendimize (sav) en büyük zorluğu çıkarak, tepki koyan, imha etmek isteyenler, kaynaklarının kuruyacağını düşünenler bunlar değil miydi? Bunlar değil miydi imkanı mukabil olsa aralarından peygamber çıkarmaya yeltenenler? Efendimize (sav) karşı sistematik yıldırma politikalarını uygulayan bu kodomanlar, moşerler niçin bu kadar hırçın davranıyorlardı? Çünkü hayat damarları kuruyacağını, ellerindeki tüm imkanların sıfırlanacağını biliyorlardı.

Esasen efendimiz (sav)  bu işi kökten çözmek istiyordu. Şöyle ki Mekke oligarşisinin en azılı elemanların bazılarının Mekke’nin fethinde ölüm listesinde bulunması bunun göstergesidir. Bunlardan en meşhurları Hakem b. Ebü’l-âs’tır. Hani Hz Osman efendimizin şehit olmasında aktif rol oynayan damadı Mervan’ın babası olan şahıs.

Söz konusu ettiğimiz yönetme dürtüsü, güç, egemenlik ihtirası nasıl bir şey ise Efendimizin (sav) vefatından  20 -25 yıl sonra Ümeyyeoğullarının tekrar hortlamasında görebiliyoruz. Derdest edilen, el çektirilen, uzaklaştırılan, sürülen bir yapının kısa sürede tekrar toparlanması enteresandır. Elbette bu ailenin karşısında yönetim mekanizmasını sürdürecek güçlü bir yapının bulunmaması da bunda etkendir. (Uzun soluklu Tevhid Mücadelesinin neticesinde Haşimoğullarının önemli birçok bireyi şehit olmuş birçoğu ise henüz yaş itibarıyla yeterli değildir. Hz Ali’den başka neredeyse kimse kalmamıştır.  Bunun yanında Haşimoğullarının daha çok toplumsal hayır işlerinde rol almış olmaları da oligarşik yönetimden uzak düştüklerini gösteriyor gibi).

Yönetim ve egemenlik için her yolu mübah gören bu ailenin tekrar iktidar olmak için önlerinde bulunan engelleri kaldıracakları aşikardır. Bu Hz Ömer gibi biri olsa dahi. (Ne zaman adam oluruz? Hz Ömer’in katlini çözdüğümüz zaman). Maalesef 20 -25 yıl içinde Tevhid Mücadelesinin ters yüz edilerek saltanatlığa dönüştürülmesi kadar incitici bir şey yoktur.

Halifeler sonrası süreç İslam kisvesi altında Ehlibeytten hınç ve intikam almaya dönüşmüştür. İmam Hasan ve İmam Hüseyin efendilerimizin başlarına gelenlerin başkaca bir izahatı yoktur. Oligarşik yapı (Arapların dört dehası, dahilere bakın hele. Kab b. Ahbar’ı unutmamak icap eder) kendi kontrollerinin dışında herkese ve her şeye şüphe ile bakabilen bir durumdadırlar. Hatta imkan bulsalar kendi kendilerini bile ekarte edebilecek kadar ileri gidebilmektedirler.

150 -200 yıllık ahlak, iman, adalet, asalet, tevhid mücadelesinde (Ümeyye ve Haşim mücadelesi) travma oluşturan durum Hz Hüseyin Efendimizin Kerbela’da şehit edilmesi olmuştur. Kerbela’da sadece bir vahşet icra edilmemiştir. Bunca yıldan beri devam eden mücadeleye yeni ve derin bir kertik atılmıştır.  Zira alçak Yezid’in önüne getirilen İmam Hüseyin’in mübarek başının karşısında söylediği “Keşke Bedir’deki atalarım bugünü görselerdi, sevinirler de, elin çolak olmasın ey Yezid derlerdi. Kavmin ulularını öldürdük, Bedir’in öcünü aldık, bugün o güne bedel” diye sevinmesi bu tarihi arka planın işaretlerini veriyor.  Esasen bu işaretler en üst perdeden Yezid döneminde ortaya çıkıyor. Kabil ile Habil arasında başlayan ayrışma Ümeyye ile Haşim, (Muaviye tarafından Şam’ın seçilmesi boşuna değildir. Ümeyye’nin 10 yıl boyunca sürgünde yaşadığı yerdir) sonra Efendimiz (sav) ile Ebu Süfyan,  akabinde İmam Ali ile Muaviye b. Süfyan, nihayet İmam Hüseyin ile alçak Yezid arasında devam ede gelmiştir. İhtiras bu ailenin gözünü kör etmiş, nice yiğitlerin katledilmesine sebep olmuştur.

Hisretik ruhlu (bu insanlar sevginin değil şehvetin ürünüdürler) bu hastalıklı insanlar yüzünden dünya yaşanmaz bir haldedir. Dün de böyle idi bu gün de böyledir. Ahlak, adalet, asalet, hakikat, hukuk, insanlık, merhamet, iyilik, cömertlik vb müspet duyguları hiç tatmadılar. Hak Teala onları kendi pisliklerinde debelenmekle cezalandırdı. Kurdukları entrikalar, fitne fücurlarla meşgul ederek dinini onlardan hep temiz tuttu. Ahzab suresi 33. Ayette buyrulduğu gibi; “Ey Ehl-i Beyt, gerçekten Allah, sizden kiri (günah ve çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.” Fikri, ameli çirkin ve kirli; fitne sahiplerinin ortasında tertemiz Allah’a varmak az şey mi? Elbette temiz kalmanın bir bedeli vardır. Ehlibeytte ehil olmak için adanmak gerekir.

Ehlibeyt davaya ehil olduğunu göstermek için nice cengaverlerini, yiğitlerini, delikanlılarını kurban verdi. Elini, zihnini, fikrini kirletmeden temiz kalmayı, adil olmayı, asil olmayı ve hakikatle kalmayı anlatmaya gayret ettiler. Çok incittiler, çok kırdılar, çok üzdüler; ama zaten o mübarekler böyle olacağını biliyorlardır. Amaçları biz kırılalım, üzülelim, ölelim; ancak Risalet, Nübbüvet zarar görmesindi. Alçakların, zalimlerin kılıçları bizi kessin, ama Hakikat incinmesindi. Aksi halde bu kadar zalim ve vahşi Ümeyyeoğullarının elinde Risalet oyuncak olurdu. İmam Hüseyin tam da yaptığı eyleminin adamıydı. Ölümü öldürmek, zalime zalim olduğunu haykırmak, adamlık krizinin bulunduğu dönemde adamlık numunesi olmak ve dahi adamlığı yaşama aktarmak, Rasullullaha, İmam Ali ve annemiz Fatıma’ya layık olmak öyle kolay olmayacaktı zaten.

Olumsuz algıları, kurulan entrikaları, tuzakları, dine bulaştırılmak istenen hezeyanları; yani sihirbazların sihrini, göz bağcılığını topluma göstermek için bedenini bu dine kurban adamış yüreğin adıdır; Hüseyin. Her geçen gün daha da derinleşen izin adıdır; Hüseyin. Her çağın ve zamanın şahbazıdır; Hüseyin. Susuz çöllerde Rabbin Kevser gönderdiği adam olmaktır; Hüseyin. Hakikate ram olmak, aşkın çocuğu olmaktır; Hüseyin. Rabbine farklı bir yol bulmadan, en doğru yoldan yürüyerek ulaşmaktır; Hüseyin. Belaların sağanak sağanak yağdığı bir mekanda şahsiyetiyle, şerefiyle, onuruyla direnç göstermektir; Hüseyin.

Alemler içinde sana selam, yoluna revan olanlara selam, yolunda ö/olanlara  selam. Dünde bugünde, diriltileceğin günde de sana selam.

 

DİĞER YAZILARI Ramazan Hoca’nın Ardından... 01-01-1970 03:00 Küresel İntifada Mı? 01-01-1970 03:00 Son Kaçış Rampası... 01-01-1970 03:00 Toplumsalın Dönüşümü... 01-01-1970 03:00 Yer Sarsıldıkça Sarsıldığı Zaman! 01-01-1970 03:00 Dönüşerek Olgunlaşmak ! 01-01-1970 03:00 Yalnızlaşmayı Fırsata Çevirmek 01-01-1970 03:00 Doğru ve Gerçekliğe Dair... 01-01-1970 03:00 Z Kuşağı Kimin Çocukları? 01-01-1970 03:00 Arabesk İçimizde Bir Yaradır... 01-01-1970 03:00 Sosyalleşme Girdabında Yalnızlık 01-01-1970 03:00 Var Mısın? 01-01-1970 03:00 Kadın Programları Neden Kaldırılmaz?.. 01-01-1970 03:00 Bir Mücadele İnsanı 01-01-1970 03:00 Corona Morona?* 01-01-1970 03:00 Ademoğlu Ve Haram Lokma * 01-01-1970 03:00 Yönetim, Öteki Ve Madunlaşmak... 01-01-1970 03:00 Panoptikon Mahpusları 01-01-1970 03:00 Muhafazkarlık Artıyor, Hakikat Uzaklaşıyor. 01-01-1970 03:00 Biz Kopya Değiliz. 01-01-1970 03:00 Gerçeğin Sessiz Çığlığı 01-01-1970 03:00 Zamanın Telaş Kurbanları.. 01-01-1970 03:00 Histerik Kişilikler Ve Kerbela 01-01-1970 03:00 Olmadan Ölünmüyor. 01-01-1970 03:00 Bu Seçimlerde Kime Oy Vermeli? 01-01-1970 03:00 Gençlere Neden Kızıyoruz? 01-01-1970 03:00 Kudüs; Antakya’dır, Kilis’tir, Antep’tir Urfa’dır. 01-01-1970 03:00 Bir Şey Olabildik Mi? 01-01-1970 03:00 Ümmetten Ulusa... 01-01-1970 03:00 Düşünce Ekmek… 01-01-1970 03:00 Referanduma Dair... 01-01-1970 03:00 Korku Üzerine.... 01-01-1970 03:00 Bize Ne Oluyor? Bizde Ne Ölüyor? 01-01-1970 03:00 Aziz Dostum Ramazan! Göz Aydınlığımız Sen Hoş Geldin... 01-01-1970 03:00 Modernizm İllüzyonunda Halüsinasyon Görmeden Uyanmak... 01-01-1970 03:00 Dünden Bu Güne Neslin Değişimi. 01-01-1970 03:00 Gerçeklik, Hakikat Ve Doğruluk Üzerine… 01-01-1970 03:00 Geçmişi Anlamak Üzerine; Siyonizm Kralları.. 01-01-1970 03:00 Ölen, Öldüren Kim? Ölen Ne? 01-01-1970 03:00 Merhamet Ölmesin... 01-01-1970 03:00 Gençlerimize Hüseyni Misyonu Tanıtmak. 01-01-1970 03:00 Biz, Siz Arasında Arafta Kalmak. 01-01-1970 03:00 Darbe Sonrası Değerlendirme… 01-01-1970 03:00 Bürokratın Şakirtlik Hevesi.*** 01-01-1970 03:00 Aslına Rücu Et Ey İnsan. 01-01-1970 03:00 Gettolaşıyor muyuz? 01-01-1970 03:00 Bize Ne Oluyor? 01-01-1970 03:00