Arabesk İçimizde Bir Yaradır...

Ahmet Yıldırım

10-07-2021 08:34

Müzik önemli bir toplumsal göstergedir. İnsanlık tarihi kadar eskidir. İnsanlar acılarını, kederlerini, sevinç ve sevdalarını müzikle dile getirirler. 60 ve 70’li  yıllarda radyonun popüler şekilde kullanıma girmesi ülkemizde sektörün hareketlenmesine katkı sağlamıştır. Teyp, her evde bulunmayan tek gözlü kasetçaların adıydı. Eğer bir kaset dinleyecekseniz arkadaşınızdan geçici olarak teybi alır müzik keyfinizi böyle giderirdiniz (Radyo ve teyp muhabbeti başlı başına bir yazı konusu olabilir).

Bu yıllar ses istidadı olanların kasetlere ses kaydı yapıp meşhur sanatçılara gönderdiği yıllardı. Teypler ses kaydedici olarak kullanılır, hasret çeken sevdalıların, dostlukların, arkadaşlıkların ve hatta akrabalıkların pekişmesine yardımcı olurdu. Teyp ile tanışmam  seksenlerin ilk yıllarına rastlar. Babamın askerden geldiğini hatırlıyorum. İnsanlar göz aydınlığı için ziyarete gelmiş, özellikle orta yaş ve üstü insanların toprak çatılı evlerin geniş odalarında yaptıkları koyu sohbetler hala zihnimin kıvrımlarında durmaktadır. Bu dönemdeki sanatçıları çok bilmemekle birlikte bulunduğumuz bölgenin hem sınır köyü olması hem kürt kökenli olması sebebiyle Ayşe Şan’ın dengbejleri (Dengbejin ne olduğunu yıllar sonra öğrendim, ne de olsa asimile olmuş bir kürdüm J)) konuşulurdu.

Adana yaşamımızda da müziğin yeri küçümsenemez. Seksenli yılların ortasında tüm imkansızlığa rağmen evimizde teyp bulunurdu. Belki Ayşe Şan dinlemiyorduk (Kürtçe müzik yasaklıydı), ancak Abdullah Papur, Mahmut Tuncer, özellikle Gül Ahmet Yiğit, Aşık Gülabi, Beşir Kaya evimizde dinlenilen sanatçılardandı. Gül Ahmet’in hikayelerle süsleyip giriş yaptığı eserleri keyifle dinlerdik. Aşık Gülabi’nin meşhur “kalem seni parça parça kırarım” eseri hala orijinal gelir bana.

Bu girizgahtan sonra şunu diyebilirim ki; ülkemizde en istikrarlı müzik dalı arabesktir. Derdin, kederin, acıların, yokluk ve yoksulluğun, emek sömürüsünün ve sevginin konsantre yaşandığı ülkemde bu durum normal de gözükmektedir. Arabeskin en önemli isimlerinin başında Hakkı Bulut, Müslüm Gürses, Ferdi Tayfur, Orhan Gencebay, Selahattin Özdemir, Erol Budan, Mersinli İsmail, Bergen gibi sanatçıları sayabiliriz. Hepsinin ortak noktası (O. Gencebay hariç) yokluk, yoksulluk, garibanlık, acı ve kederdir. Bütün seslendirdikleri eserlerinde bu imkansızlıkların izleri görülebilir.

Arabesk müzik işlediği konular itibarıyla gariban, yoksul, yaşamda paylarına acı ve kederin düştüğü insanlar tarafından sahiplenilmiştir. Söz konusu sanatçılar da bu çizginin insanıydılar. Belki de bu sebeptendir; bıkmadan, usanmadan, kıt kaynaklarla girdikleri bu yolda şöhrete tırnaklarıyla kazıyarak ulaştılar. İnsanlar, bu sanatçıları kendilerine yakın gördü. Kendi gerçekliklerini bu sanatçıların eserlerinde bulup tepki ve cevaplarını da yine bu sanatçıların şarkılarıyla gösterdiler. Arabesk sanatçılarla dinleyicileri arasında müthiş bir bütünleşmenin izleri net  şekilde görülür.

 Arabesk müzik Hakkı Bulut’un “İkimiz bir fidanın güller açan dalıyız” şarkısıyla yola revan oldu denilebilir. Hakkı Bulut sevdiklerine karşı kıskançlık krizlerine giren takipçilerinin meramını absürtte olsa  “Benim üç yaşında bir kardeşim var, seni ondan bile kıskanıyorum” diyerek dile getirdi.

Aşklarına ve sevgilerine cevap bulamayıp terk edilen dinleyiciler sevdiklerine verdikleri değerden  “Kul Hatasız Olmaz, O’da öyledir. Belki suç bende, kabahat bendedir”,  “Hatasız kul olmaz, hatamla sev beni. Dermansız dert olmaz, dermana sal beni” sözleriyle kaderlerine boyun eğip sevdalarını içlerinde yaşadılar. Sevgiliye mihnet etmeyip kendisini olduğu gibi kabul etmesini vurgulamak için Orhan Gencebay’ın diliyle “Beni Böyle Sev, seveceksen. Olduğun gibi göreceksen. Girme ömrüme, girme gönlüme, ne dertliymiş bu diyeceksen” şeklinde durumlarını ifade ettiler.

Aşklarına vefasızlık yapıldığında “Serseri dediler gücenmedim, divane dediler gülüp geçtim. Senin bu yaptıklarına çok içerledim” şeklinde tepki gösterdiler. Sevdiğinin hatırasıyla mutlu olacak kadar kanaatkar olan dinleyiciler “Senden hatıra bana bu şarkı, bir gün gitsen bile hatıran yeter; unutmak mümkün mü böyle bir aşkı, bir gün gitsen bile hatıran yeter” diye teselli buldular. Sevdiklerine açılamayınca “Bakışların bana biraz cesaret versin. Korkuyorum sana aşktan söz etmeye ben. Bir sevdiğin varsa ne olur söyle, giderim bu diyardan merak etme sen” dizeleriyle meramlarını anlattılar.

Ya da kafası karışık sevgiliye “Maksadın öldürmekse, öldür de kurtulayım. Nazların yalvartmak mı? Dizine kapanayım. Uçurumun kenarına getirdin ömrümü, harabeye döndürdün garip gönlümü” veya aşklarını tiryakilik boyutuna çıkardıklarında “Anlatılmaz bu sevgi yıktı beni büsbütün.  Aşk desem yalan olur, inan aşktan da üstün. Ne olur başkasına ümit verme aşkından, ben sensiz yaşayamam geçerim bu canımdan” diye sevgililerini ikna etmeye çabaladılar.

Duygusuz, aşktan anlamayan taş kalpli sevgiliye “Benim böyle feryadımı duymuyor musun? Sensin tek tesellim anlamıyorsun? Şimdi çok uzaklarda gurbet ellerdeyim, hayatın çekilmeyen pençesindeyim” mısralarıyla feryat ettiler.

Sevginin girdabına kapılıp arafta kalanların imdadına “Kim kimi unutursa Leyla’dan Mecnun’dan beter olsun. Bu bir beddua değil bu yeminimiz olsun. Kim kimi unutursa Adem’den Havva’dan beter olsun. Derdimi kimlere desem, başım alıp nerelere gitsem. Bu aşk beni öldürecek, candan mı yardan mı geçsem” cümleleriyle Orhan Gencebay yetişiyordu.

Terk edilme psikolojisini “Benim kaderimde binlerce çile, yorgun bedenimi taşır meçhule. Sevgilim sende git güle güle, gidene ağlamak benim kaderim”   ya da “Bu şarkımda aşkımı anlattım sana, duymazsan sevgilim üzülmem buna. Alıştım ben yokluğuna. Bir tek dileğim var mutlu ol yeter” sözleriyle metanetlerini korudular.

Tutarsız insanlara karşı karşıya kalındığında “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol. Özün sözüne uymuyor dostum. Hep bana Rabbena demek mi doğru olur? Dediğin ettiğine uymuyor dostum” dediler.  Yine Selahattin Özdemir’in diliyle “Nedir Allah’ım bu esrar perdesi, bir iyi bir kötü insan nesnesi” şeklinde durumu izah etmeye gayret ettiler.

Dinleyiciler yaşanılan toplumsal çelişkilere, zulümlere, acılara ve dertlere tepki göstererek kadere ve kedere karşı duruşlarını “Ben ne yaptım kader sana, mahkum ettin beni bana. Her nefeste bin sitem var, şikayetim yaradana”   veya Müslüm Gürses’in dilinden “Yüce adalet böyle olur mu? Tanrı kulunu hiç unutur mu? Ben de gülmek isterim, bende sevmek isterim. Beni sen kullarına oyuncak mı yarattın?” şarkılardaki dizelerle isyan ettiler. (Bu sözleri Müslüman bakış açısıyla değil de, yapılan sert yaşam mücadelesinden hep yenilgiyle çıkmış bir psikolojinin yansıması olarak görmek gerekir diye düşünüyorum). Buna benzer farklı şarkıda “Bir bir kapandı ümit kapısı.  İçimde var benim gönül yarası. Gözyaşlarımın yoktur faydası. Yaşadığımız alem hayal dünyası” dizeleriyle içinde bulundukları durumu açıklıdılar. Farklı tarzda “Bunca gamı, bunca derdi, zalim felek bana mı verdi. Herkes muradına erdi, yine cananım gelmedi” cümlelerinde yaşanmış yenilgilerin, umutsuzlukların izlerini görürüz. “Ortada bıraktın, bir yerim yok mu? Elden ele attın durağım yok mu? Beni kurtarmanın bir yolu yok mu? Hem yaratıyorsun hem unutuyorsun”, “kaderin zulmü bitmek bilmiyor, kastı var canıma almak istiyor. Ne günah işledim bilmem ki tanrım, gençliğim dert ile geçti gidiyor” sözleri arabeskin hit şarkılarına aittir.

Arabesk söyleyen ve dinleyenler kendilerini yapılan eleştirilere “Yıllarca koştum hep aşkın peşinden, kimse anlamadı gönül derdimden. Bir vefa görmedin sevdiklerimden, olsan içmez miydin benim yerimde” mısralarıyla cevap verdiler.

Gurbetin acısını, hasretini Ferdi Tayfur “Bilsen uzaklarda kimler ağlıyor. Gelemem sevdiğim felek koymuyor. Gurbet eller bana bir mesken oldu. Gelemem sevdiğim kader bağlıyor” şarkısıyla özetliyordu.

Her türlü imkansızlıkla geçen çocukluklarına rağmen “Ah bir çocuk olsaydım, parklarda oynasaydım. Dertten kederden uzak arkadaşlar bulsaydım. Büyüdüm de ne oldu, ömrüm kederle doldu, çocukluk günlerimi gönlüm hep arar oldu”  demekten de geri durmadılar.

Her şeyleri geride bırakmak istediklerinde ise “Elveda mutluluklar, elveda tüm umutlar. Elveda ey gençliğim, elveda geleceğim” ya da “ Layık değilmiş gönlüm sevmeye sevilmeye, sevenlere sevene son elvedam” şarkıları duygularına tercüman oldu.

Arabesk müzik yukarıda görüldüğü üzere sadece sektörel bir alan olmaktan öte bir yaşam formu,  bir yaşam tarzı haline dönüşmüştür. Toplumun geniş kesimlerine hitap etmesi sebebiyle insanlar üzerinde derin izler bıraktı.

Arabesk sanatçılar varoşların taşıdıkları hislere tercüman oldular. Varoşlar yaşadıkları hayatın ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi sorunlarına arabesk şarkılarla tepki gösterdiler. Temelde protest, tepkici ve inceden yaşam şartlarına reddiye içeren şarkılarla mukavemet ettiler. Ebeveynlere, sevgiliye, patrona, devlete veya sisteme tepkilerini kendi tarzlarında şarkılarla gösterdiler. Varoş kitleler genelde cesaret edemediği, yüzleşmekten çekindiği,  kendini zayıf hissettiği, iç sesiyle konuştuğu dönemlerde arabesk şarkılar aracılığıyla sesini ve tavrını yükseltmenin yolunu buldu. Zulme maruz kalıp çaresizliğin girdabına düştüğünde “Batsın bu dünya, bitsin bu rüya. Ağlatıp da gülene yazıklar olsun. Dolmamış çileler, yaşanmamış dertler, hasret çeken gönül benim mi olsun” sözleriyle eşitsizliklerin, çilelerin, kederi protesto ettiler.

Arabesk; bir başkaldırı, bir isyan ve yaşanılanlara bir reddiyedir. 70 ve 80’lerdeki ülke içi göç, gece kondulaşma, garibanlık, yoksulluk, şehre tutunma çabaları, gelir dağılımındaki adaletsizlikler, memleket hasreti, özlem, sevip kavuşamama, duygularını ifade etmede özgüven eksiklikleri, zengin ve fakir arasındaki derin uçurumlar ve bunun kapanacağına dair umutsuzluk arabesk yaşamı şekillendirmiştir. Bu insanların iç dünyalarında biriken enerji kanalize etmeleri gerekmektedir. Gelir dağılımdaki eşitsizliği yaşayan insan elbette batsın bu dünya diyecektir. Derdini, şikayetini beton olan patrona ulaştıramayan varoş elbette yaradana sığınacaktır. Kaderine, talihine dert yanacaktır. 

Bütün bu olumsuzlukları yaşayan kitlelerin mutlu olmak için buldukları ara bir formüldür; arabesk. Mutlu olunan alan sanal bir gerçekliktir. Ferdi veya Müslüm’ün parçalarını gece yarılarına kadar dinleyenler elbette sabah istemedikleri bir dünyaya uyanacaklarını bilmektedirler. Ancak her şeyden bağımsız ve uzak kurulan bu sanal dünyada mutluluğu geçici de olsa yaşama arzusu yerine getirilmiş olmaktadır.

Emek- sermaye kavgasında patron tarafından emeği sömürülen, sevdiğine kavuşmak için gurbeti göze alan ya da sevdiğini bir şekilde başkasına kaptıran biri pop, Mozart, Beethoven veya sanat müziği dinlemeyecektir. Acılarına, duygularına tercüman olacak sanatçılar dinleyecektir. Pamuk tarlasında ırgatlık yapan, çapa yapan, tarım  ve inşaat sektörlerinde faaliyet gösterenler elbette gerçekliklerine uygun müzik dinleyeceklerdir.

Sosyal düzenin aksaklıklarına, yanlışlıklarına ciddi şekilde mazur kalan kitle çözümün nerede olduğunu elbette bilecektir. Bunun içindir “dünyayı yakarsa garipler yakar” denilmektedir.

Yazımızı çok genç yaşta kocası tarfından yüzüne kezzap dökülen ve sonrasında yine kocası tarafından kurşunlanarak öldürülen sanatçı Bergen’in bir şarkı sözüyle bitirelim; “Çekip gitti sevilenler, Gariplerdi ezilenler, Dünya sizin sevmeyenler, Acıların kadınıyım; Ben acılar kadınıyım”.

 

DİĞER YAZILARI Ramazan Hoca’nın Ardından... 01-01-1970 03:00 Küresel İntifada Mı? 01-01-1970 03:00 Son Kaçış Rampası... 01-01-1970 03:00 Toplumsalın Dönüşümü... 01-01-1970 03:00 Yer Sarsıldıkça Sarsıldığı Zaman! 01-01-1970 03:00 Dönüşerek Olgunlaşmak ! 01-01-1970 03:00 Yalnızlaşmayı Fırsata Çevirmek 01-01-1970 03:00 Doğru ve Gerçekliğe Dair... 01-01-1970 03:00 Z Kuşağı Kimin Çocukları? 01-01-1970 03:00 Sosyalleşme Girdabında Yalnızlık 01-01-1970 03:00 Var Mısın? 01-01-1970 03:00 Kadın Programları Neden Kaldırılmaz?.. 01-01-1970 03:00 Bir Mücadele İnsanı 01-01-1970 03:00 Corona Morona?* 01-01-1970 03:00 Ademoğlu Ve Haram Lokma * 01-01-1970 03:00 Yönetim, Öteki Ve Madunlaşmak... 01-01-1970 03:00 Güç, Egemenlik Ve Ehlibeyt 01-01-1970 03:00 Panoptikon Mahpusları 01-01-1970 03:00 Muhafazkarlık Artıyor, Hakikat Uzaklaşıyor. 01-01-1970 03:00 Biz Kopya Değiliz. 01-01-1970 03:00 Gerçeğin Sessiz Çığlığı 01-01-1970 03:00 Zamanın Telaş Kurbanları.. 01-01-1970 03:00 Histerik Kişilikler Ve Kerbela 01-01-1970 03:00 Olmadan Ölünmüyor. 01-01-1970 03:00 Bu Seçimlerde Kime Oy Vermeli? 01-01-1970 03:00 Gençlere Neden Kızıyoruz? 01-01-1970 03:00 Kudüs; Antakya’dır, Kilis’tir, Antep’tir Urfa’dır. 01-01-1970 03:00 Bir Şey Olabildik Mi? 01-01-1970 03:00 Ümmetten Ulusa... 01-01-1970 03:00 Düşünce Ekmek… 01-01-1970 03:00 Referanduma Dair... 01-01-1970 03:00 Korku Üzerine.... 01-01-1970 03:00 Bize Ne Oluyor? Bizde Ne Ölüyor? 01-01-1970 03:00 Aziz Dostum Ramazan! Göz Aydınlığımız Sen Hoş Geldin... 01-01-1970 03:00 Modernizm İllüzyonunda Halüsinasyon Görmeden Uyanmak... 01-01-1970 03:00 Dünden Bu Güne Neslin Değişimi. 01-01-1970 03:00 Gerçeklik, Hakikat Ve Doğruluk Üzerine… 01-01-1970 03:00 Geçmişi Anlamak Üzerine; Siyonizm Kralları.. 01-01-1970 03:00 Ölen, Öldüren Kim? Ölen Ne? 01-01-1970 03:00 Merhamet Ölmesin... 01-01-1970 03:00 Gençlerimize Hüseyni Misyonu Tanıtmak. 01-01-1970 03:00 Biz, Siz Arasında Arafta Kalmak. 01-01-1970 03:00 Darbe Sonrası Değerlendirme… 01-01-1970 03:00 Bürokratın Şakirtlik Hevesi.*** 01-01-1970 03:00 Aslına Rücu Et Ey İnsan. 01-01-1970 03:00 Gettolaşıyor muyuz? 01-01-1970 03:00 Bize Ne Oluyor? 01-01-1970 03:00