https://www.ekrangazetesi.com/files/uploads/user/13631.jpg
Cevdet Işık

İnsani Bir Sorun ve Sorumluluk Olarak Filistin...

02-11-2023 09:02

İnsan, insan kaldığı müddetçe sorumluluk kendisinden sakıt olmaz. Bu genel olarak böyledir. İnsanın insanlığını muhafaza edebilmesi için, sorumluluğunu da bilmesi gerekir. 

İnsan olmanın gerektirdiği sorumlulukları, insanlığın ortak kabulleri oluşturur. Mesela üstünlük taslamak ve kibirlenmek gibi davranışları bütün insanlar yadırgar. Hak, hukuk, adalet ve hakkaniyeti herkes ister. Her insan zulüm ve sömürüyü lanetler. Bunun gibi daha birçok ortak insani değer ve davranış vardır. Ortak insani değerler, ortak insani hassasiyetleri oluşturur. Ortak değerler ve ortak hassasiyetler olmadan, ortaklığı esas alan toplumsal birliktelik de olmaz. 

Her insanın bir hayat tarzı vardır. İnsanların hayat tarzlarının çatısında, insanlığın ortak değerleri birer sütun gibi yer almalıdır. Bundan sonra tabandaki hayatı isteyen istediği gibi detaylandırabilir. Çatı değerler dediğimiz ortak değerler olmadan, toplumsal birlik ve bütünlük de sağlanamaz. Özel ve kamusal alanların sınırları da bu insani hassasiyetlere göre çizilmelidir. 

Olması gerekenlerle ilgili olarak sözü istediğimiz kadar uzatabiliriz. Fakat buna gerek yoktur. Önemli olan nedir? Önemli olan, olması gerekenlerin olup olmadığıdır. Önemli olmakla birlikte, istediğiniz kadar insanlıktan, haktan, hukuktan ve adaletten söz ediniz. Eğer sözünü ettiğiniz bu değerler hayata değmiyorsa, bu söz etme, bumerang gibi gelip kendisine çarpacak ve önünü kapatacaktır. Böylece artık yarar değil, zarar söz konusu olacaktır. 

Eğer insan, insan olmaktan çıkmak istemiyorsa, sorumluluğunu ifa etmelidir. Sorumluluğun en önemli göstergesi, her an başkaldırı konumunda olmaktır. Kötü olanın (münker), iyi olana (maruf) yapacağı saldırıya karşı başkaldırı. Fakat bu başkaldırı için hazır ve nazır olmanın sınırını neye göre ayarlamak gerekir? Bu önemli soru, insan için bir kavşak noktasını işaret etmektedir. Olması gereken, insanın özelinden insanlığın geneline doğru gittikçe genişleyen bir bakış ve duyarlılık olmalıdır. Fakat putlaşan bencillikler yüzünden bu evrensel bakış, ulusal, kavmi, bölgesel ve nihayet bireysel sınırlara kadar daralmaktadır. 

İnsanın insan kalması önemlidir. İnsan bozulmamalıdır. Çünkü nihayetinde bütün bozulmalarla birlikte zehirlenmeler de meydana gelmektedir. İnsanın bozulmasının oluşturduğu zehirlenme ise kaos oluyor, kan oluyor, gözyaşı oluyor. İnsanlığın başlangıcından beri, iyi-kötü (münker-maruf) diyalektik ekseni hep var olagelmiş ve var olmaya da devam edecektir.  

Yetmiş Beş Yıllık Bir İnsanlık Sorunu: Filistin 

Öncelikle Filistin’de yetmiş beş yıldır sürmekte olan sorunun adını doğru koymamız gerekir. Bu bir Arap-İsrail sorunu değildir. Eğer biz bunun adını doğru koymazsak doğru dürüst bir değerlendirme de yapmamış oluruz. Yanlış yollara girmiş oluruz. O zaman da sorumluluğumuzu yerine getirmemiş oluruz. Bu sorun bütün bir insanlık sorunudur. İnsanlığını kaybetmemiş her insanın bu ve buna benzer sorunlar karşısında şöyle ya da böyle bir sorumluluğu vardır. Eğer bizatihi sorunu çözmeye yönelik herhangi bir müdahale imkânı yoksa en azından kendi iç dünyasında haklı ile haksızı tespit ederek haksıza karşı olmalıdır. İnsan ancak sahip olduğu olanaklar kadar sorumludur. 

Tekrarda yarar vardır: Doğru bir adlandırma olmadan doğru bir çözüm de olmaz. Ne diyorlar? Arap-İsrail sorunu diyorlar değil mi? Bu böyle adlandırıldığı zaman ne oluyor? Bir yandan bütün insanlar saf dışı ediliyor, diğer yandan da Arap olmayan Müslümanlar saf dışı ediliyor.  

Başka bir husus: Sanki Siyonist İsrail bir işgalci güç değilmiş gibi bir dil kullanılıyor. Hâlbuki İsrail gayrı meşru bir işgalci güçtür. Bu hem böyle bilinmeli ve hem de böyle söylenmelidir. İnsan kimin diliyle konuşursa onun savlarını da kabul etmiş olur. Bu dil acilen terk edilmelidir. İsrail denen terör devleti, Filistin’de bir işgalci güçtür. Böyle bakılmalı ve buna göre değerlendirme yapılmalıdır. Aksi takdirde işgalci zorba İsrail’e meşruiyet yolu açılmış olur.  

Diğer bir husus, İsrail’in sadece İsrail’den ibaret sanılmasıdır. Hayır, İsrail sadece İsrail’den ibaret değildir. Tamam, istediğimiz kadar onlara lanet okuyalım. Eyvallah! O zaman bu işgalci terör devletinin destekçileri ne olacak? Onun için İsrail demek Amerika ile birlikte bütün bir Batı demektir. İsrail’e ne kadar lanet ediyorsak, destekçilerine de en az o kadar lanet etmek gerekir. Yetmiş beş yıldır olup bitenlerin bir numaralı sorumlusu Batı paydasında yer alan devletlerdir.  

Müslümanların Sorumluluğu 

Yetmiş beş yıldır Filistin’de gittikçe büyüyerek devam eden insanlık sorununun en önemli sorumluları bizatihi Müslümanlardır. Eğer Müslümanlar Müslümanca bir varoluşa sahip olsalardı, bugüne kadar katlanarak gelen böylesi utanç verici, yüz karası bir sorun da olmayacaktı. Atasoy Müftüoğlu’nun güzel tabiriyle ‘İslam dünyası toplumları’ İslam’la, Kur’an’la olması gereken ilgi ve alakadan yoksun durumdadır.  

Bu nasıl bir akıl tutulmasıdır ki, bir cinnet halinin göstergesi olan bir varoluşsal kanıksanma söz konusu olabilmiştir. Evet, resmen bir cinnet hali içindeyiz. Bir şeyler sayıklayan kimseler gibiyiz. Olduğumuzu söylediğimizle yaptıklarımız arasında, ne nitelik ve ne de nicelik olarak herhangi bir benzerlik yoktur. Söylediklerimizin sarhoş naralarına ne kadar benzediğinin farkında bile değiliz. Olması gereken İslami ve Kur’ani sorumluluklarla aramızda dağlar kadar fark vardır. “Müslümanım” demekle fark edilmesi gereken sorumluluklar, acil kodlu birer sorun olarak yüzyıllardır varlığını sürdürmektedir.  

Filistin bağlamında Müslümanların durumu, ikinci bir Filistin olarak nitelenebilir. Bugünkü Filistin’de Siyonist İsrail’in oluşturduğu kaosu, Müslümanların kendi aralarındaki ilişkiler bakımından da yaşadıklarını söylemek mümkündür. Kendilerini hakikatin temsilcisi olarak gören sayısız gruplaşmalar yüzünden, sağlıklı bir ilişki ikliminden mahrum bulunmaktayız. Tarihte yaşanmış onca ibretlik olaylardan da gerekli dersleri çıkarmıyoruz. Kendimize ait bir dil ve söylem yerine başkalarına ait bir dil ve söylemle ilişkilerimizi sürdürüyoruz. Bu halimiz aslında adı konulmamış bir Filistin’den başka bir şey midir? Bizim sorumsuzluğumuzun oluşturduğu Filistin hali ortadan kalkmadan, yetmiş beş yıldır kanamakta olan Filistin ve benzeri yaralara merhem bulmamız mümkün olmayacaktır.  

Yedi Ekim Bir Milat Olabilir mi? 

İngilizlerin manda yönetimiyle birlikte başlayan Siyonist işgal ve talanın geldiği son aşamada, bugün Batı’nın özellikle de ABD’nin verdiği destekle, özelde Gazze genelde ise bütün Filistin büyük bir soykırım yaşamaktadır. Yapılan bu soykırım karşısında herhangi bir sorumluluk duymayan her insanın, artık insanlıktan bir nasibinin kalmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. 

Yedi Ekim bir milat olabilir pek tabi. Fakat burada yine de cevabı belli olmayan bir soru olacaktır. Olacağı tahmin edilen miladın neyin ve nasıl bir sürecin miladı olacağıdır. Herkes kendi imgelemi içinde sevineceği bir milat beklentisi içinde olabilir. Bu ruhumuza bir ferahlık verse de elan alınması gereken yolu ortadan kaldırmayacaktır. Bizler Müslümanlar olarak öncelikle birbirimize sonra da diğer insanlara karşı birer kale misali önyargılarımızdan sıyrılarak gerekli ilişkileri kurup kuramayacağımızı gözden geçirmeliyiz. Şu an yaşanmakta olan vahşete karşı sadece protesto yürüyüşleri ve sloganlar atmaktan başka bir şeyler yapıp yapmayacağımızı masaya yatırmalıyız. Bunların da en önemlisi, bireyselliği geride bırakacak ortak bir zeminde buluşmayı temin edecek imkânlar olmalıdır. 

Ortak hedeflerin ve ortak zeminlerin temini için, ortak anlayışların olması gerekiyor. İslam’ı, Kur’an’ı ve Müslümanlığı kabul etmiş kimseler olarak, ortak anlayışlarımız zaten var demektir. Ortak anlayış için ilkelerimizin kaynağını Kur’an ve Hz. Peygamber’in güzel örnekliği oluşturduğuna göre, bize düşen bu ilkeleri bilmek, anlamak ve hayatımızın birer parçası haline getirmek olmalıdır. Bütün sorunlarımızın en önemli ve can alıcı tarafını buradaki ihmal ve sadakatsizlik oluşturmaktadır.  

Eğer bizler tevhidi gerektiği gibi bilip inanarak gereğini yapsaydık, birbirimiz için birer tehdit haline gelmezdik. Eğer adalet ilkesini gerektiği gibi bilip gereğini yapsaydık, hem insana ve hem de diğer varlıklara saygı gösterir, bunca hadsiz hukuksuz tuğyanı yaşamazdık. Eğer ortak akıl olarak şûranın gerekliliğini kanıksayıp hayatımıza uygulasaydık, ne tek adam rejimlerine prim verir ve ne de hakikati bloke eden mağruriyetlere tevessül ederdik. Eğer merhametin dirilten ruhuna sahip olsaydık, mağdur ve madun hale getirmiş insanların haklarını teslim eder ve yardım elimizi uzatırdık. Hangi açıdan bakarsak bakalım, bir meziyet olarak sahip olmamız gereken ilkelerle aramızda çok uzun mesafeler olduğunu göreceğiz. Onun için bizler Müslümanlar olarak sorunlu bir durumdayız. Sorunlu insanların sorumluluk alarak sorunları sağlıklı bir şekilde çözmesi mümkün müdür? 

Yeni bir milat mümkündür. Fakat yeni bir milat için mevcut gidişattan rahatsızlık duymak gerekiyor. İnsan bir konuda etki ve yetki sahibi olmadan bir şeyler yapmaya çalışıyorsa, boşa zaman harcıyor demektir. Bugün bizler anlamsız, çelişkili ve doğru olmayan politik söylemlerin müritliğini yapıyoruz. Zihinsel istismarların nesnesi haline geldiğimizi fark etmiyoruz. Olup bitenler hakkında herhangi bir soru sorma yetenek ve cesaretinden mahrum bulunuyoruz. Bu ahval üzere yeni bir milat mümkün olabilir mi?  

Bugün Gazze’de büyük bir soykırım yaşanıyor. Böylesi büyük felaketler genelde yeni başlangıçlar için yeni milatları da beraberinde getirir. Bu bizim için de mümkün müdür? Neden olmasın, inşallah olur diye dua edelim. Duanın sadece el açıp sözlü yakarıştan ibaret olmadığını da hatırlatalım. Duanın eylemsel olanına terfi edersek, böylece bizler elimizden geleni yaparsak, yeni bir miladı da başlatmış oluruz. 

Neler Söylendi?

DİĞER YAZILARI Yanılsamaları Fark Etmek.. Olduğun Yer Bulunduğun Durum... Kanla Yazılan Manifesto: Gazze Ben Öteki ve Ötekileştirme... Açık Vermek... İleri Toplumsal Tahayyül Ve Kuran.... Akılsız ve Düşüncesiz Umutlar... Deprem ve Ölüm.. Sistemsel Meşruiyet... Sistemin İçi Ve Dışı... Bir Umut Devrimi Yapmak Mezopotamya’da Hüzün: Engelleri Aşıp Da Geldim... Algısal Yanılgılar Yakınlaşmanın Doğası Üzerine-1 İnsan Bir Yolcudur.... Adalet Düşüncesinin İnşası Gerçekliğe Düşen Cemre: Oruç Bir Yolcu Gelir Gibi... Dumdum Kurşunu Tarih Felsefesinin Gerekliliği Konuşan Kuran Hz. Ali.... Mikro Milliyetçilikler Sezai Karakoç Tanıklığım.. Milliyetçi Tasavvurları Aşmak-2- Milliyetçi Tasavvurları Aşmak-1 İtibar Üzerine... İktidar Tiryakiliği Kesintisiz Çoklu Okumalar Hayatsız Gündem Gündemsiz Hayat.. Kudüs Gerçekliğini Doğru Okumak... Nadide Zamanlar Yaşamsal Bir Unsur Olarak “Müphemlik” Bir Sorunsal Olarak Gündem Sorumluluğun Zirvesinde Bir Mü’min: Mehmet Akif.. Öznelliğin İktidarı-2 Öznelliğin İktidarı-1 Zamanın Ayarını Kaçırmak Öznel Özerklik-3 Öznel Özerklik-2 Öznel Özerklik-1 Hayat Ve Hicret Yanıltıcı Varoluşsal Katılık... Kur’an Ahlakının Gerekliliği Hüzünle Giden Ramazan.. İnsanı Tanımak Müslümanların Kafes Hayatı Şuradan Şuraya Post Truth Dünyada Müslüman Kalmak Adaletin Ayağa Kalkması Yaraların Kabuk Bağlaması... Bir Nitelik Olarak Adaleti Ayakta Tutmak.. Sanal Resepsiyon.. Can Alıcı Ve Can Yakıcı Kısım İçerik Bakımından Adalet Çarkı Adl Üzere Bir Hayat Adaletin Kuşatıcılığı Aklın Hakikatinden Uzaklaşmak Cenneti Arayan Adam Felsefik Bir Nazarla Seçim Olgusu Kilitli Labirent: Üstünlük Çıkmazı