https://www.ekrangazetesi.com/files/uploads/user/faff78ae9252e2aa0f2b9f721cb89398-4ff05d3d4f844c1f46c2.png
Ümmiye Yılmaz

Okumak: Gösterişsiz Sessiz Bir Ruh Hali...

21-05-2023 18:24

Okuma isteği, benim damarlarımda gezinmeye henüz dört yaşımdayken başladı. Evimize en yakın bakkaldan ekmek almaya giderdim. Ufacık ellerimle sımsıkı tuttuğum kağıt para hunharca avuçlarımın içinde ezilirdi. Yeniden hamur olmak isterdi adeta.

Boyum o kadar kısaydı ki kapının önünde duran gazetelik bile benden uzundu. Bir sürü kağıt parçası dizilmiş halde karşımda bana bakmaktaydılar. Evet bunlara gazete denilmekteydi. Bazılarının üstünde resimler vardı. O zamanki çocuk düşüncemle çılgınca merak ederdim.

Yanda ise hemen rengarenk dergiler. Çizgi filmlerden bile önce gördüğüm macera dolu çizgi karakterler.

"Acaba neydi bunlar?"

"Bunlarla ne yapılırdı?"

"İnsanlar bunları nerede kullanmaktaydı?"

Bakkal bana eğilerek her gelişimde gazete isteyip istemediğimi sorardı. Ben ürkek sesimle "ekmek" diyebilirdim. Her gelişimde çünkü bu gazetelerin önünde saatlerce durup onlara bakakalırdım.

Zamanla tek isteğim bu gazetelerin üstünde yazılanları okuyabilmek oldu. Resimlerden birşey anlaşılmıyordu ya da o zamanlar ben anlayamıyordum bilmiyorum...

Yıllar sonra bir gazetede genel yayın yönetmenliği yaptığım dönemlerde masama konan her yeni gazeteyi de yine aynı çocuksu heyecanla elime aldım. Taze ekmeği koklar gibi yeni baskıdan çıkan bu gazeteleri tek tek kokladım.

Şimdi anlıyorum okumak benim için ekmek kadar kutsal ve değerliydi. Gazetenin de, ekmeğin de ilginç bir şekilde muhtevası hamur değil mi?

Günümüzde ise çocuklara zorla kitap, gazete, dergi okutmaya çabalıyoruz. Ortaokul yıllarımda son parama kadar biriktirip almaya çalıştığım Türkiye çocuk dergileri aklıma geldikçe ise sessizce gülümsüyorum...

Okumak ne gösterişsiz sessiz bir ruh hali değil mi?

 

Ahmet Arif'i ilk defa lise ikinci sınıfda, edebiyat dersinde, kirli bir kara tahtanın önünde, gürbüz bir çocuğun söylediği şiirle tanıdım.

Sonra Leyla Erbil'e yazdığı mektuplara hayran kaldım. Aman yarabbim ne aşktı be ! Sevmenin en riyasız en doğal haliydi...

Tabi okudukça kafamda deli sorular da beliriverdi o zamanki yeni yetme fikrimle ve çocuk aklımla.

Örneğin "hasretinden prangalar eskittim" ne demekti?

İnsan mahpusda bile kendinden nasıl böyle vazgeçebilirdi?

İzmir'de öğretmenlik yaptığım dönemlerde ise Ahmet Arif'e olan sevgim çocuklara da illetli bir hastalık gibi bulaştı adeta. Salgın döneminde yeni bir salgın nüksetmişti kalplerinde. Bazen ders aralarında zevkle karpuz çekirdeği bile yedik toplanıp. Onu çok iyi tanıyormuşcasına yad ettik şiirleriyle.

Ahmet Arif esaslı adamdı. Nazım gibi ayrangönüllü de değildi üstelik Cemal Süreyya kadar çapkın da...

Vefasızlık nedir ben ilk Ahmet Arifle öğrendim. Leyla'nın bu büyük aşkı pervasızca örtbas edişinde...

Elime aldığım her sayfada parmaklarımla dokunduğum şiirlerinin her mısrasında ona biraz daha fazla üzüldüm. Gıpta ettim çoğu zaman çaresizliklerle dolu bu yitip giden aşkına...

Ve anladım ki şu aldatıcı dünyada; çok az insan namuslu, çok az insan derin , çok az insan korkak değildi...

 

Neler Söylendi?