Eski dönemlerde sosyal ilişkiler sınırlıydı ve aile mahremiyeti konusunda insanlar birbirlerine karşı daha dikkatli ve mesafeliydi. Hatta haremlik-selamlık kurallarına hassasiyetle dikkat edilirdi. Köylerde imece yapılsa kadınlar tarlanın bir tarafında, erkekler diğer tarafında olurdu. Aile ziyaretlerinde birinci dereceden yakınlar hariç haremlik-selamlık kuralına riayet edilirdi. Eskiden bu mesafe belki de abartılıydı fakat şimdilerde "al takke ver külah" samimiyet o biçim! Artık post-modern çağda yaşıyoruz. Bayanların büyük ekseriyeti sosyal hayatta aktif..
Nice zamandır farklı meslek dallarında çalışan kadınlar iş ortamlarının verdiği rahatlıkla sosyal mesafelere de dikkat etmemeye başlamış. İş yerlerinde, ofislerde gayet lâkayt muhabbetler edilebilmekte. Espriler, jestler, laubali hareketler mutad ve kanıksanmış davranış kalıbına girmiş. Rehavete kapılmışlar. Sözüm ona mütedeyyin bayanlardan söz ediyoruz. Rabbimiz uyarı mahiyetinde buyuruyor ki: "Çekici bir eda ile konuşmayın; sonra kalbinde maraz bulunan kimse ümide kapılır." (Ahzâb:32) Bir edep erozyonu yaşanıyor. Fakat bunun ne kadar farkındayız? Moda tabirle insanlarımızın çoğu farkındalık yitimi yaşıyor. Biz tefrit hâlindeki haremlik-selâmlık uygulayıcılarını bağnazlıkla itham edip kınarken, şimdi bizim cenahtaki savrulmalardan utanır, taaccüp eder olduk! Özellikle görsel iletişimin yoğunlaştığı günümüzde sosyal medya aktiviteleri ve sergilenen boy boy resimleri gördükçe toplumsal hâlimize üzülür olduk. Bu ne vurdumduymazlık, bu ne aymazlık, bu ne gaflet? Bir Müslüman vakarına yakışmayan "gönül çelen" bakışlarla poz verip sosyal medyada kendini namahreme teşhir edip, beğeniye sunmak anlaşılır bir durum değil! Bu tür aktivite ve iletişim biçimi sadece sanal medyada sınırlı kalmıyor bir de takipçilerin hayal âleminde müstehcen tahayyüllerle yaşıyor.
(Bir nevi göz zinası!)
Şu bilinmeli ki, müstehcenlik sadece beden teşhiri ile olmuyor. Vakur olmayan celbedici bakışlarla verilen pozlar da izdüşümsel algı sebebiyle müstehcen olabilmektedir. Öylesi bakışlar var ki, karşısındaki kişiye her türlü cinsel izdüşüm çağrıştırabilmektedir. İlahiyatçı Hayrettin Karaman Hoca'nın, sokakta aleni olarak sigara içen başörtülü kadınlara yönelik elleştirisinde, "Siz benim başörtülü olduğuma bakmayın, benden ümidinizi kesmeyin, sizinle paylaşacağım daha çok şeyim var" açıklaması bir hayli eleştiri almıştı. Hiç kimse kusura bakmasın, birilerine bu eleştiri absürt gelebilir fakat içilen sigara veya nargilenin yanısıra o esnada ki lâkayt hâl ve hareketler hocanın dikkatini çekmiş olmalı ki böylesi bir serzenişte bulunmuştu. Yani vakıanın görsel anlamdaki (mimiklere varasıya dek) hâl ve tavırlara bakıldığında hocaya hak verme durumu hasıl oluyor. Bir de buna öylesi bayanların kıyafetlerindeki rüküş hâl eklenince algı kombinasyonu tamamlanmış oluyor. Zira gelinen nokta itibariyle kılık kıyafetlerdeki hassasiyet yitimi had safhada. Hani, "başı örtülü ya gerisi önemli değil" öyle mi?
Giydiği streç kot veya tayt ile mahrem yerlari meydanda ama başı örtülü! SubhanAllah. Velâ havle!
Bu savrulmalar bizi çarşaf giyenlere, peçe takanlara özendirir oldu. Sevgili dostlarım, bana kimse gücenmesin ama, "yobaz, bağnaz, aşırı" dediklerimiz haklı çıktı. Bayanların rüküş hâllerine yönelik eleştirimizi haklı çıkaran bir başka husus, erkeklerin çoğu "göz tesettürü" hassasiyetine sahip olmamalarıdır. Rüküş bayanların hâlleri elbette mazeret değil. "Bakmayıversin" demekle olmuyor. "İlliyet" (sebep-sonuç ilişkisi) kavramı burada da kendini gösteriyor. Erkekler edep yoksunu olunca ve teşhirat da had safhada varınca "göz zinası" yaygınlık kazanıyor. (Bir arkadaşım anlattı. "Yalova'da çarşıda yürüyorum. Peşpeşe arabalar seyir hâlinde. Üstü açık güzel bir araba dikkatimi çekmişti. Ben arabaya bakarken şoförün önümde yürüyen mini etekli bayana kitlenmişcesine bakması dikkatimi çekti. O esnada önündeki araca çarptı. Arkadaki araç ona çarptı, en arkadaki araç kendi önündekine çarptı. Tam bir zincirleme kaza olmuştu." Bu olayı anlatan arkadaşıma "Suçlu kim?" diye sormuştum. Suçlu bakan mı, kendisini teşhir eden o mini etekli bayan mı? İlliyet dedik ya, elbette ikisi de suçlu?"
Cinsel teşhir sadece trafik kazalarına değil, aile facialarına da sebebiyet veriyor. Geçen medyaya düşen bir haber dikkatimi çekmişti. Anne-baba boşanmış. 16 yaşındaki kızları annenin yanında, baba hapishaneden izinli çıkmış, kızını annesinden alıp evine getiriyor. Baba hapisteyken, kızının sosyal medyada paylaştığı dekolte fotoğraflardan dolayı iyice bilenmiş ve kızıyla başlıyorlar tartışmaya. Kız itirazcı bir tavır sergilemiş olmalı ki, baba tartışma esnasında mufaktan bıçağı kaptığı gibi kızına sağlamaya başlıyor. Baba hapise, kızcağaz mezara. Ne kadar acı bir olay...
Modadır, Batı'nın müptezel yaşamına öykünmedir, toplumumuz ne hâle geldi. Bakınız, Batı'da müstehcenlik kanıksanmış, kıskançlık diye bir duygu kalmamış. Gerçi bizde de tedrici olarak göz yumma, görmemezlikten gelme aymazlığı çoğaldıkça müstehcenlik de buna paralel yaygınlaşmaya başlamış. Anne-babalar kızlarının sosyal medyada paylaştıkları celbedici, davetkâr resimlere baksınlar, mesele anlaşılacaktır. Necip Fazıl'ın ifade ettiği gibi: "Burnunun ucunu göstermekten haya ederdi süt ninem, kızımın giydiği kefen bezine mahrem." Cadde ve sokakların hâli pür melâli ortada. Aslında bütün bu olumsuz gelişmeler ve yaşanan ahlâkî erozyonun tek nedeni toplum olarak, ümmet olarak takvadan uzaklaşmış olmamızdan kaynaklanıyor.
Eskiden mecazî olarak anlatılan bir hikâyeyi örnek verelim: İki kardeş, biri dağ başında çoban, diğeri çarşıda ayakkabı satıcısı. İkisi de sofi! Dağdaki çarşıya kardeşini ziyarete giderken (hikâye bu ya), kerâmet göstermek için bez torbaya süt koyup götürüyor. Ve süt torbasını askıya asıyor. O esnada mütesettir bir bayan geliyor. Ayakkabı provası yaparken ayak bileği gözüküyor. Dağdan gelen kardeşin gözü bir anlık o bayanın ayak bileğine ilişince torbadaki süt şıp şıp damlamaya başlıyor. Bunu gören kardeşi, "İşte senin kerâmetin, senin evliyalığın buraya kadar, asıl marifet şehirde kerâmet sahibi olmaktır" diyor. Kısacası şehir ortamı da bir sınavdır. Bayan olsun, erkek olsun, yaşanan ahlâkî erozyonlardan dolayı günaha davetiye ve günaha meyyallik illiyet etkileşimini beraberinde getirmektedir. Mesele toplum olarak ivedilikle ahlâkî değerlerimize rücû ederek kendimize takva yönünde çeki düzen vermeliyiz.
Kısacası gidişat hayra alâmet değil, mutlaka aile yapımızı yeniden dizayn etmeliyiz. Aile reisleri olarak mesûliyetimiz büyük. Benden söylemesi, Rabbimiz şiddetli bir şekilde uyarıyor: "Ey imân edenler! Yakıtı insanlarla taşlar olan cehennem azabından evlâd-ü îyâlinizi koruyunuz." (Tahrim:6)
Bu koruma nasıl olacak? Aile yapımızı İslâm'ın yüce ahlâkî değerleriyle şekillendirip boyamalıyız. "Allah'ın boyasından daha güzel boya olabilir mi?" (Bakara:138) Biz bu dünya hayatında Rabbimiz'e kulluk etmek, Rabbimiz'in rızası istikametinde bir yaşam sürmek için varız. Bu ise Rabbimiz'in koymuş olduğu sınırlara riayet etmekle olur. Aile yapımız ve toplumsal dokumuz Allah Teâlâ'nın evrensel yasaları ile mütenasip bir şekilde boyanıp şekillenmeli ve mücehhez kılınmalı ki, bireysel ve sosyal insicama kavuşmuş olalım. Vakarlı ve erdemli bir hayat yaşamanın yegâne yolu ahlâklı ve edepli olmaktan geçer. Ahlâk ve edep bir bütünü ifade eden davranış kalıbıdır. Hiçbir Müslümanın bu değerlerden ödün verme lüksü yoktur. Bizi biz yapan aidiyet değerlerimize özgü kırmızı çizgilerimizi ihlâl etmeyelim. Özellikle bu konuda hassas olalım... Ahir kelâm olarak şunu da ifade olalım ki, "nasihatleri ne kadar umursamazsak kendimize o kadar zarar vermiş oluruz."
"Nasihat mü'minlere yarar sağlar." (Zariyât:55)