DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Abdurrahman Kılıç
Abdurrahman Kılıç
Giriş Tarihi : 28-10-2014 23:26

Risalelerde Hz. Ali, Hz. Hasan Ve Hz. Hüseyin ( R.A.) Dönemleri

Peygamber ( S.A.V) in Hakka irtihalinden, Hz. Ali’nin (r.a.) halife seçilmesine kadar ki dönemi ve ihtilaflı konularI ile ilgili Bediüzzaman’ın ( R. aleyh ) görüşlerini aktarmıştık Bediüzzaman’ın ( R. aleyh ) ,Hz. Ali’nin(r.a.)  halife seçilmesinden Hakka irtihaline kadar ki sürede yaşanan olaylarla ilgili görüşleri ile devam edeceğiz.

Hz. Osman’ın şahadeti sonrası ümmet çarnaçar Hz. Ali’yi ( r.a. ) halife seçer. Hz. Ali  ( r.a. ) Hilafet dönemi boyunca yeni problemlerle karşılaşır.

İlk büyük problem Cemel Vakası olmuştur. İslam Tarihi kaynaklarının tümüne göre Hz. Ali’ye ( r.a.) biatın gerçekleşmesinden hemen sonra, Ali’den ( r.a.), Hz. Osman’ın (r.a.) katillerinin bulunarak kısas uygulaması istenir. Hz. Ali (r.a.) katillerin tespiti, otoritenin tesisi ve olayların yatışması için beklenmesi gerektiğini söyler. Bundan sonra hükmün adaletle uygulanacağını vurgular.

 

Bazı sahabeler ve muaviye tarafından, halk galeyana getirilip Hz. Ali’ye karşı ayaklandırılır. Hz. Ali (r.a) ile muhalifleri arasındaki tartışmanın boyutu savaşa kadar uzanır. Cemel Savaşı yapılır.

Bu savaştan sonra ümmet arasında, bu savaşın sebebi, kimin haklı kimin haksız olduğu, tarafların itikadi ve ameli durumu yeni tartışmaların ve yeni ayrılıkların, bölünmelerin sebebi olmuştur.

Hz. Ali (r.a.), savaştığı kimselerin Müslüman kardeşleri olduğunu, savaş meydanından çıkan ve kaçanlara karışılmamasını, takip edilmemesini, yakalananların serbest bırakılmasını, Hz. Aişe’nin (r.a.) savaş esnasında korunmasını, kimsenin esir alınmayacağını ve ganimet alınamayacağını söyleyerek imametin basiret ve ferasetini, vuruşma ahlakını ve adaletini göstermiştir, öğretmiştir.

Bu olayın sebep sonuçlarını Bediüzzaman ( R. aleyh ) şöyle değerlendirir: “ …muharebe, adalet-i mahza ( Hz. Ali’nin (r.a.) Düşüncesi )ile adalet-i izafiye ( Hz. Aişe, Hz. Zübeyr, Hz. Talha’nın (r.a.)  düşüncesi ) mücadelesidir… … Münakaşa-ı içtihadiye siyasete girdiği için muharebeyi intaç etmiştir… ,  …Hz. Ail’nin (r.a.)içtihadı musib, mukabillerinin hatalı …”[1]

Cemel Vakasının içtihat farkından kaynaklandığını söyler. İçtihada siyaset karıştığı için savaşa neden olmuştur.   Hz. Ali’nin (r.a.)  içtihadının doğru, diğerlerinin içtihadının yanlış olduğunu belirtir. Bu sebeple yapılan savaşta Hz. Ali’nin (r.a.) haklı olduğunu vurgular.

İtikadi ve ameli açıdan her iki tarafın da Müslüman olduğunu, savaşın kardeşler arasında gerçekleştiğini, itikada bir zarar vermediğini söyler.

Aynı eserin 392,393. sayfalarında, Peygamberimizin ( S.A.V.), gelecekte yaşanacak olayları haber verdiği,      gaybi mucizelerini sayarken, Hz. Ali (r.a.)  ile ilgili olarak söylediği, ‘ zalim bir toplulukla savaşacaksın’, Hz. Aişe’nin (r.a.)  olduğu bir ortamda söylediği ‘ içinizden biri bir fitnenin başına geçecek, etrafında çoklar katledilecek.’ V.b. hadis-i şerifleri nakleder. Bu hadislerin içeriği dikkatle incelendiğinde, Peygamberimizin ( S.A.V.)  sözlerinden de Hz. Ali’inin (r.a.)  haklılığı sonucunun çıkarılabileceği nitelikte olduğu görülür.

Cemel vakasından sonra muaviye, Hz. Osman’la(r.a.) akrabalığı iddiasıyla, katillerin kısasını isteme bahanesi ile Hz. Ali (r.a.) ile savaşır. Bu savaşa taraftar toplamak için Hz. Ali (r.a.)  ile ilgili akla hayale gelmedik iftiralarda bulunur. Hz. Osman’ın (r.a.)   kanlı gömleğini Şam caddelerine teşhir eder. Sıffinde yapılan savaşı kaybetmek üzere iken Mushafları mızrakların ucuna geçirerek güya Kur’an-ı Kerimin hakemliğine başvurulmasını ister. Hz. Ali  (r.a.) kendi taraftarları tarafından hakemliği kabule zorlanır. Hakem olayında amr ibni asın şeytani hilesi ile Hz. Ali (r.a.) güya halifelikten azledilip muaviye halife seçilir.    

Hz. Ali (r.a.)  şehit edilene kadar devlet fiilen ikiye bölünür. Bir tarafta Hz. Ali (r.a.)   halifeliği, diğer yanda muaviye melikliği.

Bu savaştan sonrada yeni tartışmalar, ayrılıklar, bölünmeler ortaya çıkar. Bir kısım insanlar ayetler ve hadisleri muaviyeyi destekler şekilde yorumlar. Bir kısmı tam aksini yapar.

Bu olaydan sonra her iki tarafı da reddeden hariciler ortaya çıkar. Hem Hz. Ali (r.a.)  hem de muaviyeyi Kur’an-ı Kerim dışında hakem, hüküm koyucu kabul ettikleri için kâfir ilan ederler. Her ikisine suikast hazırlarlar. Hz. Ali (r.a.)  şehit olurken muaviye kurtulur. Hariciler daha sonra tam bir terör estirir. Çeşitli bahanelerle Müslümanları tekfir ederek katleder.

Bediüzzaman  (R. aleyh ) bu savaşı:    “ …Hilafet ile saltanatın muharebesidir.”[2] şeklinde değerlendirir. Hz. Ali (r.a.)  Hilafet için, hilafeti muhafaza için, muaviye saltanat için savaştı der. Hz. Ali (r.a.) halifelik için mücadele ederken muaviye saltanat elde etmek için savaşmıştır. İslama ilk bidati saltanatı, melikliği sokmuştur. Bu tavrı ile yüzyıllar sürecek çatışmaların temelini atmıştır. Ehl- i Beyt ve ehl-i beyt taraftarları ile emeviler, abbasiler ve taraftarları arasında asırlarca sürecek çatışmaların…

Yine o dönemde ortaya çıkan hariciler zaman içinde farklı tonlara bürünerek günümüzde Vehhabi Tekfirci anlayışı şeklinde hortlamıştır.

 

Hz. Ali ‘nin (r.a.)  hakka irtihalinden sonra mücadele oğulları ile emeviler arasında devam eder.

Hz. Ali’den (r.a.)  sonra hilafete Hz. Hasan (r.a.)  seçilir. Hz. Hasan bir müddet sonra muaviye ile anlaşarak hilafeti ona devreder. muaviye yerine kimseyi tayin etmeme, Hz. Ali (r.a.)  taraftarlarına zulmetmeme, hutbelerde Hz. Ali’ye küfr edilmemesi, maddelerini de içeren bir anlaşma karşılığı hilafeti devralır.

Ancak, muaviye sözünde durmaz. Önce Hz. Hasan’ı zehirleterek şehit eder. Hz. Ali (r.a.)  taraftarlarını, Hicr Bin Adiy ve arkadaşlarını ( r.anhüm ) katleder. Sonra da oğlu yezidi yerine melik olarak tayin eder.

Bu mücadeleyi Bediüzzaman : “ Amma Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ‘in (r.a.)   Emevilere karşı mücadeleleri ise din ile milliyet muharebesi idi. ”[3] ifadeleri ile din ile milliyetçilik, ırkçılık,   faşizm mücadelesi olarak belirler. Artık mücadele İslam ile emevi ırkçılığı arasında idi.

Burada açıklığa kavuşturulması gereken önemli bir konu kalıyor. Bediüzzaman (R. aleyh ) bu konuda susmuş gibi. Veya konu ile ilgili bir ayrıntıyı genel ifadelerle geçiyor. Hz. Hasan’ın (r.a.)  mücadelesi, muaviye ile. Hz. Ali’nin( r.a.)   son zamanlarda mücadelesi de onunla. Hz. Ali (r.a.)  dönemi için ‘hilafet ile salatanat mücadelesi’, Hz. Hasan (r.a.)   dönemi içinse ‘Din ile milliyet savaşı’ değerlendirmesi yapılıyor. Mücadele edilen şahıs aynı olduğu halde değerlendirmeler farklı. Neden? Bediüzzaman (R. aleyh )  gibi dakik ifade sahibi birinin gözden kaçırmayacağı önemli bir ayrıntı. Sanırım Muaviyenin mücadelesinin saltanattan milliyetçiliğe kaydığı tespiti yapılıyor. Onun son demleri emevi milliyetçiliği için harcanmış görünüyor. muaviye saltanatı milliyetçiliğe, emevi diktatörlüğüne, emevi faşizmine evirilmiştir. Hz. Hasan’ın( r.a.)    şehit edilmesi, yezidin veliaht ilan edilmesi, Hz. Ali ( r.a ) muhiblerine ( r.a ) reva görünenler emevi ırkçılığına dayalı saltanat için çalıştığını gösteriyor.  muaviye saltanatının son yılları ile yezidin saltanat yılları aynı kategoride değerlendirilmiş.

Daha sonra yezidin melik olması, Hz. Hüseyin’den ( r.a ) zorla biat istenmesi ve şahadeti. Şahadetinden sonra yezidin bedir savaşının öcünü aldığını söylemesi, çatışmanın boyutlarının din ve emevi faşizmi olduğunu iyice belirginleştiren bir ifade.

Hz. Hüseyin’in( r.a ), yezid ile mücadelesinin ise İslam ile ırkçılığın mücadelesi olduğu çok net.

 

Hz. Hüseyin’in( r.a ),  şahadetinden sonra mücadele emevi ve abbasi melikleri ile ehl-i beyt imamları ve taraftarları arasında devam eder.

Söz buraya kadar gelmişken, Bediüzzaman ( R. aleyh)    gibi bir ehl-i beyt aşığı, Hz. Ali ( r.a )   aşığı Şehit Ali Şeriati’yi ( R. aleyh)   anmamak olmaz.

“…ehl-i hakikat, başta Eimme-i Erbaa ve eimme-i İsna Aşer olarak ehl- i sünnet…”[4] sözünü tekrar hatırlatarak, Bediüzzaman’ın (R. aleyh ) burada kullandığı Ehl- sünnet kavramının, Ali Şeriati’nin (R. aleyh) Muhammedi (S.A.V.) Sünnilik, Ali ( r.a )  Şialığı kavramına denk düştüğünü söyleyebiliriz. Bu iki kavram içinde kalan mezhep sahiplerinin Bediüzzaman tarafından ehl-i sünnet olarak tanımlandığını görüyoruz. Muhammedi (S.A.V.) Sünnilik, Ali ( r.a )  Şialığı arasında bir fark yoktur. Her ikisi de Peygamberimizin (S.A.V.)  sünnetinin sadık takipçileridir.  Bunlar ayrıldıkları konularda birbirini hoş görür ve ittifak ettikleri konularda yardımlaşır. Fitne odaklarına malzeme olmaz. Bu geçmişte de böyleydi günümüzde de böyledir. Eimme-i Erbaanın zalim emevi ve Abbasi meliklerine karşı ehl-i beyt imamları yanında saf tutması gibi.

Bediüzzaman’ın müfrit şii, müfrit emevi kavramları ile tabir ettiği gruplar ise Ali Şeriati’de safevi şiası ve emevi sünniliği şeklinde kavramsallaştırılmış gibi. Bu iki grup siyasetçilerin koltuk değneği gibidir. Her iki mezhep salikleri de siyasi sebeplerle birileri tarafından kullanılmıştır. Birileri tarafından kullanılmak için üretilmiştir. Bu nedenle her iki grup karşı tarafı düşman olarak algılar. Maalesef her iki görüşün fanatik taraftarları hem geçmişte ortaya çıkmışlar hem de günümüzde varlıklarını devam ettiriyorlar. Bunlar görünüşte bir önceki Sünniler ve Şiiler gibi görünse de bakış açıları oldukça farklıdır.

Bediüzzaman’ın hariciler ve vehhabiler dediği grupların ise günümüzde İslam ülkelerinde çıkardıkları fitne ve döktükleri kanın maalesef haddi hesabı yok.

Şiiler ve Sünniler ve diğer mezheplere tabi olan Müslümanlar, aralarında görüş farklılıklarının, aşağıdaki tekrar alıntılamakta fayda gördüğümüz paragraf dâhilindeki farklılık olduğunun farkına varıp, İslam dairesi içindeki bir farklılık olduğunu kabul edip, hoş görmesi gerektiğini anlamalı.

 “ Bununla beraber ulûm-u Arabiyece sahih ve usûl-i diniyece hak olmak şartıyla ve Fenn-i Maânîce makbul ve İlm-i Beyanca münasib ve belâgatça müstahsen olan bütün vücuh ve maânî, ehl-i içtihad ve ehl-i tefsir ve ehl-i usûl-üd din ve ehl-i usûl-ül fıkhın icmaıyla ve ihtilaflarının şehadetiyle Kur'anın manalarındandırlar.”[5]     

Mezhepler dinin kendisi değildir. Dinin bir yorumudur. Her hangi bir mezhebin yorumlarını kabul etmeyen sadece o mezhebin dışındadır. Dinin dışında değil. Bir mezhebin yorumuna karşı çıkan, o mezhebin yorumunu reddeder dinin kendisini değil.

 

Bediüzzaman’ın özellikle Ehl-i Beyt ve Şia mezhebi ile ilgili tespitlerini gündemde olması hasebi ile kısaca ve hızlıca aktarmaya çalıştık. Yazıyı aşağıdaki tavsiye ile noktalıyoruz.

 “ Ey ehl-i hak olan ehl-i sünnet ve cemaat! Ve ey Al-i beytin muhabbetini meslek ittihaz eden Aleviler! Çabuk bu manasız ve hakikatsiz, haksız, Zaralı olan nizaı aranızdan kaldırınız. Yoksa şimdiki kuvvetli bir surette hükmeyleyen zındıka cereyanı, birinizi diğeri aleyhinde alet edip, ezmesinde istimal edecek. Bunu mağlup ettikten sonra, o aleti de kıracak. Siz ehl-i tevhit olduğunuzdan, uhuvveti ve ittihadı emreden yüzer esaslı rabıta-i kudsiye mabeyninizde varken, iftirakı iktiza eden cüz’i meseleleri bırakmak elzemdir.”[6]

 

 

 


[1] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Mektubat, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. Cilt, sh. 370

[2] Aynı yer.

[3] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Mektubat, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. Cilt, sh. 370

[4] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Emirdağ Lahikası, Nesil Yay. İstanbul 1966, II. Cilt, sh. 1766

[5] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İstanbul 1966, 1. Cilt, sh. 176

[6] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Lemalar, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. Cilt, sh. 590

 

NELER SÖYLENDİ?
@
Gazete Manşetleri
Yol Durumu
E-Bülten Kayıt
ARŞİV ARAMA