DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Mehmet Deveci
Mehmet Deveci
Giriş Tarihi : 03-05-2017 17:51

Oğuz Atay Söylüyor; Ey Şehadet, Bana Küsülü Müsün?


 

Dumanı hiç eksilmeyen kafamı da alıp eski ezgilerden

bir bukle sunuyorum kendime.

 

Oğuz Atay’ın mağarasını henüz keşfetmeden önce bulduğum, daha doğrusu orada yaşayıp da adını sonradan koyduğum yüksek tepelerin en kenarındaki mağaramın kapı kenarına çömelip, ayaklarımı çaprazlama birbirine dolayıp, kollarımı da hakeza ona uyumlu dolayıp, sağ elimle sol bileğimi kavrayıp oturuyorum.

İçerden sesleniyor bir kısık ezgi. İçerden değil de içimden geliyor sanki:

 

“İçimdeki putları kıran kim? Yerine yenilerini koyan kim?”

 

 

Sahi!

İçimde ne çok onlardan. Asaf Halet Çelebi ruh ikizim olmalı. Dostum, aynaya bakıp, aynada beni görüp öyle mi yazdın bu şiiri?

Her kelime birbirine bağlanmış vagonlar gibi yeni kimseler getiriyor zavallı aklıma.

Dostum, deyince;

“Hey dostum! Amerika iki yüzlüdür.” diyen Malcolm’un kara gözleri beliriyor sonra içimde. Temiz hava beni çarpmış olmalı. Ben çarpıldım ya da. Bu belirtinin sebebi birazdan belli oluyor:

“Kara gözlerinde mahmurca gülüş, gayrı uyanılmaz uykunda mısın?

Kanın cemre gibi toprağa düşmüş, şehadet yolunun ufkunda mısın?”

Ee Malcolm… Beni burada da buldun ya! Ne diyeyim sana ben? Sen geldiysen birazdan Ali’de gelir yanımıza. Kötü çocuk Ali… Bu dağ başına gelecek, kelebek gibi uçacak ve arı gibi sokacak. Neyi mi? Dostum, sen formunu kaybediyorsun gittikçe. Tabii ki içimdekileri, içimdekileri… İyi de, kimselere haber vermemiştim ki buraya gelirken. Tabii ya, sizi ben getirdim buraya. İçimi bırakıp gelemezdim ya.

Mağara kapısından biraz uzaklaşmam gerek. Bu belli oldu. Az ilerde esen rüzgârların yanaklarını okşadığı ince gövdeli ve al yüzlü gelinciklere doğru düşüyor adımlarım. Saat seherin kuşluğu...

“Kara bulutlarda bir şimşek çaktı. Çatlayan yer tohuma kucak açtı. Çöplükte gül yetişmeye başladı.

Yağmurlar dindi

bir güneş doğuyor…”

 

Fakat içimin imsak vaktine henüz var. Vakit Bosna’da Selami Yurdan şimdi, Afganistan’da Bahattin Yıldız…

 

 

Yıldız... İbrahim’in bakıp bakıp inanmadığı yıldız… Karanlık tarafıma göz kırpıp beni kandıran o parlak, uzak, ukala şey…

İçimin göğü boş ama. Dolu sandığım şey halüsinasyonlardan bir perdeymiş zira. Yine de “Şehit tahtında Rabbe gülümsüyor” ya, olsun. Varsın bizim göğümüz de boş olsun.

Gönlümüzdeki ağırlık yeterince yük zaten.

Güneş doğar ağabeyler…

Eritir mi içimdeki taştan adamı bilmem ama doğar… Karanlık yerlerime ne kadar vurur şavkı bilmem ama doğar…

Ben mi?

“Nehirler düşlerim göl kenarında…”

Hele bir öğlen olsun. Menzil’de üç minare dokunur içimin inşirahına. Parmak boğumlarımdan tamı tamına yirmi beş estagfirullahım var daha mis gibi. Kötü günlere saklamışım, vermemişim iyi günlere, kimselerin sahiplenmeyeceği için bana kalacak kötü günlerime saklamışım vermemişin âleme.  Çekerim onu da kahrım gibi, yenilenirim bir nefesçik de olsa.

Uzak manzaralı dağların içinde uyuyan volkanlara bir laf atsam şuramdan, “kalsam ve dirilsem” desem, efelensem, bağırsam cesaretim varmış gibi de, topuklarım geriye de hazır dursam? Söker mi havam, uyanır mı volkan benim bu üsten iki düğmesi açık cesaretimden? Yoksa ‘ellemen bağırsın!’ deyip idare mi eder delidolu mırıldanmaları mı?

Gelincik tarlalarının yeni sürülmüş toprak kokulu yamaçlarına gelişim, ayaklarımın bir hüneri olsa gerek. Bağdaş kursam buraya. Toprağa yani, içimden parçalar taşıdığım toprağa…

Hem aklımın elektriklerini de boşaltmış olurum. Yalın ayak düşürürüm kendimi, yanaklarımı da yan koyar, gözlerimi de yumarım toprağa, bana, kendime… Gözlerimin yumuk bakışlarının gri sahnesine kimler gelmeye cesaret edebilir ki o zaman? Toprak yahu burası, dibi, dibi… Bahçede insanların gözü, şen şakrak bahçelerimde. Kuytu kuyularımın Yusuf’uyum ben şimdi. Kuyuda olunca yırtılacak gömlek de yok, kim tenezzül eder karanlığıma, heyy…

 

N’oldu şimdi? Nerelerden de geldim şimdi buralara? Melonkolik hallerimin alengirli cümleleri iki yakamdan tutup beni buralara getirdi yeniden. Oysa uzun zamandır çay ocaklarının küçük taburelerine kıvrılmış, ardı ardına gelen tazecik çayları yudumlayıp, kafamı çay ocağının kirli camına dayayıp gözlerim yoldan geçen araçlarda, gönlüm aha az önce önünde bağdaş kurduğum Oğuz Atay mağaramın yamacındaydı… Ama gidesim varmış ki buralara serpildim. Buralara düş’tüm. Yoksa içimin parmağını kımıldatacak hali mi vardı?

 

 

Ayaklarımla geldiğim yerlerden geri dönmek kolay oluyor da, gönlümün götürdüğü yerlerden geri dönüş zor oluyor be usta…

Usta’m…

Abe’m, bana kervandan bir parça getirir misin, böle acılı tarafından, demli, koyu, ağır…

 

“Herkese uğradın sen, bana küsülü müsün? Bir çoguna göz kırptın, bana yeminli misin?

Ben senin aşkın ile kavrulurken burada, ey şehadet sen bana neden nazlar edersin…”

 

Çabuk ol ama.

Gelişim kolay, geri dönüşüm zor oluyor sonra…

NELER SÖYLENDİ?
@
Gazete Manşetleri
Yol Durumu
E-Bülten Kayıt
ARŞİV ARAMA