İnsan denince insanın aklına hemen sorunlar geliyor. Sanki insan ve sorun siyam ikizleri gibidir. Bazen biri diğerini besleyip güçlendirirken bazen de güç ve direncini azaltıp zayıf düşürür. Bu, insanın sorunlara bakışı ve yüzleşmesiyle alakalı bir durumdur. Hayat hikâyeleri, birbirine ters yönde iki uç arasında yapılan gelgitlerle böylece yazılmaktadır. İnsanın İblis gibi kendi başına buyruk olduğu ilişkilerle hayatın görünen yüzünü acı, keder ve ıstırap kaplamıştır. Karanlık ve zulmün hayat tarzına dönüştüğü zamanlarda Allah, indirdiği vahiyle insanı uyarmıştır. Bu uyarma durumu, bütün insanlık tarihi boyunca hep devam edegelmiştir. Hz. Peygamber’le birlikte vahyin inzali de son bulmuştur.
Allah’ın indirdiği vahiyle hayata/tarihe müdahale etmiş olmasının nedeni ne olabilir? Çünkü Allah yarattığı insanın hep ‘insan’ kalmasını istiyor. Başka bir varlığa dönüşmesini istemiyor. Onun için insanı yaratırken, yapısal olarak verili bir yapıda yaratmış. Bilindiği üzere Kur’an, insanın sahip olduğu verili yapıyı fıtrat olarak adlandırıyor. Ayrıca insana eşyanın isimleri öğretilmiş, olup bitenleri okuma yeteneği verilmiş. İnsan aklını kullanarak yaşadığı hayatla deneyim sahibi oluyor. Allah, her açıdan nitelikli bir alt yapıyla donattığı insanın büyüklenmesini, böbürlenmesini ve böylece müstağni bir hayat sürmesini istemiyor. Varoluş hikmetini yitirsin istemiyor. Nedir bu varoluş hikmeti? Allah’ı tanıması, varlık sebebini unutmaması ve insan kalması, yani haddini bilmesi. Allah insanın böylece güzel bir tanıklık yaparak anlamlı bir hayata sahip olmasını istiyor.
Anlamlı hayatın göze çarpan en önemli özelliği nedir diye sorulsa, enva-i çeşit cevapla karşılaşırız. Çünkü her insanın duruşu, bakışı ve algısı farklı farklıdır. Kanaatimce hayatın göze çarpan en önemli özelliği, meşruiyet dairesi olarak tabir edeceğimiz insanın hareket alanını belirleyen sınırlardır. Söz konusu meşruiyet dairesi ana hatlarıyla bütün insanlık için aynı değer ve eylem paydasına sahip olan bir meşruiyet dairesidir. Hiçbir insanın, haksız yere ve kasten herhangi bir insanın öldürülmesini tasvip etmesi mümkün değildir. Zulüm, fitne, fesat ve bozgunculuk da hiç kimse tarafından tasvip edilmez. Bu tür münkerattan sayılan örnekleri istediğimiz kadar çoğaltabiliriz. Normal şartlar altında insanın hep iyi olanı yapması kötü olandan uzaklaşması beklenir. Fakat öyle olmuyor. Allah insanı en güzel şekilde yaratmış ama insan en güzel şekilde hareket etmiyor. Yaratılış amacını tersyüz ederek alçaldıkça alçalabiliyor. Herhangi bir değer tanımıyor, arzu ve istekleri için her türlü yolu normal görebiliyor.
Modern zamanlar arzu ve isteklerin ilahlaştırıldığı zamanlardır. Modern zamanlarla birlikte insanın sahip olduğu değer ve tasavvur dünyası adım adım değişerek, saf seküler bir mahiyete sahip oldu. Daha doğrusu aşkın olan değerler bir kenara atılarak hayatın en önemli belirleyici özelliğini sekülerizm oluşturdu. Dört yüz senelik bir sürecin sonunda insanın geldiği sahilde, insandan eser kalmadı. Evet, insan suret olarak insandı ama siret olarak artık insan değildi. Yani artık insanlıktan yana herhangi bir şey kalmamış, insanlığın değerleri müzelik değerlere dönüşmüş, aleni olarak insanlığın toptan yok oluşuna imza atılmıştır. Bugün Gazze özelinde fütursuzca uygulanmakta olan soykırıma, gücü tekellerine almış ABD ve Batılı devletler –ki bu bir şer cephesidir- ne yazık ki söylediklerimizi doğrulamaktadır.
Bakın şurada Filistin’de gözlerimizin önünde, yani bütün insanlığın gözleri önünde en acımasız yol ve yöntemlerle soykırım yapılıyor. Canlı-cansız her şey yok ediliyor. Bunun lamı cimi yok. Bebeklerden yaşlılara hiçbir ayırım gözetilmeden herkesin üzerine bombalar yağdırılıyor. Her taraf yakılmış, yıkılmış harabeye çevrilmiş. Parçalanmış insan cesetlerinden geçilmiyor. Yaşamak için en asgari koşullar bile yok ediliyor, engeller konuluyor. Bu vahşeti, bu barbarlığı kim veya kimler yapıyor? Siyonist terör devleti İsrail deyip geçersek tamamıyla eksik kalır cevabımız. Bu soykırım ve katliamın bir numaralı sorumlusu ABD’dir. Bunu asla göz ardı etmemeliyiz. Sonra İngiltere, Almanya, Fransa ve diğer Batılı devletler geliyor. Bitti mi peki? Hayır. Başta Arap devletleri olmak üzere halkı Müslüman olan bütün devletler. Bunu da göz ardı etmemeliyiz. Siyonist terör devleti İsrail ile ekonomik, stratejik veya herhangi bir açıdan ilişki içinde olan herkes bu soykırıma katkı vermiş oluyor. Ve nihayet İsrail’e katkı sağlayan ürünleri boykot etmeyen her insan bu soykırıma katkıda bulunuyor. Bu hakikati bilerek elimizi vicdanımıza atmalı ve nerede durduğumuzun değerlendirmesini yapmalıyız.
Türkiye özeline geldiğimiz zaman şunu net bir şekilde belirtmemiz gerekiyor: Şimdi Türkiye direkt veya endirekt olarak ticaret yapıyor mu yapmıyor mu? Bir avuç insanın sürekli dile getirerek protesto ettiği, Azerbaycan’dan Türkiye’ye Türkiye’den de İsrail’e petrol sevkiyatı yapılıyor mu yapılmıyor mu? Bu sevkiyat yapıldığına göre, bu sevkiyatın durması için çalışmak gerekiyor. Bu hususta hükumet üzerinde baskı oluşturma niyet ve gayreti içinde olmayan her protesto eylemi en iyimser tabirle sadece havanda su dövmüş oluyor. İstediğimiz kadar protesto edelim, sloganlar atalım. Şayet yapılanlar bu petrol sevkiyatına yönelik değilse, olan veya olacak olan şey sadece kitleleri uyutup uyuşturmaktan ibaret olacaktır. Çünkü insanlar yanlış hedef ve yanlış eylemle zaman kaybederek güya sorumluluklarını yerine getirdikleri yanılgısıyla vicdanlarını örtmüş olacaklar. Hedef saptırarak yanılgı oluşturan her söz ve eylemin, keyif veren bir uyuşturucudan hiçbir farkı yoktur. Her uyuşturucu, insanı hayatın yaşanan hakikatlerinden uzaklaştırır. Bugün Türkiye üzerinden Siyonist terör devleti olan İsrail’e petrol sevkiyatı yapılıyor. Öncelikle Siyonist İsrail için önemli olan bu hayati damarın kesilmesi gerekir. Eğer doğru bir şekilde ve doğru yerden mücadele edilmezse, yapılanın sadece bir aldatmaca olacağının öncelikle farkına varmamız çok önemlidir.
‘İnsan sonrasını mı idrak ediyoruz’ sorusu, yapılan yanlışları fark etmek veya yapılan yanlışlara karşı mücadele edip etmemekten öteye, yapılan yanlışların içselleştirilmesiyle ilgili bir duruma işaret etmektedir. Bu bir felakettir: İnsanın felaketi. Birçok sebepten insan yanılabilir, yanlış yapabilir. Fakat insan bir soykırım, bir vahşet, bir barbarlık karşısında hiçbir şey yapmıyorsa, herhangi bir rahatsızlık hissetmiyorsa artık söz konusu insanın insanlıkla herhangi bir bağı kalmamış demektir. Özel bir sohbette Atasoy Müftüoğlu ağabey, 7 Ekim’den bu yana meydana gelen ve halen devam eden bu vahşetin, barbarlığın ve soykırımın insanın hayatında bir değişiklik yapıp yapmadığına dikkat çekmişti. Evet, herkesin bunun muhasebesini, hesaplaşmasını öncelikle kendisiyle yapması gerekir. Herkes kendisinin insan sonrası bir hayat yaşayıp yaşamadığının kararını vermesi gerekir. Belki buradan başlarsak bütün bir insanlıkla birlikte yeni bir zamanın kapısını aralayabiliriz. İslam’ın böyle bir zamanın kapısını aralama imkânını sunduğunu da sadece söylemekle yetinmiş olalım.
Vesselam.